İSLÂMİYET VE AİLE HAYATIMIZ
Dinimiz ve Kadın
Dinimiz, kadını en yüksek dereceye çıkarmıştır. Evli kadına, kocası her şeyi getirmeye
ve ayrı bir ev tutmaya mecburdur. Kızın, babası evinde her nesi varsa, kocasının
bunları alması lâzımdır. Kocası kadına bakamıyacak kadar fakir ise veya zengin olduğu
hâlde ihtiyaçlarını almıyorsa, piyasa kıymetine göre kadının ihtiyacını mahkeme tayin
ederek, yakın akrabasının bu parayı kadına borç vermesini emreder. Erkeğin satılacak
malı yoksa, çalıştırarak bu borçları erkeğe ödetir. Çalışmazsa habs eder.
İslâm kadınına, erkek akrabâsından, fıtra verecek kadar zengin olanlardan, en yakın
bulunanı, bakmağa mecbûrdur. Yakın akrabâsı yoksa veya fakîr iseler, (Beyt-ül-mâl)
yâni devlet her türlü ihtiyâclarını vermeğe memûrdur. Evli kadına, zevci her şeyi getirmeğe
ve ayrı bir ev tutmağa mecbûrdur. Kızın, babası evinde, hernesi varsa, hattâ
kaç hizmetçisi varsa, kocasının, bunları alması lâzımdır. Çalışmazsa habs edilir. Şâfi’î
mezhebinde tütün parasını vermesi bile lâzımdır. Hanefî mezhebinde, kahve ve tütün
parası vermek lâzım olmadığı (Redd-ül-muhtâr)da yazılıdır.
O hâlde, İslâm kadını geçim derdinden, düşüncesinden muaf tutulmuştur. O, çalı-
şarak, didinerek para kazanmaya mecbur değildir. Her şey onun ayağına gelecektir.
İslâm Dini ona bu kıymeti vermiştir. Fakat kadının İslâmiyeti, yâni din bilgilerini, îmâ-
nını, farzları, ibâdetleri, haramları öğrenmesi farzdır. Allahü teâlânın kesin emridir.
Babasının veya kocasının, ona bu ilimleri öğretmesi lâzım olur. Öğretmezlerse büyük
günâha girerler. Kadının gidip dışardan öğrenmesi lâzım olur. Kadın, erkekden izinsiz
hiçbir yere gidemez iken, bu ilimleri öğrenmek için gidebilir. İslâmiyyetin ilme ne kadar
kıymet ve ehemmiyyet verdiği buradan da anlaşılmakdadır.
Müslüman kadını ticaret, fen, sanat ve ziraat ile uğraşmaya mecbur değil ise de,
bunlarla meşgul olması, para kazanması yasak ve günâh değildir. Yalnız bunlarla meş-
gul olurken ve ilim öğrenirken, yabancı erkekler arasına girmemesi, onlara açık gö-
rünmemesi, haramlardan sakınması lâzımdır. Çünkü müslüman kadının başı, kolları,
bacakları açık olarak sokağa çıkması, erkeklere göstermesi haramdır, günâhtır.
Peygamberimizin ilk hanımı Hadîce-tül-kübrâ “radıyallahü anhâ”, İslâmiyetten evvel
ve sonra, ticaretle meşgul olurdu. Katipleri, memurları ve hizmetçileri çoktu. Hattâ
bir kere Muhammed aleyhisselâmı ticaret kafilesine reis tayin etmişti.
Kadının yapacağı günâhlardan, ona izin veren erkekleri de ceza görecektir. Hâlbuki erkeğin günâhları kadına zarar vermemektedir, İslâmiyette kadın, harbe de gitmeye
mecbur değildir. Dünyada rahat ve mesut olduğu gibi, Cennete girmesi de çok kolaydır.
Sevgili Peygamberimiz bir hadîs-i şerîfte: (Dört şeyi yapan, yâni kocasına hiyanet
etmiyen, beş vakit namaz kılan, Ramazan-ı şerîfte oruç tutan ve onsekiz
erkekten başkasına, başı, saçı, kolları, bacakları açık olarak görünmeyen
kadın Cennete girecektir) buyurdu.
Hadîs-i şerîflerde sevgili Peygamberimiz: (Bir kadın, beş vakit namazını kılar.
Ramazan ayında oruç tutar. Namusunu korur ve kocasına itaat ederse, dilediği
kapıdan Cennete girer.) (Beş şeyi yapan kadın Cehennemden kurtulur:
Beş vakit namazını kılar. Ramazan ayında orucunu tutar. Kocasını, anasını,
babasını üzmez. Yüzünü ve saçlarını yabancı erkeklere göstermez. Dünya
sıkıntılarına sabreder) buyurdu.
Komünistler, kadının erkeğe eşit olduğunu söylüyor. Kadın, erkeğin bütün haklarına
mâlikdir diyor. Bunun için, kadına erkek işlerini yapdırıyorlar. Kadınları demir fabrikalarında,
maden kuyularında, taş ocaklarında, Sibiryanın soğuk ormanlarında, demir
yollarında, beton dökmekde, toprak kazmakda insâfsızca ve boğaz tokluğuna, zorla
çalışdırıyorlar.
Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” hicretin onuncu yılı, son haccının
hutbesindeki sözlerinden, son nasîhatlarından biri, (Kadınlarınıza eziyyet etmeyiniz!
Onlar, Allahü teâlânın sizlere emânetidir. Onlara yumuşak olunuz,
iyilik ediniz!) olmuşdur.
İslâmiyyetde evlenmek, bir kızı mesut etmek, ibâdetdir ve bütün nâfile ibâdetlerden
daha sevâbdır.
İslâmiyyetde dört kadına kadar almağa emr olunmamış, ancak izin verilmişdir. Yâni
mubâhdır. Bunun da şartları vardır. Bu şartları taşımayan erkeğin, birden fazla evlenmesi
günâhdır. Birinci şart, zevcelerinden her birini mesut etdirecek kadar zengin
olmakdır. Diğer şartları, fıkıh kitâblarında yazılıdır.
(Ni’met-i islâm)da diyor ki, (Dörde kadar evlenmek, erkekler için kolaylık olduğu
gibi, kadınlar için de, adetleri çok olduğundan kolaylıkdır. İslâmiyyetden önce, bir erkek
dilediği kadar kadınla evlenirdi. İslâmiyyet bu sayıyı dörde indirmişdir. Birden fazla
evlenmek vâcib olmadığı gibi, mendûb da değildir. Birden fazla evlenmemenin daha
iyi olduğu bildirilmişdir.)
Hükümet, mubâh olan birşeyi emr veya yasak ederse, buna uymak câiz olur. [Berî-
ka]nın doksanbirinci sahîfesinde diyor ki, (Hükümetin islâmiyyete uygun emirlerini
yapmak vâcibdir. İslâmiyyete uymıyan emirlerine isyân etmek, fitneye, anarşiye sebeb
olmak büyük günâhdır. Büyük zarardan kurtulmak için, küçük zararı yapmak lâ-
zım olur. Faydasını düşünerek hükümetin emretdiği her mubâhı yapmak millete vâcib
olur.) 928. sahîfede diyor ki, (Zâlim olan hükümete karşı da isyân etmek câiz değildir.)
[Hadîka]da, 143.cü sahîfede diyor ki, (Zâlim hükümet mubâh işlemeği yasak ederse,
buna itâat vâcib olur. Kendini tehlikeye atması câiz olmaz.) İbni Âbidîn, kâdîlığı anlatırken
diyor ki, (Kâfir memleketlerinde kâfir kanûnlarına itâat etmek zarûreti olduğundan,
sulh ve hud’a yapılmış olur. Mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmak da câiz değildir.)
Yaradılışda, kadınlar, erkeklerden çok olduğu gibi, harblerde, kazâlarda erkeklerin
ölmesi, kadınların ölümünden daha çokdur, yâni erkek adedi, kadından azdır. İslâmiyyetin
dörde kadar izin vermesi, kızların kocasız kalmaması, metres hayatına, umûmî
evlere düşmemesi ve şereflerini, nâmûslarını, saâdetlerini teminat altına almak gâyesi
iledir. Hıristiyanlıkda erkeğin bir kadından fazla alması yasak olduğu için, erkekler,
metres hayatı yaşıyor. Komşu, ahbâb kızlarını, talebelerini, işçileri iğfâl ediyorlar. Bir-
çok kadınla gizli evlilik bağı kuruyorlar. Bir yandan kadınlar, kızlar fuhşa, felâkete sü-
rükleniyor, istikbâlleri mahvoluyor, bir yandan da, babası belirsiz milyonlarca çocuk, ya
çöplüklere bırakılıyor. Yahut, anasız, babasız, terbiyesiz yetişerek cemiyete yük ve belâ
oluyorlar. İslâmiyyetde zenginler dörde kadar evlenip, çocuklar, analı, babalı, terbiyeli
yetişir. Evler, âile yuvaları çoğalır. Cemiyet hayatı kuvvetli ve düzenli olur. Çok evlenmek
isteyenler de, zengin olmak için çalışır. İş hayatı genişler. Ticâret, teknik ilerler.
Nikâh ve Evlilik
Evlenecek olan erkek ile kadının nikâh yapmaları, Allahü teâlânın emridir. Nikâhsız
yapılan evlilik haramdır, zina olur. Nikâhsız olan evliliklerden doğan çocuklar da, “veled-i
zina” olup, nesebi sahih değildir. Babasına mirasçı olamaz. Nikâhsız evlenmek,
dinimizde günâh olduğu gibi, kanunlarda da suçtur. Müslüman, günâh ve suç işlemez.
Nikâhı Câiz Olmıyanlar
Yirmibeş kadını nikâh etmek yâni bunlarla evlenmek harâmdır. Bunlara (Mahrem)
kimseler denir. Bunlardan onsekizi (Ebedî mahrem)dir. Bunların yedisi (Zî-rahm-i
mahrem)dir. Yâni kan ile olan, nesebden, soydan akrabâdır.
Dinimizde bir erkeğin, onsekiz kadın ile nikâh yapması, evlenmesi ebedî olarak,
ölünceye kadar haramdır. Onsekiz erkek de, onsekiz kadına haram olur. Bunların dı-
şındakilerle evlenmek caiz olup bunlara da namahrem (haram olmayan) kimseler
denir.
Bir erkeğin ve kadının, nikâhlanıp hiç evlenemiyeceği onsekiz kimse şunlardır:
I. Nesep (Soy) ile Akraba Olanlar
Bir kadın için; amca, hala, teyze ve dayısının erkek çocukları da yabancı erkek gibidir.
Bunlarla evlenebilir. Fakat tenzihen mekrûhtur. Yakın akraba evliliği, doğacak
çocuğun aklî ve bedenî arızasına sebep olur. Erkeklerin de, amca, hala, teyze ve dayı
kızları ile evlenmeleri de böyledir.
[Kimyâ-i se’âdet]de diyor ki, (Nikâh olunacak kadında bulunması sünnet olan
sekiz sıfatdan sekizincisi, kadının yakın akrabâdan olmamasıdır. Hadîs-i şerîfde,
(Bunların çocukları zayıf, hastalıklı olur) buyuruldu.)
Türkçe (Mürşid-ül-müteehhilîn) kitâbında da bunun gibi yazılıdır. Bu dört kadının
kızları ile evlenmek, mekrûh değildir. Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, amcasının kızını
almadı. Amcasının oğlunun kızını aldı. Mekrûh olmadı.
II. Süt ile Akraba Olanlar
Hanbelî’de, her yaşda içen, süt kardeş olur. Diğer üç mezheb imâmı “rahmetullahi
teâlâ aleyhim ecma’în”, ikibuçuk yaşından yukarı iken içince, süt kardeş olmazlar
dedi.
III. Sıhriyet (Evlilik) ile Akraba Olanlar
Nikâh sebebi ile sonradan akrabâ olan dört kişi ile de vaty olunca evlenmek
ebedî, sonsuz harâmdır.
IV. Muvakkat (Geçici) Nikâhı Câiz Olmayanlar
Yedi kadın daha vardır ki, evli bir erkek bunlarla muvakkat olarak evlenemez. Aradaki
sebeb kalkınca, evlenmesi helâl olur. Bunlardan beşi, nikâh sebebi ile harâmdır.
Bunlar, süt ile olunca da harâmdır. Bu yedi kadına selâm vermek ve selâmlarına cevâb
vermek câiz değildir.
19- Baldız,
20- Zevcenin halası,
21- Zevcenin teyzesi,
22- Zevcenin erkek kardeşlerinin kızları,
23- Zevcenin kız kardeşlerinin kızları,
24- Müşrik kadın,
25- Câriye.
Îmân etmedikçe, müşrik [ateist] kadınlarla evlenilmez. Câriye ile, ancak hürriyetine
kavuşturulduktan sonra, nikâhla evlenilebilir. Câriye ile nikâhlı iken, hür kadını da
nikâhlamak câizdir.
Müslüman kızın, müslüman olmıyan erkekle evlenmesi câiz değildir. Evlenmeğe
karâr verirken dinden çıkar, mürted olur.
Başkasının zevcesini nikâh etmek câiz değildir. Kadın boşanmış ise ve iddet denilen
zaman geçinceye kadar beklemiş ise, bunu nikâh etmek câiz olur.
(Âhiret kardeşi) ve (Âhiret anası) ile ve (Tarîkat kardeşi) ile evlenmek câizdir.
Bunlar, kendi kardeşi, kendi anası gibi değildir. Bunların başlarını, saçlarını, görmesi,
sohbet etmeleri, bir odada yalnız kalmaları, uzak yola gitmeleri, harâmdır. Hiçbir tarî-
katde helâl değildir. Helâl diyen kâfir olur, zındık olur.
Bir adam, nikâhladığı kadının kız kardeşleri ile görüşemez ve evlenemez. Nikâhladığı
kadın ölürse veya boşarsa, bunun kız kardeşi ile, sonra evlenebilir. Bu kızlara
adamın baldızları denir. Bu adama kızların eniştesi denir. Bu adamın erkek kardeşleri,
bu nikâhlı kızın kayın birâderleri olurlar. Bu kız da, bunların yengesi olur. Bir kadın,
eniştelerinden ve kayın birâderlerinden herhangi birisi ile bir odada yalnız
kalamaz, bunlarla sefere, meselâ hacca gidemez. Yâni eniştesi ve kayın birâ-
derleri bu kadının mahrem akrabaları değildir.
Amca kızı, dayı kızı, hala kızı ve teyze kızı ve yenge, yâni kardeş zevcesi (Zî-rahm-i
mahrem) değildir. Yâni bu beş kadın, yabancı demekdir. Bunların açık yerlerine bakmak,
başı kolu açık iken konuşmak, halvet etmek harâmdır. (Halvet), bir evde, bir
odada ikisi yalnız kalmak demekdir.
MENKIBE: Peygamber Efendimizin Hazret-i Alî’ye Evlenirken
Nasihatları
Hazret-i Fâtıma-tüz-zehrâyı “radıyallahü teâlâ anhâ” hazret-i Alîye “radıyallahü
teâlâ anh” tezvîc etdiklerinde buyurdukları vasıyyetleri beyânındadır.
Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” buyurdular ki:
(Yâ Alî! Gelini kendi evine götürdüğün zaman, çorabını ayağından çıkar.
Ayağını yıka. O suyu evin bütün köşelerine saç. Böyle yapınca, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri senin evinden yetmiş türlü fakîrliği dışarı çıkarır. Yetmiş
türlü bereketi evine dâhil eder. Yetmiş rahmeti sana nâzil kılar. O gelin ile ve
onun bereketi evin köşelerine erişir. O gelin, delilikden ve diğer hastalıklardan
emîn olur.
Yâ Alî! Gelini ilk hafta, yoğurt yimekden, ayran yimekden, sirke ve ekşi yimekden
men et! )
Hazret-i Alî “kerremallahü vecheh”, “Yâ Resûlallah! neden ötürü bu şeyleri vermemem
gerekdir” diye sordu.
Resûlullah buyurdu ki:
(Ondan dolayı ki, turşu ve yoğurt ve ayran, rahimde evlâd olmasına mâni
olur. Evde bir hasır olması, doğurmayan kadından iyidir.)
Hazret-i Alî, dedi ki: Yâ Resûlallah! Sirkenin illeti nedir. Buyurdu ki: (Sirke yiyen kadının
hayzı zahmetli olur ve temizliği uzar. Keşenç [yağsız çiğ süt] yimek, hayzı
karında habs eder. Eğer Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bir evlâd verirse,
doğumu zor olur. Ammâ ekşi elmâ yimek, hayz kanını keser. Onun ardından
başka hastalık zuhûr eder.)
Sonra Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki:
(Yâ Alî, ayın evvelinde, ortasında ve sonunda ehline yakın olma ki, o hanımda
ve o evlâdda cüzzam ve dîvânelik [delilik] ve pislik olmasından korkulur.
Yâ Alî! Ehline asr [ikindi] namazından sonra yakın olma. Eğer Allahü tebâreke
ve teâlâ bir evlâd nasîb ederse ahvel [şaşı] olur ve şeytân şaşı evlâda sevinir.
Yâ Alî! Ehline yakınlık etdiğin vakit çok konuşma ki, eğer bir evlâd olursa,
yiyici olur. Avret yerine bakma. Sohbet esnâsında gözünü yumma. Evlâda körlük
getirir.
Yâ Alî! Kendi ehline bir başka kadının şehveti ile yakın olma ki, eğer bir evlâd
olur ise muhannes olur. Kadınlara benzemeye çalışır.
Yâ Alî! Cünüb olduğun zaman kat’i olarak Kur’ân-ı azîm-üş-şânı okumayasın
ki, korkulur ki, gökden bir ateş inip, seni yakar.
Yâ Alî! Cünüb hâlde sohbet etme.
Yâ Alî! Senin bir su kabın, ehlinin bir su kabı olsun. Ayrı ayrı su kapları ile
temizleniniz. Eğer bir su kabından ikiniz yıkansanız, şehvet şehvet üzerine
düşer. Aranıza düşmanlık düşer. Korkulur ki, talâk ve iftirâka müncer olur.
Yâ Alî! ikiniz de ayakda iken sohbet etmeyiniz [yaklaşmayınız], eşekler böyle
yapar. Eğer çocuk olur ise, döşeğe bevl eder.
Yâ Alî! Ehlinle bayram geceleri buluşma! Eğer çocuk olur ise altı parmağı
veya dört parmağı olur.
Yâ Alî! Ehlinle meyve ağacı altında buluşma ki, eğer çocuk olur ise kâtil olur,
kan dökücü olur. Halka zulüm eder.
Yâ Alî! Ay ışığında ehline yakın olma. Meğer bir yerde örtünülmüş olasın.
Eğer bir çocuk olursa, fakîrlikden ömür boyu kurtulamaz [emîn olmaz].
Yâ Alî! Ezân ile ikâmet arasında ehline yakın olma ki, eğer bir çocuğunuz
olur ise, kan dökmeğe hevesli olur.
Yâ Alî! Hanımın hâmile olduğu zaman abdestsiz ona yakın olma. Eğer çocuk
olursa kör gönüllü ve bahîl [cimri] elli olur.
Yâ Alî! Şa’bânın ortasında, Berât gecesi ehline yakın olma, eğer aranızda bir
çocuk olursa, derisinde, tüylerinde ve yüzünde kötü nişânlar olur.
Yâ Alî! Hanımına bacısının [baldızının] şehvetiyle yakınlık etme ki, eğer bir
çocuk olursa, hırsız olur ve halkın felâketi onun eli ile olur.
Yâ Alî! Ehline etrâfında duvar olmıyan damda yakın olma ki, eğer aranızda
bir çocuk olursa, münâfık ve mürâi, mübtedi’ [bid’at sâhibi] ve kumarbâz olur.
Yâ Alî! Sefere çıkacağın gece ehline yakın olma ki, eğer bir çocuk olursa,
malını harâm yerlere harc edici olur. Sonra meâl-i şerîfi, (Malını saçıp dağıtanlar,
şeytânın kardeşleridir) âyet-i kerîmesini okudular. [İsrâ: 27]
Yâ Alî! Üç günlük seferden geldiğin gecesi ehline yakınlık etme. Bir çocuk
olursa zâlim olur.
Yâ Alî! Pazartesi gecesi ehline yakınlık edersen, aranızda bir çocuk olursa,
hâfız-ı Kur’ân olur. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kısmetine râzı olur.
Yâ Alî! Salı gecesi ehline yakınlık edersen, çocuk hâsıl olursa, mü’min olur
ve iyi huylu olur. Rahîm gönüllü [yumuşak kalbli], cömert elli, yalandan, bühtândan
ve gıybetden temizlenmiş dilli olur.
Yâ Alî! Perşembe gecesi ehline yakınlık et ki, eğer çocuk olur ise, hikmeti
çok hakîm olur. Ve ilmi çok âlim olur ki, ilmi ile âmil olur.
Perşembe günü öğleden evvel ehline yaklaşsan, eğer aranızda bir çocuk
olursa, aslâ şeytân ona ölene kadar yaklaşamaz. Dünyada ve âhiretde selâ-
metde olur.
Eğer Cumâ gecesi ehline yakınlık edersen, bir çocuk olur ise, Kâri-i Kur’ân
olur. Veya hatib olur. Veya Vâiz olur.
Eğer Cumâ günü hanımına yakınlık edersen, bir çocuk olursa, âlim olur.
Dindârlığı ile ma’rûf ve meşhur olur.
Eğer Cumâ gecesi îşâ [yatsı] namazından bir saat sonra ehline yakınlık edersen,
eğer bir çocuk olursa, ebdallar [velîler] cümlesinden olur.
Yâ Alî! Ehline gecenin evvel saatinde yakınlık etme ki, eğer bir çocuk olursa
câdı ve kâhin olur. Dünyayı âhiret üzerine tercîh eder.
Yâ Alî! Benim vasiyetlerimi ezberle ki, Allahü teâlânın izni ile sana fayda
versin.)
Süt Kardeşlik
Süt ile, kardeş olmak demektir. Rıdâ, süt emme çağında yâni iki buçuk yaşından
küçük bir çocuğun bir kadının memesinden süt emmesi veya bir kadının sütü bir vâ-
sıta ile çocuğun midesine gitmesidir. Dinimizde insanlar arasında üç çeşit akrabalık bildirilmiştir. Bunlar; kan ile olan (nesepten,
soydan) akrabalık, sıhriyet ile (evlenmek ile) olan akrabalık ve süt ile (yabancı
bir kadının sütünü emmek ile) olan akrabalıktır.
Süt kardeşlik ve süte bağlı akrabalık, bir çocuğun yabancı bir kadının sütünü emmesiyle
meydana gelir. Süt emme şekilleri, miktarı ve emen, çocuğun yaşı, dört hak
mezhepte değişik olarak bildirilmiştir. Hanefî mezhebine göre ikibuçuk yaşından
sonra emen, süt çocuğu olmaz.
Bir çocuk, yabancı bir veya birkaç kadından süt emince, bu kadınlar çocuğun “süt
annesi”, kadının öz erkek kardeşi çocuğun “süt dayısı”, bu kadına, bu sütün gelmesine
sebep olan kocası da “süt babası” olur. Bu adamın, öz erkek kardeşi de “süt
amcası” olur. Çocuğun süt emdiği kadının bütün çocukları, bunun “süt kardeşi”
olurlar.
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, Nisâ sûresi 23. âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki:
(Vaktiyle sizi emzirmiş olan “süt” analarınız ile evlenmeniz, “kendi anaları-
nız gibi” size haram kılınmıştır.)
Peygamber Efendimiz de bir hadîs-i şerîflerinde, (Süt emmek, doğumun “nesebin,
soyun” haram kıldığı her şeyi haram kılar) buyurmuştur.
Dinimizde süt emerek meydana gelen akrabalık da, nesep (soy) ile olan akrabalık
gibi evliliğe, ebedi olarak engeldir. Süt akrabalar birbirleriyle evlenemezler.
Evlat Edinmek
Alınan evlatlık erkek ise büyüyünce zevceye, kız ise kocasına yabancı olur. Yabancı
bir kimse ile beraber kalmak ise caiz değildir. Bu bakımdan evlatlık alırken, zevcenin
kardeşlerinden birinin oğlu veya zevcin kardeşlerinden birinin kızı alınırsa mesele kalmaz.
Yahut, alınan erkek bebek, kız kardeşlerden birini veya erkek kardeşlerden birinin
hanımını emerse, o kadının yeğeni olacağı için yabancı olmaz.
Kız bebek alınca da, zevcin kız kardeşlerinden biri veya kardeşlerinin hanımlarından
biri emzirirse, zevcin yeğeni olacağı için o kadına yabancı olmaz.
Evlatlık alınan çocuk, dinen mirasçı olamaz. Ancak bir kimse sağlığında, malının bir
kısmını veya tamamını hediye etmesinde hiçbir mahzur yoktur.
Mal kaçırmak niyetiyle evlatlık olmak doğru değildir. Sağlığında, evlatlığa mal vermek
caizdir.
Evlatlık alınan çocuğa, bu benim oğlumdur veya bu benim kızımdır demek haram
olur. Fakat çağırırken, yahut onlardan bahsederken oğlum, kızım demekte mahzur
yoktur.
Evlat edinilen çocuk, evlatlık alan karı kocaya yabancıdır. Evlatlığı mahrem ve
kendi öz evladı gibi bilmek, cahiliye âdetlerindendir. İslâmiyet bu âdeti kaldırmıştır.
Evlatlığa, (Biz senin öz anan-baban oluruz) demek günâh olur. Kur’ân-ı kerîmde
meâlen buyuruluyor ki:
(Allah, evlatlıklarınızı öz oğullarınız olarak tanımadı.) [Ahzâb: 4]
Hadîs-i şerîfte de buyuruluyor ki:
(Babası olmadığını bildiği hâlde, kasten birine “Bu benim babam” diyene
Cennet haram olur.) [Buhârî]
Kızını veya oğlunu birine evlatlık verince, o çocuğun hakkı anne babasından gitmez,
devam eder. Çocuk kötü bir kimseye verilmişse âhirette anne babasından hak talep
eder niye namaz kılmayan içki içen birine verdin diye sorabilir. Birinin üstüne kaydı
yapılan evlatlığın ateist babası çocuğu geri isterse verme mecburiyeti yoktur.
Ateist aileye verip de çocuğun dinsiz yetişmesine sebep olmamak gerekir. Çocuğu
birine evlatlık verirken müslüman bir aileye ve dini öğretecek birine vermek lâzımdır.
İstenildiği zaman geri alınabilir. Çocuğu iyi terbiye edip etmediği kontrol edilmelidir.
Evlatlık verince onların çocuğu olmuş olmaz. Miraslarını almaya dinen hak kazanmaz.
Erkek ise evin hanımına, kız ise evin erkeğine yabancıdır. Evlatlık büluğa erince o evde
kalamaz. Nikâh düşer, evlenilir, yanında açık durulamaz. Bunun gibi zararları vardır.
İSLÂMİYYETDE NİKÂH
Nikâhlanmak, evlenmek demekdir. (Tatlîk) boşanmak demekdir.
Zulüm etmek korkusu varsa, bu erkeğin evlenmesi tahrîmen mekrûh olur. Açık gezen,
mahrem yerlerini erkeklere teşhîr eden aşağı kadınların arasına düşerek, nefslerine
aldanmakdan, harâm işlemekden korkanların da bir afîf, temiz müslüman kız bulup
evlenmesi farz olur. Böyle sıkışık durumda olmıyan gençlerin, ilim ve ahlâk
edinmek için çalışması, ancak hayz ve nifâs bilgilerini öğrendikden sonra
evlenmesi uygun olur.
Evlenme vakti gelmesi için önce, islâmiyyeti öğrenmek, nefsi, islâmiyyete uyar hâle
getirmek, gönül sâhibi olmak, rüşdü, aklı olgunlaşmak lâzımdır. Ondan sonra, sünneti
yerine getirmek niyyeti ile evlenir. Edebi, hayâsı, ahlâkı olan, dînini, îmânını, islâmın
şartlarını öğrenmiş, islâmiyyete uyan, sokakda islâmiyyetin emr etdiği gibi örtünen
bir kızla nikâhlanır. İffet sâhibi, dînini kayıran bir kız aramalıdır. Malı çok, güzelliği çok
olanı aramamalıdır. Mal için, güzellik için, iffeti ve salâhı elden kaçırmamalıdır. Hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki: (Kadın, yâ malı için veya güzelliği için, yahut dîni için
alınır. Siz dîni olanı alınız! Malı için alan, malına kavuşamaz. Yalnız cemâl
için alan, cemâlinden mahrûm kalır.) Din ile cemâl birlikde olması çok iyi olur.
Müslüman kızın kâfir erkekle evlenmesi câiz değildir. Kâfir erkekle evlenmeğe niyyet
edince mürted olur. İki kâfir birbiri ile evlenmiş olur. Her ikisinin de îmân etmeleri ve
yeniden nikâhlanmaları lâzım olur.
Nikâhdan önce kızı görmek sünnetdir ve iyi geçinmeği sağlar. Sâliha, iyi huylu, çocuğu
olan bir sülâleden ve asîl âile kızı aramalıdır.
Dört kadından kaçınmalı demişlerdir:
1- Dul olup, eski zevci yanında râhat yaşamışdır. O râhat günleri hâtırladıkca, ah,
of çekmekdedir.
2- Malı ile, mevki’i ile, babası ile öğünüp, başa kakan almamalı.
3- Kocasının malını, kendi akrabâsına, tanıdıklarına dağıtan kızı almamalı.
4- Kötü huy ve iffetsizlik ile adı çıkıp, kendini ve kocasını dillere düşüren kadından
kaçınmalıdır. (Gübrelikde biten gülleri koklamayınız!) hadîs-i şerîfi, sütü bozuk,
ahlâksızlarla evlenmeği yasak etmekdedir.
Nikâhlanmak istiyen, birkaç defa istihâre etmeli. Hak teâlâya sığınmalı. Nefsin ve
kötü kimselerin araya katılmasından koruması için, yalvarmalıdır.
Hanefî’de bâliğa kızı rızâsı olmadan kimse evlendiremez. Üç mezhebde, küçük kızı
babasından başkası evlendiremez.
Bütün mezheblerde, erkeğin müslüman olması, kızın müşrik olmaması birinci şartdır.
Hanefî’de, küfvüne varmıyan kadını velîleri ayırabilir. Diğer üç mezhebde velîler
buna râzı olmazlarsa, nikâh zâten sahîh olmaz.
MEHİR
(Kitâb-ül-fıkh alel-mezâhib-il-erbe’a)da diyor ki, (Mehir, evlenecek erkeğin
vereceği altın, gümüş, kâğıd para veya herhangi bir mal yahut bir menfaat demekdir.
Mehir iki kısımdır:
Birincisinin verilmesi, nikâh yapılınca vâcib olur, yâni vermesi lazım olur ve yarısı
veya hepsi sâkıt olabilir, yâni anlaşmaya bağlı olarak yarısı veya hiç verilmeyebilir.
Buna, (Mehr-i mu’accel) denir.
İkincisinin miktarı da nikâh yapılırken belli edilir ise de, verilmesi, üç şeyden biri
hâsıl olunca vâcib olur ve hiçbir sebeble azalmaz. Buna, (Mehr-i müeccel) denir. Her
iki mehir, nikâhda bildirilmedi ise, (Mehr-i misl) verilmesi lâzım olur.
Zevce firkate, yâni ayrılmağa sebeb olan birşey yaparsa, meselâ irtidâd eder veya
(Hürmet-i musâhere)ye sebeb olursa, mehr-i mu’accelin hepsi sâkıt olur, verilmez.
Erkek boşarsa veya firkate sebeb olanı yaparsa, bunun yarısı sâkıt olup, yarısı verilir.
Mehr-i müeccelin verilmesini vâcib kılan üç şey, vaty, halvet ve ikisinden
birinin ölmesidir. Bu üçünden biri hâsıl olunca, ödenmemiş mu’accel mehr
de sâkıt olmaz ve azalmaz. Vaty veya halvet hâsıl olunca, bütün mehir nikâhda
kararlaşdırılan vakti gelince veya firkat hâlinde tâm olarak ödenir. Zevce ölünce, zevc,
zevcenin vârislerine verir. Zevc ölünce, mîrâsından zevcesine verilir.
(Rıyâdunnâsıhîn)deki hadîs-i şerîfde, (Mehir vermemek niyyeti ile nikâh yapan
kimse, kıyâmet günü hırsızlar arasında haşr olunacakdır) buyuruldu.
(Mehir) söylemeden, hattâ mehir vermemek şartı ile nikâh yapmak da sahîh, şart
fâsid olur. Zevcin, (Mehr-i misl) vermesi vâcib olur. Kadının baba tarafından akrabâ-
sına verilen kadar verir.
Fârisî (Cevâhir-ül-fıkh) kitâbında, mehrin bir altından az olmaması yazılıdır.
İslâmiyyetde mehir parası, evlenmek için değildir. Evliliğin düzenli, mesut olarak devâm
etmesi, kadının hak ve hürriyetlerinin korunması, din câhili huysuz erkeğin elinde oyuncak
olmaması içindir. Mehir parasını vermek ve çocukların nafaka paralarını her ay ödemek
korkusundan erkek, zevcesini boşayamaz. Bu korkunun olmadığı yerlerde, mahkemeler boşanma davaları ile dolup taşmakdadır. Bunun için, evlenecek kızın, islâmın güzel ahlâ-
kını ve kadına verdiği kıymeti bilen ve bunlara ehemmiyyet veren erkekden az miktarda,
böyle olmıyandan ise, fazla miktarda mehir istemesi efdaldir.
Üçüncü Cild, 41. Mektûb
Bu mektûb, bir sâliha hânıma “rahmetullahi teâlâ aleyhâ” yazılmış olup, kadınlara
lâzım olan nasîhatleri bildirmekdedir:
Kadınların, Resûlullah’a “sallallahü aleyhi ve sellem” söz verdiklerini bildiren Mümtehine
sûresindeki âyet-i kerîme, Mekke şehrinin alındığı gün inmişdir. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” erkeklerle sözleşdikden sonra, kadınlarla sözleşmeğe
başladı. Kadınlarla yalnız söz ile olup, mübârek eli, kadınların ellerine dokunmadı.
Kötü huylar, kadınlarda, erkeklerden daha çok olduğundan, kadınlarla sözleşirken, erkeklerden
daha fazla şart, araya kondu. Allahü teâlânın emirlerini yapmış olmak için,
bunlardan kaçınmak lâzım geldiği bildirildi.
Birinci şart: Allahü teâlâdan başka, hiçbirşeye ibâdet etmemekdir. Bir kimse, baş-
kaları görmek için ibâdet eder veya Allahü teâlâ için eder ammâ, başkasının görmesi
de hoşuna giderse veya ibâdetinde başkasından bir karşılık, meselâ, bir (Âferin!) sözü
beklerse, o kimse, şirkden kurtulmuş olmaz ve hâlis muvahhid olmaz. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Küçük şirkden korununuz!) (Küçük şirk nedir?)
diye soruldukda, (Riyâ) buyurdu. Yâni başkasına göstermek için ibâdet etmekdir.
Kâfirlerin bayramlarında, onların yapdıklarını yapmak, hep şirkdir. Hem müslümanlığı,
hem de kâfirlik ibâdetlerini yapan, (Müşrik)dir. Kâfirliği beğenen de müşrikdir.
Müslüman olmak için, kâfirlikden kaçınmak lâzımdır. Mü’min olmak için, şirkden sıyrılmak
şartdır.
Hastalıkdan kurtulmak için, putlardan, heykellerden, papazlardan imdâd beklemek
şirkdir ki, bu hâl müslümanlar arasında yayılmışdır. İhtiyâclarını putlardan, heykellerden
istemek, kâfirlikdir [Allah’a düşmanlıkdır]. Nisâ sûresi, ellidokuzuncu [59] âyetinde
meâlen, (Onlara, kâfirlere inanmayınız dediğim hâlde, onlar kâfirlerin sözleri
ile hareket ediyorlar. Şeytân onları aldatıyor) buyuruldu. Kadınların çoğu,
bilmiyerek, bu belâya düşüyor. Ne oldukları bilinmiyen bir takım isimlerden meded
bekleyip, bunlarla belâdan kurtulmak istiyorlar. Kâfirlerin âdetlerini, kâfirlik alâmetlerini
yapıyorlar. Bilhâssa, çiçek hastalığı zamanında, bu belâ, iyilerinde de, fenâlarında
da görülüyor. Bu şirkden kurtulabilen ve kâfirlik alâmetlerinden birini yapmıyan kadın,
çok azdır. Hindûların bayram günlerine [ve ateşe tapınanların Nevruz günlerine ve hı-
ristiyanların Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına] hürmet etmek ve o zamanlarda,
onların âdetlerini, onlar gibi yapmak, şirk olur. Küfre sebeb olur. Kâfirlerin bayramlarında,
müslümanların câhilleri ve hele kadınlar, kâfirlerin yapdıklarını yapıyor ve bu
günleri, müslüman bayramı zan ediyor ve kâfirler gibi, birbirlerine hediye gönderiyorlar.
Eşyâlarını, sofralarını kâfirlerin yapdığı gibi, süslüyorlar. O geceleri, başka gecelerden
ayırd ediyorlar. Bunlar hep şirkdir, kâfirlikdir. Sûre-i Yusuf’daki âyet-i kerîmede
meâlen, (Biz, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, her şeyi yaratan O olduğuna
inandık, müslüman olduk diyenlerin çoğu, başkalarına ibâdet ve itâat ederek ve daha birçok hareketleri ve sözleri ile, müşrik oluyorlar) buyuruldu.
Şeyhler için, türbeler için kurban adıyorlar. Götürüp mezar başında kesiyorlar. Fıkıh
kitâbları, bunu da şirk saymakdadır. Bazı kimseler, daha ileri giderek, böyle kurbanları,
cin kurbanı oluyor diyorlar. Dînimiz bunu red ediyor ve şirk sayıyor. Adak yapmak, çok
şekilde olur. Hayvan kesmeği adamağa ve bunu kesip cin kurbanlarından oldu deme-
ğe ve cinlere tapanlara benzemeğe ne lüzûm var?
Şeyhler için tutdukları oruçlar da böyledir. Bir takım isimler uydurup, o isimlere
niyyet ediyor, iftâr zamanı her oruç için, husûsî yemekler şart ediyor ve gün de tayin
ediyorlar. İşleri, bu oruçlar sâyesinde oluyor sanıyorlar. Bu da, ibâdetde şirkdir. İşleri
hâsıl olmak için, başkasına ibâdet etmekdir. Bunun çirkinliğini iyi anlamak lâzımdır.
Hâlbuki hadîs-i kudsîde buyuruldu ki: (Oruç benim için tutulur. Onun karşılığını
ben veririm!) Yâni oruç, yalnız benim için tutulur. Bana, oruçda başkası şerîk olamaz.
Hiçbir ibâdetde, Allahü teâlâya birşeyi ortak etmek câiz değil ise de, yalnız orucu buyurması,
bunda şirk yapmamağa çok dikkat olunması içindir. Bazı kadınlar, hîle yaparak,
bu oruçları, Allah için tutuyoruz ve sevâbını şeyhlerimize hediye ediyoruz diyor. Bu
sözleri doğru ise, oruç için, niçin gün tayin ediyorlar ve muayyen iftârlık yiyor ve iftâr
zamanında çirkin işler yapıyorlar? Çokları iftârda harâm işliyor. Bu şartları yapabilmek
için, dilencilik bile yapıyor ve işlerinin bu harâmlar sâyesinde hâsıl olduğuna inanıyor.
Bunlar, hep yoldan çıkmakdır. Şeytânın aldatmasıdır.
Kadınlardan söz alınan ikinci şart: Hırsızlık etmemekdir. Hırsızlık, büyük günâhlardan
biridir. Çok kadınlar, bu günâha yakalanmışdır. Hırsızlığın inceliklerinden kurtulabilen
kadın pek azdır. Bunun için, hırsızlıkdan kaçınmak, ikinci şart oldu. Kocalarının
malını, kocalarının izni olmadan harc eden kadınlar hırsız oluyor. Bununla, büyük
günâha girmiş oluyor. Bu hâl, hemen bütün kadınlarda var gibidir. Hepsinde bu hiyâ-
net hâsıl olmakdadır. Ancak, Allahü teâlânın koruduğu az kimse bundan kurtulmakdadır.
Keşki, bunun hırsızlık olduğunu, günâh olduğunu bilselerdi. Bunu, helâl bilenleri
çokdur. Helâl bilenlerin kâfir olmaları korkusu çokdur. Allahü teâlâ, kadınları şirkden
men etdikden sonra, ikinci olarak, hırsızlıkdan men buyurdu. Çünkü, bunu helâl sanarak,
çoğu kâfir olur. Bundan dolayı, bu günâh, kadınlar için, başka günâhlardan daha
büyük oldu. Böyle kadınlar, kocalarının mallarını her zaman alarak hıyânete alışdıklarından,
böylece, başkasının malını kullanmanın çirkinliği kalblerinden kalkar. Başkalarının
mallarını da, habersiz kullanmak kendilerine hafîf gelir. Çekinmeden başkalarının
mallarına hıyânet ve hırsızlık eder. İyi düşünülürse, böyle olacağı açıkca anlaşılır. O
hâlde, kadınları hırsızlıkdan men etmek, dîn-i islâmda çok ehemmiyyetlidir. Şirkden
sonra, onlar için ikinci çirkin şey bu oldu. [Bir mü’min, kendine sâdık ve emîn olan
zevcesini bu büyük günâhdan kurtarmak için, malını istediği şekilde sarf etmesine
önceden izin vermelidir.]
İlâve: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” birgün Eshâb-ı kirâmına sorarak:
(Hırsızların büyüğü kimdir bilir misiniz?) buyurdu. Bilmiyoruz. Siz buyurun!
dediklerinde: (Hırsızların büyüğü, namazından çalandır ki, namazın erkânını
tamam yapmaz!) buyurdu. Bu hırsızlıkdan da sakınmalıdır ve büyük hırsız olmakdan
kurtulmalıdır. Kalbe hiçbir şey getirmiyerek, niyyet etmelidir. Niyyet doğru olmazsa,
ibâdet sahîh olmaz. Kırâeti doğru okumalıdır. Rükû’ü, secdeleri, kavmeyi ve celseyi, itmînân ile yapmalıdır. Yâni, rükû’den kalkınca tam dikilip, bir tesbîh miktarı durmalı
ve iki secde arasında doğru oturup yine bir tesbîh miktarı öyle durmalıdır. Böylece,
kavmede ve celsede, itmînân [yâni tumânînet] hâsıl olur. Böyle yapmıyanlar, hırsızlardan
olur ve çok azâblara yakalanır.
Kadınlardan istenilen üçüncü şart: Zinâ etmemekdir. Bu şartı, yalnız kadınlardan
istemek, bu günâhın hâsıl olması, çok defa onların râzı olmalarına bağlı olduğu
içindir ve kendilerini gösterdikleri [erkeklerin kollarına atıldıkları] içindir. O hâlde, bu
günâhın ilk sebebi onlardır. Bu işde, onların rızâları muteberdir. Bunun için, bu amelden,
kadınların daha kuvvetli men edilmeleri icab etdi. Bundan dolayı, Allahü teâlâ,
Kur’ân-ı kerîm’de, bu günâhda kadını erkekden evvel söyledi ve (Kadına ve erkeğe
yüz sopa vurunuz!) buyurdu. Bu günâh insana, dünyada ve âhiretde zarar verir ve
bütün dinlerde yasak ve çirkin olmuşdur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”
buyurdu ki: (Zinânın dünyada üç fenâlığı vardır: Biri, güzelliği ve parlaklığı
giderir. İkincisi, fakîrliğe sebeb olur. Üçüncüsü, ömrün kısalmasına sebeb
olur. Âhiretdeki üç zararına gelince, Allahü teâlânın gadabına sebeb olur.
İkincisi, süâlin, hesâbın fenâ geçmesine sebeb olur. Üçüncüsü, Cehennem
ateşinde azâb çekmeğe sebeb olur.) Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Yabancı
kadınlara bakmak, gözlerin zinâsıdır. Onları tutmak, ellerin zinâsıdır. Onlara
gitmek, ayakların zinâsıdır.) Nûr sûresindeki otuzuncu âyet-i kerîmede meâlen,
(Mü’minlere söyle, yabancı kadınlara bakmasınlar ve zinâ etmesinler! Ve
mü’min kadınlara söyle! Onlar da, yabancı erkeklere bakmasınlar ve zinâ etmesinler!)
buyruldu. Kalb, göze tâbidir. Gözler harâmdan sakınmazsa, kalbi korumak
güç olur. Kalb, harâma dalarsa, zinâdan sakınmak güç olur. O hâlde, îmânı olanların,
Allahü teâlâdan korkanların, harâma bakmaması lâzımdır. Ancak bu sûretle, kendini
korumak, dünya ve âhiretde zarardan kurtulmak mümkün olur. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı
kerîmde kadınların, kızların, yabancı erkeklerle yumuşak sesle, nezâketle konuşmalarını,
böylece kötü adamların kalblerine fenâlık getirmelerini men buyurmakda, buna
sebeb olmıyacak şekilde söylemelerini istemekdedir. Kadınların, yabancı erkeklere
süslenmelerini yasak etmekdedir. Bileziklerinin sesini duyurmamak için, yavaş, sessiz
yürümelerini emr etmekdedir. Yâni fıska, günâha sebeb olan her şey de günâhdır. O
hâlde günâha, harâma sebeb olan şeylerden kaçmak lâzımdır.
(Safizm), yâni kadınların, yabancı kadınlara şehvet ile bakması ve dokunması, kadınların,
kocasından başkasına, erkek ve kadın, kim olursa olsun, yabancıya süslenmeleri
câiz değildir. Erkeklerin homoseksüel olması, yâni oğlanlara şehvet ile bakmaları
ve dokunmaları harâm olduğu gibi, kadının da homoseksüel olması, yâni kadına
şehvet ile dokunması ve bakması harâmdır. Dünyada ve âhiretde felâketlerden kurtulmak
için, bu incelikleri iyi gözetmek lâzımdır. Erkekle kadın, başka cinsden oldukları
için, bir araya gelmeleri gücdür. Kadının kadına yaklaşması böyle olmayıp kolaydır.
Bunun için kadının kadına bakmasını ve dokunmasını, erkeğin kadına ve kadının erkeğe
bakmasından daha şiddetle men etmelidir.
Kadınlardan istenilen dördüncü şart: Çocuğunu öldürmemekdir. O zaman, kadınlar,
fakîrlikden korkarak, kızlarını öldürürlerdi. Bu çirkin hareket, haksız yere câna
kıymak olduğu gibi, evlâd hakkını da tanımamakdır ve her ikisi de büyük günâhdır. [Çocuk aldırmak da böyledir. İbni Âbidîn, beşinci cild, ikiyüzyetmişaltıncı [276]
sahîfede diyor ki, (Özürsüz, çocuk düşürmek, herhâlinde harâmdır. Ananın veya süt
emen diğer çocuğun ölümüne sebeb olan bir özür varsa, uzuvları teşekkül etmeden
düşürmek câiz olur.) Uzuvlar yüzyirmi gün sonra teşekkül eder denildi. Cânlı çocuğu
almak da, aldırmak da harâmdır. Çocuk olmaması için önceden tedbir almak, meselâ
prezervatif kullanmak câizdir. Fakîrlikden dolayı iyi bakamamak, besliyememek korkusu,
çocuk düşürmek için özür olmaz. Din düşmanlarının yasaklamasından dolayı,
din bilgisi verememek, islâm terbiyesi ile yetişdirememek korkusu özür olur. Çocuğun
râhat tevellüd etmesi için (Bostân-ül-ârifîn) sonunda diyor ki, Abdüllah ibni Abbâs
“radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurdu ki, bir tas, tabak içine (Bismillâhillezî lâ ilâ-
he illâ huv El-Halîm-ül Kerîm. Sübhâne Rabbil’ Arş-il’azîm Elhamdülillahi
Rabbil’ âlemîn) ve sonra (Nâzi’ât) sûresinin son âyetini ve Ke-ennehüm’den itibâren
(Ahkâf) sûresinin son âyetini islâm harfleri ile yazıp, eritip anasına içirmelidir.
Kadınlardan istenilen beşinci şart: Bühtân ve iftirâ etmemekdir. Bu günâh,
kadınlarda çok olduğundan onlara şart edildi. İftirâ büyük günâhdır ve çok fenâdır.
Bunda yalan söylemek de vardır ki, yalan, her dinde harâmdır. İftirâda bir mü’mini
incitmek de vardır ki, bu da, başkaca harâmdır. Bunlardan başka, iftirâ etmek, yeryü-
zünde fesâd çıkarmağa, ortalığı karışdırmağa sebeb olur ki, bu da harâmdır.
Altıncı şart: Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin her emrine itâat
etmekdir. Bu şart, bütün farzları, sünnetleri yapmak ve bütün yasaklardan kaçınmak
demekdir ve islâmın beş şartını bildirmekdedir.
İslâmın beş şartından biri, namazdır. Beş vakit namazı üşenmeden, seve seve kılmalıdır.
Malın zekâtını, emr edilen yerine, hevesle vermelidir. Ramazân-ı şerîf orucu,
bir senelik günâhların afvına sebebdir. Oruç tutmakdan zevk almalıdır. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Hac edenin geçmiş günâhları afv olur!)
Kâ’be-i mu’azzamaya gidip hac etmeği büyük kazanç bilmelidir. Vera’ ve takvâyı elden
bırakmamalıdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Dînin
direği vera’dır.) İçki içmemelidir. Sarhoş yapan her şey, şarap gibi harâmdır. Mûsikî-
den de kaçınmalıdır ki, lehv ve la’bdir. Yâni nefsin istediği faydasız işdir ve harâmdır.
Bir hadîs-i şerîfde, (Mûsikî, zinâya yol açar) buyuruldu. Müslümanları gıybet
etmek, yâni kötülemek niyyeti ile çekişdirmek, iki müslüman arasında söz taşımak,
mûsikîden daha büyük harâmdır. [Zimmîyi gıybet etmenin de harâm olduğu, (Behcet-ül-fetâvâ)da
yazılıdır.] Bunlardan kaçınmak lâzımdır. Müslümanla alay etmek,
kalbini kırmak da harâm olup, sakınmak lâzımdır.
Uğursuzluğa İnanmak
Uğursuzluğa inanmamalı, tesir eder sanmamalıdır. (Rûh-ul-beyân)da, Tevbe sû-
resi, otuzyedinci âyetinin tefsîrinde diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
teşrîf edince, günlerin mü’minlere uğursuz olmaları kalmadı.) Bir hastalığın sağlam
insana elbette geçeceğini kabûl etmemelidir. Allahü teâlâ dilerse geçer, dilemezse
geçmez. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Müslümanlıkda,
uğursuzluk ve hastalığın sağlam kimseye muhakkak geçmesi yokdur.)
[Bununla beraber, tehlikeli şeylerden, şüpheli yerlerden kaçınmak vâcibdir. Hastalığa
yakalanmamak için tedbir almalıdır.] Kâhinlere, falcılara inanmamalıdır. Bilinmiyen
şeyleri bunlara sormamalıdır. Bunları gaybleri bilir sanmamalıdır.
Sihir
(Sihir), yâni büyü yapmamalıdır ve sihir yapdırmamalıdır, harâmdır ve küfre en yakın
olan, en fenâ harâmdır. Sihre âid ufak birşey yapmamağa çok dikkat etmelidir.
Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Müslüman sihir yapamaz. Allah saklasın îmânı
gitdikden sonra, sihri tesir eder.) Sanki sihir yapınca, îmânı gider.
[İmâm-ı Nevevî “rahmetullahi aleyh” dedi ki: (Sihir yaparken küfre sebeb olan
kelime veya iş olursa, küfrdür. Böyle kelime veya iş bulunmazsa, büyük günâhdır.) Sihir
insanları hasta yapar. Sevgi veya muhabbetsizlik yapar. Yâni cesede ve rûha tesir
eder. Sihir, kadınlara ve çocuklara daha çok tesir eder. Sihrin tesiri kat’î değildir. İlâcın
tesiri gibi olup, Allahü teâlâ, isterse tesirini yaratır. İstemezse, hiç tesir etdirmez. Aç-
lık çekerek, sıkıntılı işler yaparak, nefsini ezen, harâm işlemekden zevk alamaz hâle
getiren kâfirlerin yapdığı sihir tesir etmekdedir. Böyle papazların sihir çözmeleri de
tesirli olmakdadır. Şimdiki papazlar, dünya zevklerine düşkün ve nefsleri azgın oldu-
ğundan, sihir yapamaz ve bozamazlar.
Âyât-ı Hırz ve Büyüden Kurtulmak
Bir sâhir, sihir ile istediğini elbette yapar, sihir muhakkak tesir eder diyen ve inanan kâfir
olur. Sihir, Allahü teâlâ takdîr etmiş ise, tesir edebilir, demelidir. Büyü yapılmış olan kimse,
(Mevâhib-i ledünniyye) tercümesi ikinci cildi, yüzseksenyedinci [187] sahîfedeki
âyet-i kerîmeleri ve duâları ve arabî (Teshîl-ül-menâfi’) sonundaki (Âyât-ı hırz)ı sabâh
ve ikindi namazlarından sonra, yedi gün birer kere okur ve boynuna asarsa, şifâ bulur. Bir
miktar suya, (Âyet-el-kürsî) ve (İhlâs) ve (Mu’avvizeteyn) okumalı. Büyülenmiş kimse
bundan üç yudum içmeli, kalan ile gusl abdesti almalıdır. Şifâ bulur.
(İbni Âbidîn)de, hastalık sebebi ile boşanmakda, (Zerkânî)nin 7.ci cild, 104. cü
sahîfesinde ve (Mevâhib-i ledünniyye) tercümesinde diyorlar ki, (Sidr ağacının ye-
şil yaprağından yedi adedi iki taş arasında ezilip su ile karışdırılır. Üzerine Âyet-elkürsi,
İhlâs ve Kul’e’ûzüler okunur. Üç yudum içip, gusl edilir.) Sidr, Lotus denilen yabânî
kiraz [Kâzib abanoz] ağacıdır. (Mekâtîb-i şerîfe)nin doksanaltıncı mektûbunda
diyor ki, (Hâcetlere kavuşmak için, iki rek’at namaz kılıp, sevâbını silsile-i aliyyenin
rûhlarına hediye etmeli, bunların hürmeti için diyerek duâ etmelidir.)
Mevlânâ Muhammed Osmân sâhib “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fevâid-i Osmâ-
niyye) kitâbının yüzüçüncü sahîfesi sonunda buyuruyor ki, (Sihir ve cadı, yâni büyü
âfetlerinden kurtulmak için, üç kere Salevât-ı şerîfe okumalı, sonra yedi
Fâtiha, yedi Âyet-el-kürsî, yedi Kâfirûn sûresi, yedi İhlâs-ı şerîf, yedi Felak
ve yedi Nâs sûreleri okuyup kendi üzerine veya hasta üzerine üflemelidir.
Bunları tekrâr okuyup, büyülenmiş olanın odasına, yatağına, evin her yerine, bahçesine
üflemelidir. İnşâallahü teâlâ, büyüden halâs olur. [Buna karşılık ücret almamalıdır.]
Bütün hastalıklar için de iyidir.
Bereket ve Dua
Tarlaya bereket gelmesi için, mahsûlün uşrunu vermeli, sonra Eshâb-ı Kehfin isimleri
dört kâğıda yazılıp, ayrı ayrı sarılıp, tarlanın ayak basmıyan dört köşesine defn
edilmelidir. Sabâh ve yatsı namazlarından sonra büyük âlimlerin [silsile-i aliyyenin]
isimlerini, sonra Fâtiha-i şerîfeyi okuyarak rûhlarına gönderip, onları vesîle ederek
yapılan duânın kabûl olduğu tecrübe edilmiştir.) 148.ci sahîfesinde ve (Rûh-ul-beyân)
da diyor ki, (Eshâb-ı Kehfin isimleri yazılı kâğıdı evinde, üstünde bulundurmak da,
korur. Bereket verir.)
Nazar Değmesi Hakdır
Yâni, göz değmesi doğrudur. Bazı kimseler, birşeye bakıp, beğendiği zaman, gözlerinden
çıkan şuâ zararlı olup cânlı ve cânsız, her şeyin bozulmasına sebeb oluyor. Bunun
misâlleri çokdur. Fen, belki birgün, bu şuâları ve tesirlerini anlıyabilecekdir. Nazarı
değen kimse, hattâ herkes, beğendiği birşeyi görünce (Mâşâallah) demeli, ondan
sonra o şeyi söylemelidir. Önce Mâşâallah deyince, nazar değmez. Nazar değen veya
korkan çocuk için, çöp yakıp etrâfında döndürerek tütsülemek veya ergimiş mumu
başı üzerinde suya dökmek [ve kurşun dökmek] câiz olduğu, (Fetâvâ-yı Hindiyye)
de yazılıdır. (Fâtiha, Âyet-el-kürsî ve E’ûzü bi-kelimâtillâhittâmmeti… okumak)
hadîs-i şerîfde emr edildiği (Teshîl) 76.cı sahîfede yazılıdır. (Mevâhib)de ve
(Medâric)de diyor ki, (İmâm-ı Mâlike göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, demirle, tuzla,
iplik düğümlemekle ve mühr-i Süleymânla Rukye yapmak mekrûhdur.)
Muska Taşımak
(Rukye), okuyup üflemek veya üzerinde taşımak demekdir. Âyet-i kerîme ile ve
Resûlullah’dan gelen duâlar ile Rukye yapmağa, (Ta’vîz) denir. Ta’vîz câizdir ve inanan,
güvenen kimseye fayda verir. Ta’vîz yazılı muskayı [muşamba, naylon gibi su
geçirmez şeylere] sarılı olarak cünübün taşıması ve helâya girilmesinin câiz oldu-
ğu (Halebî)de ve (Dürr-ül-muhtâr)da, tahâret bahsi sonunda [s. 119’da] yazılıdır.
Mânâsı bilinmiyen veya küfre sebeb olan rukyeyi okumağa, (Efsûn) denir. Bunu veya
nazarlık denilen şeyleri kendi üzerinde taşımağa, (Temîme) denir. Muhabbet hâsıl
etmek için yapılan rukyelere (Tivele) denir.
İbni Âbidîn beşinci cild, ikiyüzotuzikinci [232] ve ikiyüzyetmişbeşinci [275] sahî-
felerinde ve (Mevâhib)de ve (Medâric)de yazılı hadîs-i şerîfde, (Temîme ve Tivele
şirkdir) buyuruldu. İbni Âbidîn burada, nazar değmemek için tarlaya kemik,
hayvan kafası koymak câiz olduğunu bildirmekdedir. Bakan kimse, önce bunu görüp
tarlayı sonra görür. Mâvi boncuk ve başka şeyleri bu niyyet ile taşımanın (Temîme)
olmıyacağı, câiz olacağı buradan anlaşılmakdadır. Nazar değen kimseye şifâ için
(Âyet-el-kürsî), (Fâtiha), (Mu’avvizeteyn) ve (Nûn sûresi)nin sonunu okumak
muhakkak iyi geldiği, fârisî (Medâric-ün-Nübüvve) kitâbında ve (Mevâhib-i ledünniyye)
tercümesi ikinci cild, [179]. cu sahîfesinde yazılıdır. Bu iki kitâbdaki ve
(Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının ikiyüzüncü [200] sahîfesinde yazılı duâları okumak da
faydalıdır. Duâların en kıymetlisi ve faydalısı (Fâtiha) sûresidir. (Tefsîr-i Mazherî)
son sahîfesinde diyor ki, (İbni Mâce’de yazılı, hazret-i Alînin bildirdiği hadîs-i şerîfde,
(İlâcların en iyisi Kur’ân-ı kerîmdir) buyuruldu. Hastaya okunursa, hastalığı
hafîfler.) Eceli gelmemiş ise, iyi olur. Eceli gelmiş ise, rûhunu teslîm etmesi kolay olur.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” gam, gussa, sıkıntıyı gidermek için, (Lâ ilâhe
illallâhül’azîm-ül-halîm lâ ilâhe illallâhü Rabbül-Arş-il’azîm lâ ilâhe illallahü
Rabbüs-semâvâti ve Rabbül-Erdı Rabbül’Arş-il-kerîm) okurdu. (Bismillâhirrahmânirrahîm
ve lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâhil’ aliyyil’azîm) okumak,
sinir hastalığına ve bütün hastalıklara iyi geldiğini Enes bin Mâlik haber vermişdir.
Sebeplere Yapışmak
Harâm işliyenin ve kalbi gâfil olanın duâsı kabûl olmaz. Mâide sûresinde Allahü
teâlânın yaratması için, vesîleye, yâni sebeblere yapışmak emrolunmakdadır. Tesiri
kat’î olan sebeblere yapışmak farzdır. Meselâ, Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmak
için, islâmiyyete uymak ve duâ etmek emr olundu. Diğer sebebler ve tesirleri
açıkca bildirilmediği için bunlara uymak sünnet oldu. Peygamberlerin ve Evliyânın
rûhlarından ve ilâçlardan şifâ beklemek ve dertlerden, belâlardan kurtulmak için bunları
vesîle yapmak sünnet oldu. Vehhâbîler bu sünnete şirk, küfr diyerek, âyet-i kerî-
meyi inkâr ediyorlar. Rûhların vesîle olduğu (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının ikiyüzyirmisekizinci
ve sonraki sahîfelerinde açıkca yazılıdır. Ehl-i sünnet i’tikâdında olmıyanın
duâsı fayda vermez.
Allahü teâlâ, her şeyi bir sebeb ile yaratmakdadır. Birşeye kavuşmak istiyen, o şeyin
sebebine kavuşmak için duâ etmelidir. Sebebine kavuşunca, bu sebebe yapışır. İnsana
sıhhat, şifâ vermek için, duâ etmeği, sadaka vermeği ve ilâç kullanmağı sebeb
yapmışdır. Âyet-i kerîme veya duâ bir çanağa yazılır. Yahut kâğıda yazılıp, kâğıd çana-
ğa konur. Üzerine su konur. Yazı eriyince, hergün içilir. Yahut, bu kâğıdı muska yapıp,
üzerinde taşır. Yahut, bunları okuyup, iki avucuna üfürür. Avuçları ile vücûdünü sıvar.
(Tibyân tefsîri) son sahîfesinde diyor ki, (Âişe vâldemiz buyurdu ki, Resûlullahın bir
yerinde ağrı olsa iki Kûl e’ûzü sûresini okuyup, mübârek avucuna üfler, elini ağrı olan
yere sürerdi.)
Duâ ve ilâç, ömrü uzatmaz. Eceli geleni ölümden kurtarmaz. Ömür, ecel bilinmediği
için, duâ etmek, ilâç kullanmak lâzımdır. Eceli gelmemiş olan, sıhhate, kuvvete kavu-
şur. Şifâyı ilâçdan değil, Allahü teâlâdan beklemelidir.
Muhammed Ma’sûm “rahmetullahi aleyh” (Mektûbât)da buyuruyor ki, (Murâd için
âyet-i kerîme ve duâyı izin alarak okumalı demişlerdir.) İzin veren, onu kendine
vekil etmiş olur. Meşhûr bir Âlimin, Velînin kitâbında (okumalıdır) yazmış
olması, izin vermek olur. İzin vereni ve iznini düşünerek okuyunca, o zât
okumuş gibi faydalı, tesirli olur.
Kur’ân-ı kerîmi ve duâyı ücret ile okumak, yâni okuması için, önceden birşey istemek
büyük günâhdır. İstemesi ve alması harâm olur ve okuduğunun faydası olmaz.
Birşey istemeyip, sonradan verilirse, hediye olur. Hediyeyi alması câiz olur.
Göz değen kimseye, Peygamber efendimizin bildirdiği şu ta’vîzi okumalıdır: (E’ûzü
bi-kelimâtillâhittâmmati min şerri külli şeytânın ve hâmmatin ve min şerri külli aynin lâmmetin.) Bu ta’vîz her sabâh ve akşam üç defa okunup kendi üzerine
veya yanındakilerin üzerine üflenirse, göz değmesinden ve şeytânların ve hayvanların
zararından korur.) Bir kimseye okurken, E’ûzü yerine (Ü’îzüke) denir. İki kişiye okurken
(Ü’îzükümâ) denir. İkiden fazla kimseye okurken, (Ü’îzüküm) demelidir].
Hulâsa, Muhbir-i sâdık [yâni hep doğru söyleyici] ne bildirdi ise ve Ehl-i sünnet
âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” din kitâblarında ne yazdı ise, onları yapmağa
canla başla çalışmalıdır. Bunların aksini şiddetli zehir bilmelidir ki, sonsuz ölü-
me sürüklerler. Yâni, ebedî ve çeşit çeşit azâblara sebeb olurlar.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin huzûrunda bulunan
kadınlar, bunların hepsini kabûl etdi ve yalnız söz ile ahd etdiler. Resû-
lullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunlara hayır duâ etdi ve afvlarını diledi.
Bu duâlarının kabûl olduğu tam umulur ve hepsinin afv olduğu malûm olur. Ebû
Süfyânın zevcesi ve Mu’âviyenin “radıyallahü anhümâ” annesi olan Hind “radıyallahü
anhâ” bunların arasında idi ve hattâ başkanları idi. Kadınlar nâmına o konuşmuşdu.
Bu ahdından ve bu istiğfâr duâsına kavuşmasından dolayı, kazandığı çok umulur.
Müslüman kadınlardan herhangisi de, bu şartları kabûl ederek, bunlara
uyarsa, bu sözleşmeğe dâhil sayılır ve bu duâdan faydalanır.
Süâl: Kusurlu olan, günâhı olan kimseden râzı olurlar mı?
Cevâb: Allahü teâlâ, onu afv etmek isterse ve afv için sebeb araya korsa, o kimse,
görünüşde günâhı bulunsa bile, elbette râzı olunmuşlardan demekdir.
Allahü teâlâ hepimizi râzı olduğu kullardan eyliye! Âmîn.
Her şey geçer âlemde, bir hâlde yoktur sükûn!
Bil ki değmez teessüf etmeğe dünyây-ı dûn!
İstikâmet zarardan, seni hep eyler masûn.
Hak eder sâdıkların hasmını elbet zebûn.
Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!
Birini tezlîl için, zulmle etme iştigâl,
Arkadaş kazanmağa, olur mâni’ sû’-i hâl,
Yüz suyu dökme sakın, hem de etme kîl-ü kal,
Müstekîm ol, hep çalış, verir elbet Zülcelâl.
Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!
Cinlerin Zararından Kurtulmak
Cinlerin insanlarda yapdıkları hastalıklardır. Müslüman cinlerden insanlara zarar
gelmez. Cinler her şekilde görünür. Kâfir cinler, sâlih insan şekline de girer. Kâfir
insanlar gibi, bir iyilik yapınca, küfre, fıska da sebeb olurlar. Arkadaşlık etdiği insanın
göstereceği kimselerde hastalık, sihir yaparlar. Bu hastalıkdan kurtulmak için, bu
cinni öldürmek veya kovmak lâzımdır. Cinnin zararından kurtulmak için, en tesirli iki
silâh, (Kelime-i temcîd) ve (İstiğfâr duâsı)dır. Kelime-i temcîd, (Lâ havle ve lâ
kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm)dir. Bunu okuyandan cinlerin kaçdığını, büyünün
bozulduğunu, imâm-ı Rabbânî hazretleri 1. Cild 174. mektûbunda, istiğfâr duâsının
da, derdlere devâ olduğu hadîs-i şerîflerde bildirilmişdir.