İSLÂMİYET VE ÇALIŞMA HAYATIMIZ - kainatingunesi.com

İSLÂMİYET VE ÇALIŞMA HAYATIMIZ

Helâl Lokma Kazanmak

Bütün ibâdetlerin kabul olması, helâl lokmaya bağlıdır. İbâdetler on kısımdır. Dokuz kısmı helâl kazanmaktır. Bir kısmı da bildiğimiz bütün ibâdetlerdir. O hâlde helâl kazanmaya çalışmalıdır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ güzeldir. Yalnız güzel yapılan ibâdetleri kabul eder. Cenâb-ı Hak, “Helâl yiyiniz ve sâlih, iyi işler yapınız” buyurmaktadır.)

(Uzak yoldan gelmiş, saçı sakalı dağılmış, yüzü gözü toz içinde bir kimse, ellerini uzatıp dua ediyor. “Yâ Rabbî!” diye yalvarıyor. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, gıdası hep haram. Bunun duası nasıl kabul olur?) Yâni haram yiyenin duası kabul olmaz. İşte haramı, helâli bilmeyen, bunları birbirinden ayıramayan, haramdan kurtulamaz, ibâdetleri boşuna gider.

Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Helâl kazanmak her müslümana farzdır.)
(İlim öğrenmek her müslümana farzdır.)

Bazı âlimler, bu ikinci hadîs-i şerîfteki ilimden murat, (Helâl ve haram ilmidir) demişlerdir. Helâl kazanmak için helâli ve haramı öğrenmek lâzımdır. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe hazretlerine birisi sordu: (Vakitlerimi ibâdetle geçirmek istiyorum. Bana bir şey yaz da, hep onu yapayım!) İmâm-ı A’zam hazretleri birkaç gün içinde alış-veriş bilgilerini yazıp o adama verince, (Bu bilgiler tüccarlara lâzım olur. Ben evimde oturup ibâdetle meşgul olacağım) dedi. Cevâbında (Yiyecek ve giyecek lâzım olmayan kimse var mı?) Dînin alış-veriş kısmını bilmeyen, haram lokmadan kurtulamaz ve ibâdetlerin sevabını bulamaz. Zahmetleri boşa gider ve azaba yakalanır ve çok pişman olur, buyurdu.

İbrahim Edhem hazretlerine, (Falanca yerde bir genç var. Gece-gündüz ibâdet ediyor. Vecde gelip kendinden geçiyor) dediler. Gencin yanına gidip, üç gün misafir kaldı. Dikkat etti, söylediklerinden daha çok şeyler gördü. Kendinin soğuk, hâlsiz, habersiz, gencin ise, böyle uykusuz ve gayretli hâline şaşıp kaldı. Gençteki bu hâllerin şeytandan olup olmadığını anlamak istiyordu. Yediğine dikkat etti. Lokması helâlden değildi. (Allahü ekber, bu hâlleri hep şeytandandır) dedi. Genci evine davet etti. Kendi yemeğinden yedirince, gencin hâli değişip, o aşkı, o arzusu, o gayreti kalmadı. Genç, İbrahim Edhem hazretlerine, (Bana ne oldu?) diye sordu. (Yediğin helâlden değildi. Yemek yerken, şeytan da midene giriyordu. O hâller şeytandan oluyordu. Helâl yiyince şeytan giremedi. Asıl doğru hâlin meydana çıktı) buyurdu.

Haram yemek, kalbi karartır, hasta eder. Ebû Süleymân-ı Dârâni hazretleri, (Helâlden bir lokma az yemeği, akşamdan sabaha kadar namaz kılmaktan daha çok severim. Çünkü mide dolu olunca, kalbe gaflet basar. İnsan Rabbini unutur) buyurdu.

Helâlin fazlası böyle yaparsa, mideyi haram ile dolduranların hâli acaba nasıl olur? Sehl bin Abdüllah-ı Tüsterî hazretleri buyuruyor ki: (Yolumuzun esası üç şeydir: Helâl yemek, ahlâk ve amelde Sevgili Peygamberimize tâbi olmak, her işi yalnız Allah rızâsı için yapmaktır.)

Bu dünya, âhiret yolcularının bir konak yeridir. İnsana burada yiyecek ve giyecek lâzımdır. Bunlar ise çalışmadan ele geçmez. Hem âhiret için hazırlanmalı, hem de dünya ihtiyâçlarını kazanmalıdır. Fakat bunları da âhiret yolculuğunda lâzım olduğunu düşünerek kazanmalıdır. Kendinin ve çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını helâlden kazanmak, birçok ibâdetlerden daha sevaptır. Resûlullah Efendimiz bir sabah eshâbı ile konuşurken, kuvvetli bir genç, erkenden dükkânına doğru geçti. Bazıları (Böyle erkenden dünyalık kazanmaya gideceğine, buraya gelip birkaç şey öğrenseydi iyi olurdu) deyince, Resûlullah Efendimiz, (Öyle söylemeyiniz! Eğer kimseye muhtaç olmamak ve ana, baba, çoluk-çocuğunu da muhtaç etmemek için gidiyorsa, her adımı ibâdettir. Eğer herkese öğünmek, keyif sürmek niyetinde ise, şeytanla beraberdir) buyurdu.

Hazret-i Ebû Bekir “radıyallahü anh”, hizmetçisinin getirdiği sütü içti. Sonra helâldan olmadığını anlayınca, parmağını boğazına sokarak kay etti (kustu). O kadar zahmetle çıkardı ki, ölüyor sandılar. Sonra, (Yâ Rabbi! Elimden geleni yaptım. Midemde ve damarlarımda kalan zerrelerden sana sığınırım) diye yalvardı.

Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” da, Beytül-mala yâni devlete ait zekât develerinin sütünden, kendisine yanlışlıkla verilip içtiği zaman, böyle yapmıştı. Abdullah bin Ömer “radıyallahü anh” buyuruyor ki: (Beliniz bükülünceye kadar nâmaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruç tutsanız, haramdan kaçınmadıkça, kabul edilmez, faydası olmaz.)

Yahya bin Mu’âz hazretleri buyuruyor ki: (Allahü teâlâya itaat etmek, bir hazineye benzer. Bu hazinenin anahtarı dua, anahtarın dişleri de helâl lokmadır.)

Binada temel ne ise, dinde de lokma odur. Temel sağlam olunca, üzerindeki binalar sağlam olur. Dîni ayakta tutan da helâl lokmadır. Temel çürük olunca, bina çöktüğü gibi, lokma haramdan olduğu zaman din de çöker.
İbrahim bin Edhem hazretleri buyurdu ki: (Yüksek derecelere kavuşanlar, ancak midelerine girenleri kontrol etmekle kemâle ermişlerdir.)

Sehl bin Abdullah Tüsterî hazretleri buyurdu ki: (Hakiki îmâna kavuşmak için, dört şey lâzımdır: Bütün farzları edeple yapmak, helâl yemek, görünen ve görünmeyen bütün haramlardan sakınmak ve bu üçüne ölünceye kadar devam etmeğe sabretmek.)

Yine buyurdu ki: (Haram yiyenlerin yedi âzâsı, istese de, istemese de günâh işler. Helâl yiyenlerin azası, ibâdet eder. Hayır işlemesi kolay ve tatlı gelir.)

Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, hiç haram karıştırmadan, kırk gün helâl yerse, Allahü teâlâ, onun kalbini nûr ile doldurur. Kalbine, nehirler gibi hikmet akıtır. Dünyaya düşkün olmayı, kalbinden giderir.)

(Duanızın kabul olması için helâl lokma yiyiniz!)


(Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp dua ederler. Böyle dua nasıl kabul olunur?)


(Haram yiyenlerin farzları ve sünnetleri kabul olmaz.)


(Haram ile beslenen vücûdun, ateşte yanması daha iyidir.)


(Helâl kazanmak için yorulup, evine dönen kimse, günâhsız olarak yatar.
Allahü teâlânın, sevdiği kimse olarak kalkar.)

(Bazı günâhlar vardır ki, onlara ancak, helâl kazanmak için çekilen üzüntü ve yorgunluklar keffaret olur.)


(Helâle, harama dikkat ederek çalışıp kazanan kimseyi, Allahü teâlâ çok sever.)


(Beş vakit namazı kıldıktan sonra, çalışıp helâl kazanmak, her müslümana farzdır.)


(Bir müslüman helâl kazanıp, kimseye muhtaç olmazsa ve komşularına, akrabasına yardım ederse, kıyâmet günü, ayın ondördü gibi parlak, nûrlu olur.)


(Helâl kazanmak için sıkıntı çekenlere Cennet vâcib olur.)

(Mide, bedenin havuzudur. Bütün damarlar oradan geçer. Mide sağlam olursa, damarlar da sıhhatli olur, mide çürük olursa, damarlar da çürük olur.)

Salih zâtlardan biri, Hasan-ı Basrî hazretlerinin ziyaretine gelip dedi ki:
– Üstadım bilirsiniz ki, haram şüphesi karışık şeyleri yemek kalbi karartır. Kırk gün helâl lokma yiyenin kalbi nûrlanır. Harâm şüphesi bulunmayan bir miktar yiyecek istemeye geldim.
– Haram şüphesi karışmamış yiyecek bulmak güçtür. Şurada bir çiftçi var. İbâdetlerini aksatmadan, alnının teri ile kazanır. Haramlardan, şüphelilerden çok sakınır. Aradığınız yiyeceği ancak onda bulabilirsiniz.

Salih zât, tarif edilen çiftçiyi tarlasında çalışırken bulup dedi ki:
– Hasan-ı Basrî hazretlerine gittim. Haram şüphesi bulunmayan bir miktar yiyecek istedim. O da beni sana gönderdi.
– Aradığınız gibi yiyeceğin bizde de kalmadığını zannediyorum. Çünkü bir gün, öküzlerim tarlada dinlenirken, komşunun tarlasına girdiler. Ayaklarına komşunun tarlasının toprağı bulaşmış, o toprağı tarlama karıştırdılar. Bunun için kazancımın şüpheden tamamen uzak olduğunu söyleyemem.

Hadîsi şerîfte, (Helâl meydanda, haram meydandadır. Şüpheliler ikisi arasındadır) buyuruldu. O hâlde şüphelilerden uzak durmak lâzımdır. Yine hadîs-i şerîfte, (Bir kimse, tehlikeli olan şeyin korkusundan dolayı, tehlikesiz şeyden sakınmadıkça, müttekî olamaz) buyuruldu. Onun için Hazret-i Ömer, (Bizler harama düşmek korkusu ile, helâllerin onda dokuzundan kaçındık) buyurdu.

Helâl lokma isteyen şu beş şeye dikkat etmelidir:
1- Rızık peşinde koşarken Allah’ın farz kıldığı ibâdetlerin hiçbirini terk etmemeli, hiçbirini noksan yapmamalıdır.
2- Kazanç için hiç kimseyi üzmemelidir.
3- Çalışmak ile, kendisinin ve aile efradının iffetini korumaya niyet etmelidir.
4- Çalışırken kendini haddinden fazla yormamalıdır.
5- Çalışmayı rızık için bir sebep bilmelidir. Fakat rızkı çalışmaktan bilmemeli, Allahü teâlânın bir ihsânı olarak görmelidir.

Allahü teâlâ, her insanın ve her hayvanın rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. İnsanların ve hayvanların ecelleri ve nefeslerinin sayısı belli olduğu gibi, her insanın bedeninin ve rûhunun rızıkları da bellidir. Rızık hiç değişmez. Azalmaz ve çoğalmaz.

Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yimeden, bitirmeden ölmez. Bir kimse, Allahü teâlâ emr etdiği için çalışır, rızkını helâl yoldan ararsa, ezelde belli olan rızkına kavuşur. Bu rızık, ona bereketli olur. Bu çalışmaları için de sevâb kazanır. Eğer, rızkını Allahü teâlânın yasak etdiği yerlerde ararsa, yine ezelde ayrılmış olan o belli rızka kavuşur. Fakat, bu rızık ona hayırsız, bereketsiz olur. Rızkına kavuşmak için kazandığı
günâhlar da, onu felâketlere sürükler.

Şimdi, zamana, modaya uymadan olmuyor diyerek, çocuklarını ve hele kızlarını, para kazanmak için haram yerlere gönderenler çoğalmakdadır. Aç kalmalarından korkarak, onlara dinlerini öğretmiyor, Kur’ân-ı kerîm okutmuyor, yavrularını cahillerin ellerine bırakıyorlar. Çocukları dinsiz, îmânsız yetişiyor. İstikbâllerini kazansınlar diyerek, namusları, hayâları yok edilmesine hangi vicdan razı olur? Sıkıntılar çekerek, ezelde ayrılmış olan rızıklarına kavuşuyorlar. (Namaz karın doyurmuyor, kızların ev işlerini öğrenmesi, ekmek parası getirmiyor. Zamana uymazsak, dîne bağlı kalırsak sürünürüz) gibi çılgınca konuşanlar da oluyor. Hâlbuki, oğullarına, küçük iken dinleri, îmânları öğretilir. Kur’ân-ı kerîm okutulur. Bundan sonra da, Allahü teâlânın emirlerine uygun
olarak para kazanmaya çalışdırılırsa, yine aynı rızka, hem de kolayca, rahatça kavuşurlar. Anaları, babaları ve çocuklar hem sevâb kazanır, hem de kazançlarının hayrını görürler. Dünyada ve âhiretde mes’ûd olurlar. Aklımızı başımıza toplayalım! Rızıklarımızı helâl yoldan arayalım!

Gelip geçdi ömrüm çabuk, bir yel esip geçmiş gibi,
Hele, bana söyle gelir, gözüm yumup, açmış gibi.
İşbu söze Hak tanıkdır, canlar gövdeye konukdur.
Birgün ola, çıka, gide, kafesden kuş uçmuş gibi.

İhtiyaç Hâlinde Çalışmak
Bir kadının, kızın, anası, babası ve mahrem akrabası yoksa veya var da, fakir iseler ve devlet de yardım etmez ve kimse yardım etmezse, bu kadın, kendinin, çocuklarının ve hastalık, ihtiyarlık sebebiyle çalışamayan fakir ana babasının nafakalarını temin etmek için çalışmak zorundadır. Erkekle karışık olmayan kadın işlerinde çalışır. Erkek bulunmayan iş yoksa, sıhhatini, dinini, namusunu, Müslümanlık haysiyetini ve şerefini koruyacak kadar farz olan nafakayı kazanmak için, yabancı erkeklerin bulunduğu yerde örtülü olarak çalışması caiz olur. Bu nafakayı kazanmasında mâni olunması, ikrah olur. Böyle ihtiyaçtan fazla, orada kalması caiz olmaz. Çalışırken, başını, kollarını açması için zorlarlarsa, açmazsan burada çalışma derlerse, örtülü olarak çalışacak başka yer bulamayınca, kolları açık çalışması, İmâm-ı Ebû Yusuf’un kavline göre caiz olur. Kadının kulaklarından sarkan saçlarını örtmesi farz değildir diyen âlimler de vardır. Harac olduğu zaman, bu zayıf kaville amel etmek caiz olur. Başında bulunan saçları örtmenin farz olduğu sözbirliğiyle bildirildiyse de, kulaklardan sarkan saçların
açılması, zorlanmak sebebiyle caiz olur. Böyle zorlanan kadın, her zaman, erkekle karışık olmayan veya örtülü çalışacak yer aramalıdır. Bulunca, orada çalışması lâzım olur. Saçlarını, kollarını sokakta, gidip gelirken örtmelidir. Müslüman erkekle evlenince, bunun nafakasını kocası temin etmeye mecburdur. Zengin olmadığı için, anasına, babasına ve çocuklarına nafaka vermesi lâzım gelmezse de, kocasının izniyle çalışıp
onlara bakması lâzımdır. [Se’âdet-i Ebediyye]

MENKIBE: Tohumlar
İyi kalbli ihtiyar, tarlasına tohum ekecekti. Önce iki rek’at namaz kıldı. Sonra ellerini açarak Allah’a dua etti. Duasında şunları söyledi:
– “Yâ Rabbi! Her şeyi ve hepimizi, yoktan var eden sensin. Ben de senin zayıf bir kulunum. Şimdi toprağa atacağım tohumları, senin kudret ve merhametine teslim ediyorum. Onları yeşert, büyüt ve bütün canlılar için bereketli kıl, Allahım!..”

Ekim zamanları, daima böyle dua ederdi. Cenâb-ı Hak da, onun tarlasını hep bereketli kılardı.
İhtiyarın ayrıca “Hurma” bahçeleri vardı. Meyve toplanacağı zaman, fakirleri davet ederdi. Onlara istedikleri kadar hurma verirdi. Rüzgârın döktüklerini çocuklar kapışır, sevinirlerdi.

Bağ ve bostandaki ürünleri de, böyle dağıtırdı. Fakirler, dua ederlerdi. Bir gün geldi, iyi kalbli ihtiyar vefat eyledi. Geriye üç oğlu kaldı. Onlar kendi aralarında:

– Biz babamız gibi yaparsak, sıkıntıya düşeriz, dediler. İlkin “Bağ bozumu” zamanı geldi. Sabah olunca, meyveleri toplamaya yemin ettiler. “İnşâallah” (Allah dilerse) bile demediler. Sabah olunca birbirlerine seslendiler!
– Haydi çabuk olun! Meyveleri toplayacak isek, acele edelim!. Hemen fırladılar. Aralarında fısıldaşıyorlardı:
– Bugün bağımıza, bir miskin (fakir) sokulmasın!. Daha ortalık ağarmadan, vardılar. Böylece fakirleri, meyveden mahrum edeceklerini zannediyorlardı.

Bağ yerine varınca gördüler ki, yer-gök kapkara!.. Toprak üstündeki her şey yanmış, kapkara kesilmiş. Belli ki yangın, gece onlar uyurken çıkmış. Henüz dumanları tütüyor, iyice şaşırdılar. “Biz herhâlde, yanlış yere gelmişiz” diye söylendiler. Sonra etrafa, dikkatle baktılar. Kara ve sivri taşları gördüler. O zaman anladılar ki, kendi bağları burasıdır.
Birisi;
– Biz bu bağın bereketinden, mahrum edilmişiz, dedi. Daha insaflı olanı:
– Ben size söylemiştim. İnşâallah deyiniz, demiştim. Sonra da, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar. Aralarında çekişe dövüşe köye dönerken, karşılarına babalarının iyilik yaptıklarından fakir bir ihtiyar çıktı, ihtiyar, genç ve gözü doymaz mirasçıların üzüntülerini anlayınca onlara bir baba dostu olarak şu pırlanta sözleri söyledi:
“İşte Allah’ın azabı böyledir. Tohum ekerken, ağaç dikerken; bütün insanların hattâ hayvanların, kuşların bile fayda görmesi için niyet etmelidir. Bereket vermesini dilemelidir. Meyvelerden, mahsûllerden fakirlere, mutlaka ayırmalıdır. Kimseye vermemek için, hırsız gibi, mahsûlü geceleyin kaldırmamalıdır. Yoksa Allah da, o mahsûl üzerinden “bereketini” kaldırır. Sizin de elinize hem bu dünyada, hem öbür dünyada hiçbir şey geçmez. Sonunda üzüntü ve sıkıntılara düşersiniz.”

Yenmesi, Kullanılması ve Yapılması Haram Olan Şeyler
Dünya malından çoğunun yenmesi ve kullanılması haram değildir. Helâl olan şeyler, sayılamıyacak kadar çoktur. Haramlar sayılıdır.

Yemesi, içmesi haram olan şeyler şunlardır:
1- Kendileri haram olan şeylerdir. Kendiliğinden ölmüş ve Besmelesiz kesilen hayvanların etine leş denir. Leş, domuz eti, şarap böyledir. Çok içince sarhoş yapan sıvıların, azını içmek de haramdır. Rakı, viski, kanyak, bira, ispirto, kolonya gibi alkollü içkilerin hepsi haramdır. Açlıktan ölmek üzere olan ve öldürülmekle korkutulan kimseden başkalarının bunları yemeleri, içmeleri haramdır.
2- Kendileri haram olmayıp, zorla, hırsızlık, rüşvet ve faiz yolu ile alınan veya şartlarına uymadan yapılan sözleşme ile satın alınan şeyleri yemek ve kullanmak haramdır. Bunları geri vermek, alınmış olan bulunamazsa, fakirlere sadaka olarak vermek lâzımdır.
3- Doyduktan sonra yemek haramdır.
4- Toprak, kireç, çamur gibi zararlı şeyleri yemek haramdır.
5- Zehirli şeyler yemek, içmek haramdır. Meselâ bakır çalığı, zehir karıştırılmış yemek, zehirli ot, kokmuş et ve kurtlanmış et, meyva, peynir böyledir.
6- Alışkanlık yapan uyuşturucu maddeleri içmek, kullanmak haramdır. Esrar otu, afyon, morfin, kokoin böyledir. Bunları ilâç olarak ancak, doktorun kullanmasına izin verilmiştir.
7- Her türlü pis şeyleri yemek ve içmek haramdır. İdrar, damardan çıkıp akan kan, cerahat, pislik böyledir.
8- Temiz, fakat iğrenç olan şeyleri yemek haramdır. Sümük, kurbağa, sinek, yılan, yengeç, midye, istiridye gibi şeyleri yemek böyledir.
Domuz eti şiddetli haramdır. Hatırında olduğu hâlde “bilerek Besmele çekmeden kesilen” hayvanın etini yemek haramdır. Karada ve suda yaşayan haşerâtı yemek helâl değildir. Meselâ; kaplumbağa, yılan, salyangoz, kurbağa, midye, yengeç, fare, köstebek, kirpi, sincap, yemek helâl değildir. Su içinde kendiliğinden ölüp, karnı üst tarafta
duran balık yenmez. Ağ, saçma, ilâç ve sarsıntı ile ölen her balık yenir. Tavşan etini yemek helâldir.

Kadın ve erkeğin, altın ve gümüş kap ile yemesi, içmesi ve her türlü kullanması helâl değildir. Altını ve gümüşü, kadının ziynet, süs olarak kullanması yasak değildir. Erkeklerin gümüşü, sadece yüzük olarak kullanmalarına izin verilmiştir. Erkeklerin altın yüzük takması haramdır.

MENKIBE: Olgunlaşan Hurmalar
Eshâb-ı kirâmdan hazret-i Ebû Derda sabah olunca erkenden kalkıp, mescide koşardı. Namazı kıldıktan sonra okunan Kur’ân-ı kerîmi huzur içinde dinler, mescidden de herkesten sonra çıkardı.

Bir ara sabah namazlarında Resûlullah Efendimiz selâm verince, tesbih ve duâlarından sonra acele ile gitmeye başladı. Bu hâl bir süre devam edince Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem” Efendimiz sordu:
– Ey Ebû Derda! Sen mescide herkesten önce gelir, yine herkesten sonra çıkardın. Şimdi sana ne oldu?
– Yâ Resûlallah! Malumunuz, hurmaların dallarda olgunlaşarak yere düştüğü bir sıcak mevsimdeyiz. Komşumun avlusundaki hurma ağaçlarının dalları bizim evin avlusuna sarkmış durumda!.. Geceleri bu dallardan avluya düşen hurmalar sabaha kadar çoğalıyor. Namazdan sonra hemen çıkıp gitmesem çocuklarım kalkacak, avlumuza
dökülen hurmaları yiyecekler. Hâlbuki ben çocuklarıma haram yedirmemek için Allahü teâlâya söz verdim. Bu sebeple namazdan sonra beklemeden kalkıp gidiyor, çocuklarım uyanıp avluya çıkmadan, dökülen hurmaları toplayıp komşumun avlusuna bırakıyorum. Acele ile çıkışımın sebebi budur.

MENKIBE: Kendinin Zannetmişti
İbrahim bin Edhem hazretleri anlatır:
Bir gece Beyt-ül-mukaddes’de sabahlamak istedim. Câmi görevlileri içeride kimsenin kalmasına müsâade etmedikleri için hasırların arasına gizlenmiştim. Gece geç vakitte câminin kapısı açıldı. Önde bir ihtiyar olmak üzere içeri kırk kişi girdi. Yaşlı olan zât mihrâba geçip, iki rek’at namaz kıldırdı. Namazdan sonra gelenlerden biri, yaşlı olan zâta dedi ki:
– Bu gece câmide bizden olmayan biri var. İhtiyar tebessüm ederek şöyle cevap verdi:
– Evet, İbrahim bin Edhem var, kırk günden beri yapmış olduğu ibâdetlerinden bir zevk alamamaktadır.
Bu sözü duyunca hemen açığa çıkıp, dedim ki:
– Söylediğin doğrudur, ne olur bunun sebebini bana söyle de bu sıkıntıdan kurtulayım.
Yaşlı zât şöyle cevap verdi:
– Falan gün, Basra’dan hurma satın almıştın. Bu hurmayı alırken satıcının bir hurması yere düştü. Sen de bunu kendi hurmalarından düştü zannederek, onu yerden alıp kendi hurmalarının arasına koydun. İbâdetlerinden tat alamamanın sebebi budur. Bunu duyunca hemen gidip hurma satıcısını buldum. Durumu ona anlatarak, ondan
helâllik diledim. O da hakkını helâl etti. Bundan sonra yine ibâdetlerimden tat almaya başladım.

MENKIBE: Sahibini Bulup Helâllik Dileyin
Seyyid Fehim Hazretleri Van’da iken, bir bahçede sohbet ediyorlardı. Eshâbından biri bahçedeki bir ağacın dalının ucundan bir parçasını koparır. Seyyid Fehim Hazretleri çok üzülürler, birden mübârek yüzlerindeki ifade değişir ve:  “Bu bize yakışmaz, sahibini bulup helâllik dileyin” buyurur.

MENKIBE: Haram Yiyen Bir Ordu İle Fetih Mümkün Olmaz
Yavuz Sultan Selim Hân, ordusunu toplayıp 922 (m. 1516) senesinde pay-i tahttan hareket etti. Üsküdar’a geçen ordu mehterin yürüyüş marşı ile yola koyuldu.

Dâvûdî sesli hafızlar da, Kur’ân-ı kerîm okuyarak, askerin cihad şevkini artırıyordu. Gebze’de ilk mola verildi. Ordunun geçtiği yollar bağlık bahçelik idi. Asmalar salkım salkım olgun üzümlerle, ağaçlar kırmızı elmalarla doluydu. Yavuz Selim Hân:

“Acaba askerim, sahibinden izinsiz üzüm ve elma koparıp yer mi?” diye kendi kendine düşüncelere daldı. Bir müddet bu düşüncelerle tereddüt içinde kaldıktan sonra yeniçeri ağasını huzûruna çağırdı ve:

“Ağa! Fermânımızdır. Bütün yeniçeri, sipâhi ve azap askerinin heybeleri yoklansın. Heybesinden bir elma ve üzüm salkımı çıkan asker, derhal huzûrumuza getirilsin!” buyurdu.

Yeniçeri ağası; “Ferman Sultânımındır” diyerek ayrıldı. Yeniçeri ağası, saatlerce heybeleri araştırtdıktan sonra, Sultan Selim Hân’ın huzûruna gelip; “Hünkârım! Askerin heybelerini araştırdık, asmaları ve elma ağaçlarını inceledik. Heybelerde üzüm veya elma bulamadık. Asma ve ağaçlarda da koparılma izlerine rastlıyamadık” dedi.

Bu habere Sultan Selim Hân çok sevindi. Üzerindeki ağırlık ve zihnindeki düşünce kalkmıştı. Secde-i şükre kapandı. Sonra ellerini açarak:

“Allahım, sana sonsuz hamd-ü-senâlar ederim. Bana haram yemeyen bir ordu ihsân eyledin. Eğer askerlerim içinde bir tek kimse, sahibinden izinsiz bir elma koparıp yese idi, Mısır seferinden vazgeçerdim” dedi. Sonra yeniçeri ağasına; “Çünkü ağa! Haram yiyen bir ordu ile, beldelerin fethi mümkün olmaz” buyurdu.

Hırsızlık ve Gasp
Yenilmesi ve kullanılması haram olan kazançlardan biri de zor ile, hırsızlık ile ele geçen mallar, paralardır. Başkalarının malını gasp ederek (zorla alarak), çalarak, faiz, kumar ve rüşvet, zulüm ve hiyanet yollarından biri ile ele geçirenin bunu yemesi, kullanması, sarf etmesi haramdır, günâhtır. Bunları, kendisindeki helâl mal ile karıştırması da habis, kirli mülk olur. Bu habis (kirli) mallarda bulunan haram malları, sahiplerine veya bunların varislerine ödemek lâzımdır. Kendisini veya değerini ödedikten sonra kullanmak, yemek helâl olur.

Zor ile veya çalarak, mal, para sahibi olmak çirkin bir davranıştır, insan, elinin emeği ve alnının teriyle kazandığını yemeli, kullanmalıdır. Helâl kazanç böyle olandır. Haramlardan sakınmaya takva denir. Allahü teâlânın yanında en şerefli, en üstün kimseler, haramlardan sakınanlardır.

Hırsızlık yaparak veya zor kullanarak ele geçen malda, kul hakkı olur. Üzerinde kul hakkı bulunan kimsenin ibâdetlerini, Allahü teâlâ kabul etmez. Bu haklardan kurtulmadıkça Cennetine sokmaz. Hakiki bir müslüman, yalan ile, hile ve sahtekârlıkla, alışverişe hiyanet karıştırarak mal kazanmayı aklından bile geçirmez.

Sevgili Peygamberimiz, (İnsan, tam ve olgun bir müslüman olduğu hâlde hırsızlık yapamaz) buyurmuştur. Ancak böyle bir îmânı kaybeden hırsızlık yapabilir. Başkasına ait olan bir lirayı çalmak ile bin lirayı, milyonları çalmak arasında fark yoktur. Hepsi günâhtır. Hırsızlık, toplumda insanın yüz karasıdır.

Hadîs-i şerîfte, (Haksız bir iddia ile kendisinin olmayanı kendisinin yapmaya çalışan kimse, benim ümmetimden değildir. O, kendisine Cehennemde yer hazırlasın) buyuruldu. Haksız olarak alınan bir dirhem mal karşılığı olarak, yirmibeş bin sene Cehennemde azap yapılacaktır.

Muhtaç kalan kimse hırsızlık yapmamalıdır. İş bulmalı, çalışıp kazanmalıdır. İhtiyacını giderinceye kadar malı, parayı borç istemelidir. Ödemek niyetiyle borç isteyene, Allahü teâlâ yardım eder. Hiç iş bulamıyan ve borç da temin edemiyenin leş yemesine veya dilenmesine izin verilmiştir.

MENKIBE: Ne İstiyorsanız Vereyim
Bir gece, Seyyid Salih hazretlerinin evini soymak için bir hırsız bahçe duvarından içeriye girer. Bahçe birdenbire gündüz gibi aydınlık olur. Bahçeden dışarı çıkar. Etrafı yine karanlık görür. Tekrar bahçeye girer. Aynı aydınlık görülür. Yine çıkar. Gene gelir. Nihayet eve bakıp, pencerede Seyyid Salih hazretlerini görür. Seyyid Salih hazretleri hırsıza;
– Buyurun, bir şey istiyorsanız vereyim. Ne almaya geldiniz, söyleyin! der. Hırsız, O güneş gibi parlayan yüzü görüp, o cömertçe söylenen tatlı sözü işitince, bahçedeki aydınlığın, Seyyid Salih hazretlerinin nûru olduğunu anlayarak, yaptığı işe pişman olup hemen tövbe eder.

MENKIBE: Hırsızın Tövbesi
Hırsızın biri, Seyyid Taha hazretlerinin anbarına girip bir çuval un almak ister. Çuvalı doldurur, fakat kaldıramaz. Biraz boşaltır. Yine kaldırıp götüremez. O sırada Seyyid Taha hazretleri anbara gelir ve buyurur ki:
– Ne o? Çuvalı kaldıramıyor musunuz? Yardım edeyim. Hırsız, Seyyid Taha hazretlerini karşısında görünce donakalır. Bir şey diyemez. Seyyid Taha hazretleri çuvalı kaldırıp hırsızın sırtına yükler ve buyurur ki:
– Bunu al, git! Bizim adamlarımız görmesin, belki canını yakarlar. Bir daha ihtiyacın olursa anbara değil, bize gel!
Onu gönderir. Hırsız da, yaptığı işe tövbe edip, bir müddet sonra O’nun talebelerinden olur.

Uyuşturucu Maddeler
Uyuşturucu madde deyince aklımıza, kısmî ve yaygın olarak kullanılan esrar otu, afyon, morfin ve bazı ilâçlar gelir. Dînimiz, alışkanlık yapan ve aklı gideren her türlü uyuşturucu maddeleri kullanmayı haram kılmıştır. Bunları az miktarda ilâç olarak doktorların, eczacıların kullanmasına izin verilmiştir.

Allahü teâlâ Sa’d sûresi 26. âyetinde, (Keyfe tâbi olma ki, bu seni Allah’ın yolundan saptırır) ve Casiye sûresi 23. âyetinde, (Şimdi o kimseyi gördün ya, hidayeti bırakıp, keyfine taparcasına zevkini kendine ilah edinmiş) buyuruyor.

Gençler arasında, en yaygın olarak eroin, esrar, LSD, amfetamin, bally, bonzai vs. grubu uyarıcılar uyuşturucu olarak kullanılmaktadır.

Uyuşturucu maddeleri, alışkanlık derecesine vardırarak kullananlar normal iradesini ve aklî dengesini kaybederler. Yaptıkları işler ve söyledikleri sözler, ele alınacak ve hiçbir değer kabul edilecek cinsten değildir.

Uyuşturucu madde kullanma alışkanlığı, her zaman insan için büyük bir felâkettir. Önlenmesi için, âcil tedbirler gerekmektedir. Polisiye tedbirlerin tek başına fazla fayda sağlamadığı bugüne kadar yapılan uygulamalardan anlaşılmıştır.

İnsanların doğru yoldan uzaklaştığı, kendi yaratanına ve O’nun Peygamberlerinin emirlerine uymanın azaldığı günümüzde, çocuklar ve gençler, tarifi imkânsız bir tehlike içinde bulunmaktadır. Yüce dînimizin emirleri doğrultusunda yetişmeyen çocukların ve gençlerin, rahatlıkla uyuşturucu tuzağına düşebileceği acı bir gerçektir. Başta gençlerimiz olmak üzere, bütün insanlığın böyle bir felâkete düşmesi karşısında yapılacak şeyler ve alınacak âcil tedbirler çok önemlidir.

Uyuşturucu alışkanlığına yakalanmış kişileri, erken anlamak ve teşhis etmek, o kişiyi tekrar topluma kazandırmak açısından mühim bir tedbir olmaktadır. En etkili tedbir ise, gençleri dînine bağlı ve İslâm ahlâkı ile yetiştirmektir. Çünkü dînine bağlı kimseler, haram yemekten, içmekten ve kullanmaktan daima uzak dururlar.

ELLİ DÖRT FARZ
1. Allahü teâlânın bir olduğuna inanmak.
2. Helâl yemek ve içmek.
3. Abdest almak.
4. Beş vakit namaz kılmak.
5. Cünüblükten gusletmek.
6. Rızkın Allah’dan olduğuna inanmak.
7. Helâl, temiz elbise giymek.
8. Hakka tevekkül etmek.
9. Kanaat etmek.
10. Ni’metlerinin mukabilinde, Allahü teâlâya şükretmek.
11. Kazâya razı olmak.
12. Belâlara sabretmek.
13. Günâhlardan tövbe etmek.
14. Allah rızası için ibâdet etmek.
15. Şeytanı düşman bilmek.
16. Kur’ân-ı kerîmin hükmüne razı olmak.
17. Ölümü hak bilmek.
18. Allahın dostlarına dost. düşmanlarına düşman olmak.
19. Babaya ve anaya iyilik etmek.
20. Marufu emr ve münkeri nehyetmek.
21. Akrabayı ziyaret etmek.
22. Emanete hiyânet etmemek.
23. Daima Allahü teâlâdan korkup, ferahı (şımarıklığı ve azgınlığı) terk etmek.
24. Allaha ve Resûlüne itaat etmek.
25. Günâhdan kaçıp ibâdetlerle meşgul olmak.
26. Müslüman devlet başkanına itaat etmek.
27. Âleme, ibret nazarıyla bakmak.
28. Allahü teâlânın varlığını tefekkür etmek.
29. Dilini, fuhşa ait kelimelerden korumak.
30. Kalbini temiz tutmak.
31. Hiçbir kimseyi maskaralığa almamak.
32. Harama bakmamak.
33. Mü’min her hâlde. sözüne sâdık olmak.
34. Kulağını münkerât dinlemekten korumak.
35. İlim öğrenmek.
36. Tartı ve ölçü âletlerini. hak üzere kullanmak.
37. Allah’ın azabından emin olmayıp, dâima korkmak.
38. Müslüman fakirlere zekât vermek ve yardım etmek.
39. Allah’ın rahmetinden ümid kesmemek.
40. Nefsinin isteklerine tâbi olmamak.
41. Allah rızası için yemek yedirmek.
42. Kifayet miktarı rızık kazanmak için çalışmak.
43. Malının zekâtını. mahsûlün uşrunu vermek.
44. Âdetli ve lohusa olan ehline yakın olmamak.
45. Kalbini, günâhlardan temizlemek.
46. Kibirli olmaktan sakınmak.
47. Baliğ olmamış yetimin malını hıfz etmek.
48. Genç oğlanlara yakın olmamak.
49. Beş vakit namazı vaktinde kılıp. kazâya bırakmamak.
50. Zulümle, kimsenin malını yememek.
51. Allahü teâlâya şirk koşmamak.
52. Zinadan kaçınmak.
53. Şarabı ve alkollü içkileri içmemek.
54. Yok yere yemîn etmemek.

BÜYÜK GÜNÂHLAR
Büyük günâhlar çok çeşitlidir. Burada yetmişikisi bildirilmiştir:
1. Haksız yere adam öldürmek.
2. Zina etmek.
3. Livata etmek (homoseksüellik).
4. Şarap ve her türlü alkollü içkiler içmek.
5. Hırsızlık etmek.
6. Keyif verecek şeyi yemek, içmek.
7. Başkasının malını zor ile elinden almak.
8. Yalan yere şahitlik etmek.
9. Ramazan orucunu, özürsüz, müslümanların önünde yemek.
10. Riba, faiz ile, para almak ve vermek.
11. Çok yemin etmek.
12 Anne ve babaya âsi olmak, karşı gelmek.
13. Sıla-i rahmi (Akrabayı ziyareti) terketmek.
14. Muharebede, harbi terkedip düşmandan kaçmak.
15. Haksız yere yetimin malını yemek.
16. Terazisini ve ölçeğini, hak üzere kullanmamak.
17. Namazı, vaktini geçirerek sonra kılmak.
18. Mü’min kardeşinin gönlünü kırmak.
19. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” söylemediği sözü söylemek ve ona
isnat etmek.
20. Rüşvet almak.
21. Hak şehadetten kaçınmak.
22. Malının zekâtını ve uşrunu vermemek.
23. Gücü yeten kimse, günâh işleyeni görünce menetmemek.
24. Canlı hayvanı ateşte yakmak.
25. Kur’ân-ı kerîmi okumayı öğrendikten sonra, okumasını unutmak.
26. Allah’ın rahmetinden ümid kesmek.
27. Müslüman olsun, kâfir olsun, insanlara hiyanet etmek.
28. Domuz eti yemek.
29. Resûlullahın Eshâbından herhangi birisini sevmemek, söğmek.
30. Karnı doyduktan sonra yemeğe devam etmek.
31. Kadınlar, erkeklerinin yatağından kaçmak.
32. Kadınlar erkeklerinden izinsiz, ziyarete gitmek.
33. Namuslu kadınlara fahişe demek.
34. Söz taşımak.
35. Avret mahallini başkasına göstermek.
36. Ölmüş hayvan eti (leş) yemek.
37. Emânete hiyanet etmek.
38. Müslümanı gıybet etmek.
39. Hased etmek.
40. Allah’a ortak koşmak.
41. Yalan söylemek.
42. Kibretmek, kendini üstün görmek.
43. Ölüm hastasının, varisinden mal kaçırması.
44. Hasis (cimri) olmak.
45. Dünyaya muhabbet etmek.
46. Allahü teâlâ’nın azabından korkmamak.
47. Harama, helâl demek.
48. Helâle, haram demek.
49. Falcıların falına, gaibden haber vermesine inanmak.
50. Dininden dönmek, mürted olmak.
51. Özürsüz, başkasının ailesine, kızına bakmak.
52. Kadınlar, erkek libası giymek.
53. Erkekler, kadın libası giymek.
54. Harem-i Kâbe’de günâh işlemek.
55. Vakti gelmeden namaz kılmak.
56. Müslüman devlet adamının günâh olmayan emrine âsi olmak.
57. Ehlinin mahrem yerini, anasının mahrem yerine benzetmek.
58. Ehlinin anasına söğmek.
59. Birbirine nişan almak.
60. Köpeğin artığını yemek, içmek.
61. Yaptığı iyiliği başa kakmak.
62. Erkekler ipek giymek.
63. Cahillik üzerinde ısrar etmek, ehl-i sünnet itikâdını, farzları, haramları öğrenmemek.
64. Allahü teâlâ’dan ve islâmiyetin bildirdiği isimlerden başka şey söyliyerek yemin
etmek.
65. İlimden kaçınmak.
66. Cahilliğin musibet olduğunu anlamamak.
67. Küçük günâhı, tekrar işlemekde ısrar etmek.
68. Zarurî olmayarak, kahkaha ile çok gülmek.
69. Bir namaz vaktini kaçıracak kadar cünüb gezmek.
70. Âdetli ve lohusa hâlinde, aileye yakın olmak.
71. Tegannî ederek, ahlâksız şarkılar söylemek.
72. İntihar etmek.

Tenbîh: Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Herkes, kendisine ihsân edeni sever. Bu sevgi, insanın cibilliyetinde [yaratılışında] mevcuttur.) Nefsine düşkün olan, nefsinin arzularına kavuşmak için, yardım edenleri sever. Akıl ve ilim sahibi ise, medenî insan olmasına yardım edenleri sever. Kısacası, iyiler [tayyibler], iyileri sever.

Fenâ kimseler [habîsler, şerîrler], kötüleri severler. Bir kimsenin sevdiklerine, arkadaşlarına bakarak, onun nasıl adam olduğu anlaşılır. Dosta, düşmana, müslümana ve kâfire, bid’at sâhiblerinden başka, herkese, tatlı dil ve güler yüz göstermelidir.

İnsanlara yapılacak en faydalı ihsân, en kıymetli hediye, tatlı dil ve güler yüzdür. Kimse ile münakaşa etmemelidir. Münakaşa, dostluğu azaltır, düşmanlığı arttırır. Kimseye kızmamalıdır. Kızmak, sinir ve kalb hastalığı yapar. Hadîs-i şerîfde, (Gadab etme!) yâni kızma buyruldu.