KÜTÜPHANE - kainatingunesi.com

Farsça hâne ve Arabça kütüb kelimelerinden meydâna gelen hâne-i kütüb (kitaplar evi) izafet terkibinde tamlama “i”si’nin düşmesi ve kelimelerin yer değiştirerek birleşmesinden meydana gelmiş bir birleşik isim olup, Osmanlı Türkçesi’nde kullanılmıştır. Lügatte araştırma, müracaat ve okumak için kitap ve benzeri materyallerin toplandığı, saklandığı ve okuyucunun istifâdesine sunulduğu yer mânâsına gelir.

Bir fikir gayreti ve düşünce imâlinin sonucu olarak yazılan eserlerin korunduğu, insanların istifâdesine sunulduğu yer olan kütüphanelerin İslâm târihinde büyük önemi vardır. En son ve en mükemmel din olan islâmiyet, ilme ve âlimlere çok önem vermiştir. Zümer sûresi 9. âyetinde meâlen; “De ki; hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ve Nahl sûresi 43. âyetinde meâlen; “Şayet bilmiyorsanız ilim ehline sorunuz!” buyrulmak suretiyle ilim sahihlerinin ve ilim öğrenmenin ehemmiyeti bildirilmiştir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de; “İlim ve hikmet, mü’minin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın.” ve “İlmi beşikten mezara kadar tahsil ediniz.” ve; “İlmi yazarak kaydediniz.” buyurmak suretiyle ilim öğrenmenin önemini bildirmiş, ilmin yazmak suretiyle muhafaza edileceğine işaret buyurmuştur.

Bu emirler doğrultusunda hareket eden müslümanlar, Peygamber efendimiz zamanından itibaren ilim öğrenmeye başladılar. Asr-ı seâdette ilk medrese olarak, Mescid-i Nebî bitişiğindeki Suffe denilen yerden istifâde edildi. Vahy kâtipleri ise nazil olan Kur’ân-ı kerîm âyetlerini yazdılar. Peygamber efendimizin vefatından hemen sonra hazret-i Ebû Bekr’in halifeliği zamanında Kur’ân-ı kerîm toplanıp kitap (mushaf) hâline getirildi. Hazret-i Osman zamanında ise istinsah edilip yâni nüshaları yazılarak çeşitli İslâm memleketlerine gönderildi. Kur’ân-ı kerîmin yazılıp kitap hâline getirilmesinden ve istinsah edilmesinden sonra, sevgili Peygamberimizin hadîs-i şerîfleri peyder pey yazılmaya başlandı. Emevîler zamanında dînî ilimler çeşitli kısımlara ayrılıp tasnif edilerek kitaplara yazıldı. İlk kütüphane de hazret-i Muâviye zamanında görüldü ve bu devirde kurulan ilk kütüphaneye Hâlid bin Yezîd ilk me’mûr tâyin edildi. Abbasîler zamanında ise ilmî çalışmalara, dînî ilimler yanında felsefe, geometri, astronomi, tıb, kimya, târih ve coğrafya ilimleri de eklendi.

Aklî ve nakli ilimlerin yazılmasıyla ortaya çıkan binlerce kitabın korunması, içerisinde bulunan bilgilerin gelecek nesillere aktarılması için kütüphanelere ihtiyâç duyuldu. İlk zamanlar, âlimler yazdıkları kitapları, evlerinin bir odasını bu işe ayırarak sakladılar. Daha sonra elinde kitap bulunmayan müslümanların da istifâde edebilmesi için, İslâm târihinde ilk olarak Emevî halîfesi Ömer bin Abdülazîz zamanında, umûmî’mâhiyette olmayan kütüphaneler kuruldu. Fakat sistemli ve umûmî mâhiyette ilk kütüphane ise Abbasîler zamanında kuruldu. İlme ve âlimlere son derece hürmeti olan Abbasî halîfesi Hârûn-ür-Reşîd, Beyt-ül-Hikme adlı bir kütüphane kurdu. O zamana kadar aklî ve naklî ilimlere dâir yazılan, Arabça’ya tercüme edilen ve feth edilen yerlerde ele geçirilen kitapları bu kütüphaneye koydu. Hârûn-ür-Reşîd’den sonra hilâfet makamına geçen Me’mûn, tercüme hey’etleri kurarak Arabça kitaplardan başka Yunanca, Süryânice, Farsça, Hindçeve Kıbtîlisanlarıyla yazılan bir çok eserleri de toplattı. Kütüphaneyi personel ve kapasite yönüyle daha geniş düzeye getirip, nâsihler, mütercimler ve müellifler için ayrı oturulacak yerler teşkil ettirdi. Okuyucular için de husûsî mahaller tahsis ettirdi.

Bu kütüphaneye Sâhib-i Beyt-ül-Hikme adı verilen bir de müdür tâyin etti. Daha sonra Bağdadîler, Beyt-ül-Hikme tarzında bir takım kütüphaneler kurdular. Bunların en meşhûru Büveyhî meliklerinden Behâüddevle’nin vezîri Sâbûr bin Erdeşîr tarafından 991 (H. 381)’de Bağdâd’ın Kerh mahallesinde kurulan ve âlimlerin el yazılarıyla yazılan on iki bin cild kitaba yer veren kütüphane idi. Müellifler bu kütüphaneye kendi kitaplarından bâzı nüshaları vakf ettiler. Ali bin Yahya el-Müneccim’in Bağdâd yakınlarındaki Kerkez’de kurduğu Hizânet-ül-Hikme, Ebü’l-Kâsım Cafer bin Muhammed bin Hamdan el-Mûsulî’nin Musul’da kurduğu kütüphanelerde, ilmî araştırmalar için gelen kimselere yatıp kalkacakları yerler vardı. Ayrıca okuyucuların yemek ve harçlık ihtiyâçları da karşılanıyordu. Bu kütüphaneler senenin her günü açık bulunurdu.

İspanya’da kurulan ve Avrupa medeniyetine beşiklik edip, ilim ve tekniğin gelişmesine sebeb olan Endülüs Emevîlerî zamanında ilme, âlime ve kitaba çok önem verilmişti. Endülüs Emevî hükümdarlarının ilim ve irfana muhabbetleri, âlim ve edîblere ikram ve iltifatları ve kitap toplama arzuları pek çok idi. İkinci Abdurrahmân devlet bütçesinden tahsîsât ayırarak âlimleri teşvik edip, kıymetli kitaplar yazdırdı. İslâm târihinde emsali görülmemiş mikdârda kitaplar toplatıp, Kurtuba sarayında kurduğu kütüphaneye yerleştirdi. Oğlu İkinci Hakem de tahta geçince hanedan üyelerine ait üç kütüphaneyi birleştirdi. Kitapların muhafazası ve kütüphanenin idaresi için müdür ve idare me’mûrları tâyin etti. Ülkenin en iyi cildcileri, san’atkârları ve tezhipçilerini saray kütüphanesinde vazifelendirdi. Kitapları ilimlere ve konulara göre tasnîf ettirdi. Verilen bilgilere göre, diğer kitaplar bir tarafa, yalnız bu kütüphanedeki şiir mecmuaları ile dîvânların sayısı kırk dört bine ulaşıyordu. Pek zengin olan kütüphanede kitap mevcudunun dört yüz bin cild olduğunu kaynaklar bildirmiştir. Üçüncü Abdurrahmân bu kütüphaneyi daha da büyüttü. Hakem’in zamanında Endülüs’ün diğer şehirlerinde de kütüphaneler kuruldu. Yalnız Gırnata’da yetmiş kadar umûmî kütüphane vardı. Kurtuba sarayındaki bulunan kitapların çoğu Afrika’dan Endülüs’e tecâvüz eden Berberîlerin şehri muhasaraları esnasında satılmış, geri kalanı da İspanyolların eline geçmiştir.

Mısır’da hâkimiyet kuran Fâtımîlerde pek çok para sarf ederek kitaplar yazdırdılar ve topladıkları binlerce kitap ile kütüphaneler kurdular. Fatımî hükümdarlarından Aziz-billah, Hazînet-ül-kütübveya Dâr-ül-kütüb adı verilen kütüphane kurdurdu. Bu kütüphanede fıkıh, gramer, lügat, hadîs, târih, astronomi, kimya ve diğer ilimlere dâir bir milyonun üzerinde kitap var idi. Ayrıca kütüphanede hendese (geometri) ve rasad âletleri mevcûd idi. Yine Fatımî hükümdarı Hâkim bi-Emrillah tarafından Kâhire’de Dâr-ül-Hikme adıyla bir kütüphane kuruldu ve pek çok kitap bu kütüphanede toplandı. Kütüphaneye, müdür ve kitap muhafızları vazifelendirdi. Fatımî Devleti’ni yıkıp Mısır’da iktidarı eline alan Selâhaddîn-i Eyyûbî de yeni medreseler ve kütüphaneler yaptırarak İslâmiyet’e hizmet etmiştir. Trablusşam’da Abbasîler zamanında kurulup, Fâtımîler zamanında kütüphanede bulunan üç milyon cild kitabı, haçlılar 1108 (H. 502)’de burayı işgal ettikleri zaman yağmaladılar.

Şam bölgesini feth eden Nûreddîn Zengî de medreseler ve kütüphaneler kurdu. Bu kütüphanelere Hezâin-i Nûriyye adı verilirdi. Gazneliler devrinde, ilim ve kültürfaâliyetleri parlak geçmiştir. Gazneli Mahmûd ve diğer Gazneli sultanları ilim ehline çok muhabbet duymuşlar, saraylarında ilmî eserlerin bulunduğu kütüphaneleri ihmâl etmemişlerdi. Bilhassa Gazneli sultan Mes’ûd’un kurduğu kütüphane bunların en meşhûrudur.

Mısır’da hüküm sürmüş olan Memlûkler döneminde de ilmî hayat, kütüphanelerle sıkı sıkıya bağlıydı. Bu devirde hem muhtelif ilimlere dâir kitap yazmaya, hem de kitap toplama ve kütüphane kurmaya önem verildi. Kütüphane kurma işinde sultanlar başta geliyordu. Kal’at-ül-Cebel’de kurdukları kütüphanede kıymetli kitaplar toplamışlardı. Medrese veya camiyi yaptıran sultan veya emîr bu müessesenin devamı için gelir getiren vakıfları ile mâlî kaynakları sağlıyor ve çeşitli ilimlere dâir Dir de kütüphane kuruyordu. Bu kütüphanelerde kitapları tanzim eden, koruyan ve tamir eden hâfız-ı kütübler ve diğer vazifeliler bulunuyordu. Cami ve medreselerdeki umûmî kütüphanelerden başka, sultan ve emirlere ait husûsî kütüphaneler de vardı.

Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşâh’ın vezîri Nizâm-ül-mülk, Nişâbur, Bağdâd ve diğer şehirlerde kurduğu medreselerin yanına, ilim ehlinin istifâdesi için kütüphaneler kurmuş, kitap yazdırmak ve te’min etmek için her türlü imkânı seferber etmişti, özellikle Bağdâd’da kendi adına kurduğu Nizamiye Medresesi yanına diğer sosyal te’sislerle birlikte bir de kütüphane yaptırmış, bu kütüphanede din ilimleri, astronomi, coğrafya, matematik, tıp, geometri ve târihe dâir binlerce kitap toplamıştı.

Karahanlılar, Harezmşâhlar, Gazneliler ve Selçuklular dönemlerinde, Türkistan ve Mâverâünnehr’de önemli ilim merkezleri hâline gelen Buhara ve Taşkent gibi yerlerde de kütüphaneler kurulmuş, buralara; gerek devlet adamları, gerekse âlimler tarafından binlerce cild kitap vakf edilmişti.

İran’ın güneyindeki Kirman bölgesinde kurulan Kirman Selçukluları, Irak Selçukluları, Suriye Selçukluları ve Türkiye Selçukluları zamanlarında da ilmî çalışmalara önem verilmiş ve kütüphaneler kurulmuştur. Bilhassa Anadolu’da Amid (Diyarbakır)deki Ulu Camirnin bitişiğinde kurulan kütüphane, zamanın en meşhûr kütüphanelerinden biri idi. Hicrî altıncı asırda bir milyon kırk bin (1.040000) cild kitabın mevcud olduğunu o devir tarihçileri yazmaktadır. Mardin, Hasankeyf, Cizre, Ahlat gibi kültür merkezlerinde pek çok kıymetli kitapların muhafaza edildiği kütüphaneler vardı. Bu kütüphânelerdeki kitapların çoğu Moğol işgalinde yakılıp kayboldu.

Abbasîler zamanında Bağdâd’da kurulan Dâr-ül-Hikme adlı kütüphane, Nizâm-ül-mülk tarafından kurulan Nizamiye Medresesi Kütüphanesi ve diğer ilim merkezlerinde kurulan kütüphaneler 1258 (H. 656) yılında vuku bulan Moğol istilâsında yıkılmış; kitaplar yakılmak ve Dicle nehrine atılmak suretiyle imha edilmiş, târih en büyük ilim ve kültür katliâmına şâhid olunmuştu.

İlme ve âlimlere son derece saygı duyan Tîmûr Hân’ın kurduğu Tîmûr Devleti zamanında da kütüphaneler kurulmuş, devlet ileri gelenleri, ilim öğrenmek ve kitab toplamakta birbirleri ile yarışmışlar ve topladıkları kitapları kütüphanelerde diğer insanların istifâdesine sunmuşlardır.

Osmanlı Devleti zamanında da müstakil ve düzenli kütüphaneler kurulmuş, ilim mirası sonraki nesillere bu şekilde nakl edilmiştir. Fâtih Sultan Mehmed Hân, İstanbul’u feth ettikten sonra, çeşitli îmâr faaliyetleri arasında önemli kütüphaneler de yaptırdı. Fâtih ve Eyyûb Sultan Camii kütüphaneleri bunlardandır. Daha sonraki pâdişâhlar tarafından zenginleştirilerek zamanımıza kadar gelen Topkapı Sarayı Kütüphanesi ile İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli merkezlerinde bulunan kütüphaneler kurdular. Osmanlı sultânı İkinci Abdülhamîd, Hân’ın emri ile İstanbul ve başka Osmanlı ülkelerindeki kütüphaneler tertip ve tanzim edilerek, fihristler düzenlendi. Mısır’daki dağınık kütüphaneler toplanarak Kâhire’deki bu günkü adıyla Dâr-ül-kütüb-ül-Mısriyye diye bilinen Hidiv Kütüphanesi meydana getirildi ve binlerce eserin yok olması önlendi.

Bugün Türkiye’de devlete bağlı ve husûsî olarak 808 kütüphane bulunmaktadır. Bunlardan 296’sı çocuk kütüphânesidir. Yapılan tesbitlere göre bu kütüphanelerde on milyonun üzerinde kitap bulunmaktadır. Memleketimizdeki en eski kütüphane Bâyezîd Devlet Kütüphanesi, Fâtih’deki Millet Kütüphanesi de bünyesinde on binlerce ilmî eseri ihtiva etmektedir. Çeşitli İslâm ülkelerinde de kıymetli eserlerin muhafaza edildiği pek çok kütüphaneler mevcuddur. Medine’deki Arif Hikmet Kütüphanesi, Şam’daki Zahiriye, Hindistan’da Haydarâbâd Devlet Kütüphanesi, Bombay’daki Firûz kütüphaneleri bunlardan bâzılarıdır.

İslâm târihinin her devrinde eğitim ve öğretimin bölünmez bir parçası olarak değerlendirilen kütüphanelere, özel mâhiyette yapılan bina veya bölümler de tanzim edilmiştir. Umumiyetle ortada uzun bir koridorun, yanlarda okuma odalarının ve kitapların muhafaza edildiği odaların yer aldığı kütüphanelerde dinlenme ve diğer ihtiyâçların giderildiği husûsî bölümler mevcuttu. Kitaplar, her ilim dalına veya belli konulara göre tasnîf edilmiş ve fihristleri düzenlenmiştir. Kitaplar, yerden bir adam boyu yüksekliğinde raflara yerleştirilmişti. Kıymetli veya cildsiz kitaplar, kitab büyüklüğünde özel olarak hazırlanmış kutularda muhafaza edilirdi. Kitabın ve müellifinin adı kitabın alt dış kenarına yazılırdı. Her bölümün ayrı personeli olup, dolapları açık tutulur ve kitaplar herkesin istifâdesine sunulurdu. Herkes arzu ettiği kitabı bizzat alabilirdi. Buna rağmen kıymetli yazma eserlerin ve nâdir kitapların bulunduğu kilitli dolaplar da vardı.

Kütüphânelerdeki kitaplardan kolaylıkla istifâde edebilmek için kataloglar (fihristler) düzenlenmişti. Bu kataloglar son derece düzenli olup, kütüphanede bulunan kitapları, mevzûlarına göre tertib edilmiş şekilde içine alırdı. Bu umûmî kataloglar yanında, kitap dolaplarının herbirine yapıştırılmış husûsî listeler de vardı. Ayrıca her kitabın sicilinin tutulduğu özel defterler de kitabın menşei, konusu, bakımı, tâmiratı hakkında bütün bilgiler bulunurdu.

İlmin yayılmasına ve umûmî olarak halkın istifâdesine hizmet etmek için talebe ve hocalara ödünç olarak kitap verilirdi. İşlerin düzenli yürümesi için bir takım kayıtlar konulmuştu. Meselâ, Kahıre Kütüphanesi nizâmnâmesinde; “Sâdece Kâhire’de oturan talebelere kitapların ödünç verilebileceği” maddesi vardı. Bâzan ödünç alandan bir te’minât istendiği de olurdu. Fakat ulemâ, te’minât bırakmaktan muaftı, ödünç alan kimsenin onu titizlikle koruması gerekirdi, izinsiz, kitap üzerinde düzeltme yapması, haşiyeler ilâve etmesi, kitabın başındaki ve sonundaki boş yerlere bir şeyler yazması kesinlikle yasaktı. Kütüphanelerde umumiyetle şu personel çalıştırılırdı:

1-Hâzin (Hâfiz-ı Kütüb): Kütüphanenin ilmî ve idarî işlerini yürüten kimsedir. Yeni çıkan kitapları kütüphaneye alır, katalogların titizlikle yapılmasına, güzel tanzîm ve tertîb edilmesine nezâret eder, mümkün olduğu kadar okuyuculara her türlü kolaylığı sağlardı. Kitapları yıpranmaktan korumak, tamire ihtiyâcı olanları tamir ettirmek, cildletmek, ehli olmayan kimselere karşı kitabı esirgemek onun vazifelerindendi.

Kütüphanelerde umumiyetle bir Hâzin bulunurdu. Çok büyük veya okuyucuları çok olan kütüphanelerde iki Hâzin tâyin edildiği veya yardımcı verildiği de olurdu. Hâzin’in vazifesi sâdece idarî değildi. Onda yüksek ilmî seviyeye sâhiblik şartı da aranırdı. Hâzinler, bu sebeple bütün kitapların mevzûlarıyla ilgili ilmî üstünlüğü olan kişilerden, âlimlerden ve ünlü edîblerden olurdu.

2-Mütercimler: Diğer dillerde yazılan eserleri kendi dillerine tercüme eden kimselerdir. “İlim, Çin’de de olsa alınız” buyuran sevgili Peygamberimizin emrine tâbi olan müslümanlar, her asırda müslüman olmayan diğer milletlerin ortaya koyduğu ilmî eserleri, kendi dillerine tercüme etmek suretiyle ilme ve müslümanlara hizmet etmişlerdir. Kütüphanelere yeni eser kazandırmak için çeşitli dilleri bilen ve hizmet veren mütercimler bulunurdu.

3-Müstensihler: Yeni çıkan bir kitabdan başka nüshalar yazmak için kütüphanelerde çalışan yazısı güzel, kusursuz ve titiz olan kimselerdir. İslâm târihi boyunca vazifelerini en güzel şekilde yerine getirmiş, kütüphanelere yeni ve çok kıymetli eserler kazandırmış olan pekçok müstensih yetişmiştir. Bunlar liyâkatlerine, yaptıkları işlerine karşılık, maaşlarından başka bahşiş de alırlardı.

4-Mücellidler: Kütüphanelerde bulunan cildsiz veya cildleri yıpranmış olan kitapları cildlemekle vazifeli kimselerdir. Bu gün bile önemini koruyan mücellidlik mesleği, İslâm târihi boyunca ilmin ve İslâmiyet’in hizmettinde olmuştur. İlk zamanlar kuru deri ile yapılan cildler, daha sonraki devirlerde tehzîb ve süsleme san’atıyla zirveye ulaştı.

5-Münâviller: Kütüphanelerde kitap bulma tekniğini bilmeyen okuyuculara, kitapların raflardaki yerini göstermek veya kitapları dolaplardan alıp, okuyuculara getirmekle vazifeli kimselerdir.

Bu vazifelilerden başka kütüphanelerin temizliği, döşemesi ve bâzı hizmetleriyle vazifeli hadimveya ferrâş denilen kimseler de vardı.

Kütüphanelerin bakımı ve çeşitli ihtiyaçları umumiyetle kendi vakıflarınca karşılanırdı. Kütüphane binasının tamiri, kütüphaneye yeni kitapların kazandırılması, vazifelilerin maaşlarının verilmesi gibi masraflar kütüphaneye nezâret eden ve müşrif adı verilen kimse tarafından, vakfın gelirleri ile ilgili yerlerden tahsîl edilerek, karşılanırdı. Kütüphanelerde çalışan kimseler maaşlarından başka, yaptıkları işlere göre, devlet adamları tarafından verilen bahşiş ile taltif edilirlerdi.

Umumiyetle herkes, kütüphanelerden parasız olarak faydalanabilirdi. Kütüphanede vazife yapanların veya okuyucuların kâğıt, mürekkep ve kamış kalem ihtiyâçları idare tarafından karşılanırdı.

İslâm târihi boyunca, eğitim ve öğretimin ayrılmaz bir parçası olan kütüphaneler, eğitim ve öğretime olan katkılarına göre üç kısma ayrılmıştır.

1-Umûmî kütüphaneler: Araştırma yapanların ve ders okuyanların her türlü ihtiyaçlarını karşılayan, herkese açık olan, kitap sayısı çok olan çoğu kere devlet tarafından kurulan kütüphanelerdir. Abbasî halîfesi Hârûn-ür-Reşîd tarafından Bağdâd’da kurulan ve Me’mûn tarafından geliştirilen Dâr-ül-Hikme, Basra’daki İbn-i Sevvar Kütübhânesi Sâbûr bin Erdeşir’in Bağdâd’ın Kerh mahallesinde kurduğu Dâr-ül-ulûm, Fatımî hükümdarı Hâkim bi-Emrillah’ın Kâhire’deki kurdüğü Dâr-ül-Hikme, Nizâm-ül-mülk’ün Bağdâd’da kurduğu Nizâmiyye Medresesi Kütüphanesi ve Irak, Horasan, Suriye, Mısır ve Anadolu’da kurulmuş medrese kütüphaneleri gmûmî kütüphanelerdir.

2-Yarı umûmî kütüphaneler: Halîfeler ve hükümdarlar tarafından kurulan, bütün halka açık tutulmayıp, belli ilmî dereceye ulaşan kimselerin istifâde ettiği kütüphanelerdir. Bu kütüphanelere giriş özel izne tâbi idi. Abbasî halîfesi Nâsır-Lidinillah’ın kurduğu kütüphane, son Abbasî halîfesi Mustasım Billah’ın sarayında kurduğu kütüphane bu şekildeki kütüphanelerden sayılabilir.

3-Husûsî Kütüphaneler: Âlimler ve edîbler tarafından kendi ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan kütüphanelerdir. Abbasî halîfesi Mütevekkil’in vezîri el-Feth bin Hakan’ın, Me’mûn devri tabîb ve mütercimlerinden. Huneyn bin İshak’ın, nahiv ve lügat âlimi İbn-ül-Haşşâb’ın ve El-Muvaffak bin Mutran’ın kütüphaneleri bu çeşit kütüphanelerden bâzılarıdır.