KADI - kainatingunesi.com

Dînî ahkâma göre hüküm veren ve tatbik eden. Devletin idarî tasarruflarla ilgili emirlerini yerine getirici kimse, hâkim.

İslâm hükümlerinin yürürlükte olduğu toplumlarda, halk arasında çeşitli sebeblerte meydana gelen dâvalara ve anlaşmazlıklara, yâni mahkeme işlerine kadılar baktılar ve dînin hükümlerine uygun kararlar verdiler. İhtilâfı çözmek üzere halîfe, sultan veya pâdişâh tarafından seçilen ve tâyin edilen hâkime kadı ve bu işi görmeye de kaza dendi.

İslâmiyet’te kaza işlerini ilk üzerine alan Peygamber efendimizdir. Resûlullah efendimiz, islâm dîninin tebliği vazifesi yanında kadılık (hâkimlik) vazifesini de deruhte etti. İnsanlar arasında Allahü teâlânın kendisine vahyettiği esaslara göre hüküm verdi. Her türlü dâva ve ihtilâflar, O’nun tarafından hâlledildi. Resûlullah efendimiz Kur’ân-ı kerîmde açıkça bulunmayan hususlar için de hukukî hükümler koydu. Taraflar arasındaki ihtilâf ve anlaşmazlıklarda isbât ve çözüm yolları ortaya çıktı. Bunlar; delîl, yemîn, şâhidlerin şehâdeti, yazılı metinler, v.s. idi. Resûlullah efendimiz; “Delil getirmek davacıya, yemîn etmek de inkâr edenedir” buyurdu. Yâni iddia sahibi, dâvasının doğruluğunu ve kendisinin haklılığını göstermek mecburiyetindedir. Bu yollardan birisiyle iddiasının doğruluğunu isbât ederse, lehine hükmedilir. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Bana zahire göre hükmetmek emrolundu. Gizlilikler Allahü teâlâya aittir.” Yine “İddia sahibi dâvasının doğruluğunu ve kendisinin haklı olduğunu açıklayan şeyleri göstermek, açıklamak zorundadır. Bu yollardan biriyle iddiasının doğruluğunu gösterirse lehinde hükmedilir” buyurdu.

Peygamber efendimiz birbirleriyle ihtilâfa düşmüş (hasım) kimseler arasında taraf tutmaz, haksızlık yapmaz, adaletle hükmederdi. Resûlullah efendimizin hükmetmesi hususu, Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle beyân buyruldu:

“Ey Resûlüm! Sana da bu hak kitabı (Kur’ân-ı kerîmi), kendinden önceki kitapları hem tasdik edici, hem onlar üzerine bir şâhid olarak indirdik. O hâlde sen, Ehl-i kitab arasında Allah’ın sana gönderdiği hükümlerle hüküm ver. Sana gelen bu hakdan ayrılıp da onların arzuları arkasından gitme.” (Mâide sûresi: 48)

“Ey îmân edenler! Allahü teâlâya ve O’nun Resûlüne ve sizden olan idarecilere itaat ediniz. Sonra bir şey hakkında anlaşamazsanız, eğer Allah’a ve âhır et gününe inanıyorsanız, bu işin hükmünü Allah’dan ve Resûlullah’dan anlayınız. Bu, hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa sûresi: 59).

İslâm devletinin her köşesinden Peygamber efendimize dâvalar getirildi. Peygamber efendimiz, hukuk dâvalarını hâllederken, hukuk muhakemeleri hakkında bir takım kaideler koydu. Gelen hukuk dâvaları arasında mîrâs ihtilâfları, toprak mülkiyeti, su kuyusu mülkiyeti, su hakkı ihtilâfları, neseb, borç v.s. bulundu.

İslâmiyet kısa zamanda yayılıp sınırlar genişleyince, Resûlullah efendimiz Eshâb-ı kirâmından bâzılarına, insanlar arasında meydana gelen anlaşmazlıklar hakkında, Kitâb, sünnet ve ictihâd ile hükmetme izni verdi. Necran hıristiyanları ile islâm devleti arasında siyâsî bir andlaşma oldu. Bu andlaşma ile onlara, dînî, hukukî ve adlî sahada muhtariyet verildi. Necrânlılar, İslâm dîninin adalete verdiği önemi görünce, Peygamber efendimizden adlî işlerini yürütecek hâkim istediler ve; “Aramızdaki dâvalara bakacak bir kadı gönder” dediler. Peygamber efendimiz de bu isteği yerine getirmek için Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı kadı olarak gönderdi.

Peygamber efendimizin her fethedilen veya kendi rızasıyla müslüman olan yerlerdeki insanlara gönderdiği valiler, idarî işlerle meşgul oldukları gibi, kazâî işleri de gördüler. Sahâbe-i kiramın ekserisi kadılık yaptı. Bir gün iki şahıs arasındaki ihtilâfı Peygamber efendimize getirdiler ve; “Biz önce bu ihtilâf için ilim sahibi zâtlara müracaat ettik. Onlar bize şöyle bir hüküm verdi” dediler. Peygamber efendimiz ihtilâfı getiren şahısları dinledikten sonra hükmü yerinde buldu ve verilen cezayı infaz ettirdi.

İki kardeşin müşterek mülkiyetlerinde bir arazi parçası vardı. Burada bir kulübe inşâ edildi. İki kardeşin vârisleri bu kulübenin hangi kardeşe ait olduğu hususunda ihtilâfa düştüler. Bu mes’elenin hâili için Peygamber efendimize geldiler. Resûlullah efendimiz dâvaya bakmakla Huzeyfe bin Yemân’ı (radıyallahü anh) vazifelendirdiler. Huzeyfe (radıyallahü anh), ihtilâf mahalline gidip, mes’eleyi hükme bağladı ve Medîne’ye döndü. Verdiği hükmü (karârı) Resûlullah efendimize bildirdi. Peygamber efendimiz onun verdiği karârı beğenip tasdîk buyurdular.

Peygamber efendimizin sırf adlî görevle Yemen’e tâyin ettiği ilk kadı, hazret-i Ali’dir. Resûlullah efendimiz; hazret-i Ali’yi, Yemen’in Necrân bölgesine kadı tâyin ettiği zaman ondaki tereddüt hâlini görünce mübarek elini göğsüne koydular ve; “Allah’ım, bu gencin dilini, belagatını artır, kalbini hidâyetten ayırma ve maksadına ulaştır” diye dua edip şu nasîhatta bulundular: “İki tarafı da dinlemeden aralarında hükmetme! Bu şekilde hareket etmen, senin için daha hayırlıdır.”

Hazret-i Ali dedi ki: “Bu andan îtibâren verdiğim hükümlerde hiç şüphe ve tereddüde düşmedim.”

Peygamber efendimiz zamanında hâkim olarak ehliyet kazanmış temayüz etmiş Eshâb-ı kiramdan biri de Mu’âz bin Cebel’dir (radıyallahü anh). Mekke ve Yemen’de kadılık (hâkimlik) yaptı. Adlî ve kazâî işler yanında mâlî, dînî, maârif yâni eğitim ve öğretim işlerini yürüttü. Ebû Mûsâ el-Eşârî de Yemen’de kadı olarak vazife yapan Sahâbe-i kirâmdandır.

Ma’kel bin Yesâr, kendi kabîlesi Müzeyne’de hâkimlik yapmak üzere Peygamber efendimiz tarafından kadı tâyin edildi.

Peygamber efendimiz, tâyin ettiği hâkimlere bir takım tavsiye ve talimatlarda bulundu. Ubeyde’yi (radıyallahü anh), Necrân’a hâkim olarak gönderirken; “Onların sana dâva olarak getirecekleri şeyler hususunda adaletle hükmet” buyurdu. Resûlullah efendimiz başka bir tâyin esnasında; “Hâkimin mahkeme esnasında alışveriş yapamayacağını” tenbih etti. Ayrıca hâkimin öfkeli ve sinirli bir hâlde iken hüküm vermesini yasakladı. Başka bir tâyin esnasında da; “Kim olursa olsun, islâm dînine göre hareket etmeyen vazifesinden alınacaktır” buyurdu.

Peygamber efendimizin vefatından sonra Hulefâ-i râşidîn devrinde de kadılar tâyin edildi. Hazret-i Ebû Bekr, halîfe olduğu zaman, adlî işlerde hazret-i Ömer’i vazifelendirdi. Hazret-i Ömer’in iki yıllık kadılığı esnasında huzuruna hiç dâvâlı ve davacı gelmedi. Hazret-i Ömer, bu vazifeyi yürüttüğü esnada kadı ünvanı almamıştı.

Hazret-i Ömer’in hilâfeti zamanında sınırları daha da genişleyen İslâm memleketlerine vali ve kadılar gönderildi. Vilâyetlere ilk resmî kadı tâyin eden hazret-i Ömer’dir (radıyallahü anh). Kadılar, halîfe veya valiler tarafından tâyin edildiler. Hazret-i Ömer’in, Ebü’d-Derdâ’yı Medîne, Şüreyh bin Haris el-Kindî’yi ve Ebû Mûsâ el-Eş’arî’yi Basra kadılığına tâyin ettiği meşhûrdur. Şam bölgesi kadılığı ise onun tarafından müstakil bir kadılık hâline getirilmiştir.

Hazret-i Ömer, bizzat kendisi de Medîne’de hukukî ve cezaî dâvalara baktı. Kendisine ganimet, toprak mülkiyeti, hırsızlık dâvası, zina, mîras, borç dâvaları götürüldü. Bir şahıs, elindeki borç senedine dayanarak borçludan alacağını istedi. Borçlu borcunu verme hususunda kolaylık göstermediği için aralarında ihtilâf çıktı ve dâva, hazret-i Ömer’e götürüldü. Bu borç senedinde borcun Şa’ban ayında ödenmesi kararlaştırılmıştı. Fakat, hangi senenin Şa’ban ayında ödeneceği belirtilmemişti. Çünkü o zaman kullanılan bir takvim yoktu. Hazret-i Ömer, bu ihtilâfı hâllederken, hukukî işlerin daha sağlam bir esas içinde yürüyebilmesi için, takvime ihtiyaç olduğundan hicrî takvim kabul edildi.

Hazret-i Ömer, kadıların dâvaları hâlletmekte uygulayacakları bir kânun vâz etti. Basra kadısı Ebû Mûsâ el-Eşârî ve diğer kadılara gönderdiği bu metin, islâm adlî muhakeme usûlünün esâsı kabul edildi. Hazret-i Ömer zamanında Medine’de dâr-ül-kazâ (Adliye binası) yaptırıldı.

Hazret-i Osman devrinde de, hazret-i Ömer zamanında olduğu gibi, vilâyetlere kadılar tâyin edildi. Hazret-i Osman, Medine’de bizzat kendisi hüküm ve karar vermekle birlikte, Zeyd bin Sâbit’i de yardımcı olarak kadı tâyin etti. Hazret-i Osman, hazret-i Ömer’in şehîd edilmesi ile ilgili dâvaya bizzat kendisi baktı. Hazret-i Osman, Küfe kadısı Abdullah bin Mes’ûd’dan gelen bir mektub üzerine; cezaların infazının, halîfelerin tasvîbine bağlı olduğunu bildirdi.

Hazret-i Ali halîfe olunca, başşehri Kûfe’ye aldı. Vilâyet ve kazalara kadılar tâyin etti. Bizzat kendisi de adlî idare muhakeme hususunda aktif faaliyette bulundu. Hattâ onun, mahkeme ictihâdlarını bir kitapta topladığı rivayet edilmektedir.

Hulefâ-i raşîdîn devrinde kadıların yâni hâkimlerin; ilim, takva, verâ sahibi ve adaletli olmalarına dikkat edildi. İlk zamanlar, kadının kâtibi veya kararların toplandığı bir sicil defteri olmayıp, karar kesinleşince yerine getiriliyordu. Kadılar kararların uygulanıp yürütülmesini bizzat kendileri üzerlerine aldılar.

Önceleri hâkimler mahkeme işlerini evlerinde yürütürlerken, bilâhere ihtilâfları hâlletmek için celseleri mescidlerde yapmaya başladılar.

Emevîler devrinde de kadılar, Allahü teâlâdan korkar ve adaletle hükmederlerdi. Hazret-i Muâviye ve sonraki Emevî halîfeleri zamanında kadıların tâyinleri valilere verildi. Halîfe Ömer bin Abdülazîz devrinde kendi mahkemelerine gitmekte serbest olan gayr-i müslimler bile âdil İslâm kadılarına müracaat için yarıştılar.

Ömer bin Abdülazîz, kadılarda ilim, takva, ahlâk ve merhamet vasıflarının varlığını aradı.

Mâverdî, Ebû Ya’lâ, Semerkandî, Serahsî ve İmâm-ı Gazâlî (r. aleyhim), hâkimlerde bulunması îcâbeden vasıfları şöyle bildirmektedirler:

1-Müslüman olması, 2-Erkek olması, 3-Akıllı ve baliğ olması, 4-Hür olması, 5-Adalet, 6-İlim sahibi, yâni müctehid olması, 7-Göz, dil, kulak gibi duygu organlarının sağlam ve sıhhatli olması gibi vasıflardır.

Abbasîler devrinde, kadıların tâyinlerini, terlilerini ve kontrollerini yapan Kâdı’l-kudât teşkilâtı kuruldu. Abbasî halîfesi Hârûn-ür-Reşîd, Hanefî mezhebi hukukçusu İmâm-ı Ebû Yûsuf’u Kâdı’l-kudât tâyin etti. Böylelikle kadının otoritesi daha da genişledi.

Abbasî Devleti’nin genişlemesiyle vilâyetlerden her birinde dört mezhebi temsil eden ve kendi mezheplerinden olanlar arasındaki ihtilâflara bakan birden fazla kadı bulundurulmaya başlandı.

Kâdı’l-kudât’ın, Bağdâd’da Kâdı’l-kudât dâiresi diye bilinen resmî bir dâiresi vardı. Kâtip, hâcib, mübaşir, mahkeme bekçisi ve yardımcıları bu dâirenin en meşhûr vazifelileri idiler.

Abbasîler zamanında Mısır kadıları dürüstlükle meşhûr oldular. Valilerin kadıları azletme yetkisi yoktu. Onların tâyinleriyle ilgili kararnameler doğrudan doğruya Bağdâd’dan yâni halîfeden çıkardı. Maaş tesbiti ve ödenmesiyle de halîfe ilgilenirdi.

Abbasîler zamanında kadının selâhiyetleri bir hayli genişledi. Sâdece davacılar arasındaki ihtilâflara bakarlarken; vakıflar, velî, vasî tâyinlerine de bakmaya başladılar. Bu devrenin en meşhûr kadılarından biri, Me’mûn zamanında Bizans muharebelerinde kumandanlık yapmış olan Yahya bin Eksem’dir.

Kadılar, şâhidlerin şehâdeti hakkında önemle durup haklarında sıkı soruşturma yapılmasına çok dikkat ettiler.

Diğer İslâm memleketlerinde olduğu gibi, Endülüs’te de kadıların önemi büyüktü. Kadılığa tâyin edilecek kişilerde İslâm Hukuku mevzuunda derin bilgi sahibi olmak, doğruluk ve iffetlilik hususunda tanınmak şartları aranırdı. Kadılığa getirilecek kişilerin Arab asıllı olmaları şart değildi. İspanyol asıllı müslümanlardan veya Berberîlerden olan bâzı kimseler de kadılık vazifesinde bulundular. Berberî asıllı olan Endülüs

Kâdı’l-kudâtı Yahya bin Yahya el-Leysî bunlardandır. Taşra vilâyetlerinde kadıya müseddid hassa ünvanlı kadılar vekâlet ederlerdi.

Vakıflar, fetva sicillerini kontrol, Cum’a ve bayram namazlarını kıldırmak, yağmur duası yapmak, baş kadının vazifelerinden idi.

Endülüs kadıları, İspanyolca bilir, dâvalarla ilgili duruşmalarda lüzumu hâlinde davacı ve dâvâlılarla bu dille konuşurlardı.

Mâverdî, hâkimlerin vazifelerini şöyle bildirmektedir:

1-Dâvalara bakmak (Adlî görev).

2-Hakları almak, sahihlerine vermek (hükümleri icra).

3-Vakıflara nezâret.

4-Yetimlerin, mecnûnların, küçüklerin, mahcur ve sefihlerin mallarını korumak (kayyımlık).

5-Vasiyetleri yerine getirmek.

6-Velîleri olmayan yetim kızları evlendirmek.

7-Cezaları icra etmek.

8-Şehrin emniyet ve asayişini sağlamak ve belediye görevlerini yerine getirmek.

9-Şahit ve yardımcılarını kontrol etmek.

10-Hükümlerinde âdil davranmak. Kânunları eşit uygulamak.

Kadılar, tâyin edildikleri yer halkının her çeşit dâvalarına bakmak salâhiyetine sâhib idiler. Yalnız, bâzı kimselerin dâvalarına bakamayacakları tesbit edilmiştir. Bunlar;. 1-Kendisinin, 2-Anne, baba, dede ve ninelerinin (usûlünün), 3-Oğlu ve kızının (fürûunun), 4-Torunlarının, 5-İş ve mülk ortağının, 6-Hanımının, 7-Kölesinin, 8-İşçisinin, 9-Vekilinin dâvalarına bakamazdı.

Selçuklu ve Türkiye Selçuklularında, memleketin şer’î ve hukukî işlerine kadılar baktı. Hükümler (fetvalar) Hanefî fıkhı üzerine verildi. Memlekette askerî sınıfa ve halka mahsus olmak üzere ayrı ayrı hüküm mercîi kadılar vardı. Bütün askeri dâvalara ve mîras işlerine Osmanlılardaki kâdıaskerlere benzeyen ve Kadîleşker denilen ordu kadısı baktı.

Selçuklu Devleti’nin en büyük ilmiye reîsi Kâdı’l-kudât adını taşıyan Konya kadısı idi. Üçüncü Gıyâseddîn Keyhüsrev zamanında (1264-1283) başlıca kadılıklar ve kadılar şunlardı:

Konya’da; Kâdı’l-kudât Sirâcüddîn Ebü’s-Senâ Mahmûdî Urmevî, Kayseri kadısı Celâlüddîn Habîb, Aksaray kadısı Tebrizli Emîrüddîn, Sivas kadısı Kadı İzzüddîn, Niksar kadısı Bedrüddîn-i Kazvînî, Şarkî Karahisar kadısı Tâcüddîn-i Hûyî, Tokat kadısı Kadı Sa’düddîn’dir.

Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi de, Selçuklu kânunlarına göre kaza ve kaza ile ilgili siyâseti yürütme işlerini, içtihadında, yâni hüküm vermesinde müstakil kadılara” bırakmıştı. Devletin kuruluşundan şer’î mahkemelerin kaldırılmasına kadar bu esâsa uyuldu. Pâdişâhlardan Sultan Birinci Bâyezîd Hân, Osmanlılarda kadılık teşkilâtının nizâmını kurdu. Bu esâsa göre vazife yerleri tâyin ve terfî işleri düzenlendi.

Adaletle hüküm verme ve kadılığın önemi hakkında Peygamber efendimizin hadîs-i şerîflerinden bâzıları şunlardır:

“Kadılar üç kısımdır: Biri Cennet’te, ikisi Cehennem’dedir. Hakkı bilen ve ona göre hüküm veren kadı Cennet’tedir. Hakkı bilen fakat ona göre hüküm vermeyen kadı Cehennem’dedir. Bilmediği hâlde hüküm veren kadı da Cehennem’dedir.

“Kadı yerine oturunca, onun yanına iki melek iner ve zulmetmedikçe ona yol gösterirler. Onu muvaffak kılmaya çalışırlar. Eğer zulmederse, oradan ayrılıp onu kendi hâline terkederler.”

“Davacı ve dâvâlı karşısında oturunca, her ikisini de dinlemeden karar verme. Sence hakikatin meydana çıkması için bu daha uygundur.”

“Siz dâvâcı-dâvâlı olarak bana geliyorsunuz. Ben de insanım. Biriniz delilini diğerinden daha güzel ifâde edebilir. Ben aranızda sizden duyduğuma göre hüküm veriyorum. Her kim için, kardeşinin hakkı olan bir şeye hükmedersem onu almasın. Çünkü bu, ateşten bir parçadır. Kıyamet günü, boynunda o ateşle gelir.”

“Kadı, ictihâd edip de isabet ederse, iki; hatâ ederse, bir sevabı vardır.”

ADALETLE HÜKMETMEK

Ukbe bin Âmir şöyle bildirdi: “Bir gün Resûlullah efendimizin huzûr-u şerîflerinde iken, iki kişi gelip aralarındaki ihtilâfı (anlaşmazlığı) söylediler. Peygamber efendimiz bana hitaben; “Yâ Ukbe! Kalk ve bu iki kişi arasındaki ihtilâf hakkında hükmet” buyurdular. Ben de; “Yâ Resûlallah, bu hususda selâhiyet ve ehliyet sizlerdedir” diye arz ettim. O zaman Resûlullah efendimiz: “Yâ Ukbe! Eğer onların arasında ictihâd ile hükmedip hükmünde isabet edersen on sevâb, cehdine (çalışmana) rağmen hatâ edersen bir sevâb mükâfata kavuşursun” buyurdular.