Muhammed aleyhisselamın mucizeleri - kainatingunesi.com

MUHAMMED ALEYHİLSSELÂM’IN mûcizeleri

Sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlânın peygamberi olduğunu açıklayan şâhidler sayı­lamayacak kadar çoktur. Allahü teâlâ; “Sen olmasaydın âlemi yaratmazdım” buyurdu. Bütün varlıklar, Allahü teâlântn varlı­ğını, birliğini gösterdikleri gibi, Muhammed aleyhisselâmın peygamber olduğunu ve üstünlüğünü de göstermektedirler. Ümmeti­nin evliyâsında hâsıl olan kerametler, hep Onun mûcizeleridir. Çünkü, kerametler, O’na tâbi olanlarda, O’nun izinde gidenlerde hâsıl olmaktadır. Hattâ, bütün peygamberler, O’nun ümmetinden olmak istedikleri için, daha doğ­rusu, hepsi O’nun nûrundan yaratıldıkları için, O’nların mûcizeleri de Muhammed aleyhisse­lâmın mûcizelerinden sayılır.

Sevgili peygamberimiz Muhammed aley­hisselâmın mûcizeleri, zamân bakımından üçe ayrılmıştır: Birincisi, mübârek rûhu yaratıldı­ğından başlayarak peygamberliğinin bildiril­diği bi’set zamânına kadar olanlardır. İkincisi, bi’setden vefâtına kadar olan zamân içindekilerdir. Üçüncüsü, vefâtından kıyâmete kadar olmuş ve olacak şeylerdir. Bunlardan birinci­lere, irhâs denir. Her biri de ayrıca, görerek veya görmeyip akıl ile anlaşılan mûcizeler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bütün mûcizeler o kadar çoktur ki, sınırlamak, saymak mümkün olmamıştır. İkinci kısımdaki mûcizelerin üç bin kadar olduğu bildirilmiştir. Bunlardan meşhûr olan birkaç tânesi aşağıdadır. (Mübârek hayâ­tını anlatırken belirtilen, mûcizeleri ayrıca yazılmamıştır.)

1- Muhammed aleyhisselâmın mûcizeleri­nin en büyüğü Kur’ân-ı kerîmdir. Bugüne kadar gelen bütün şâirler, edebiyâtçılar, Kur’ ân-ı kerîmin nazmında ve mânâsında, âciz ve hayrân kalmışlardır. Bir âyet-i kerîmenin ben­zerini söyleyememişlerdir. Îcâzı ve belâgatı insan sözüne benzemiyor. Yâni, bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki ve mânâsındaki güzellik bozuluyor. Bir kelimesi­nin yerine koymak için, başka kelime arayan­lar bulamamışlardır. Nazmı, Arab şâirlerinin şiirlerine benzemiyor. Geçmişte olmuş ve gelecekte olacak nice gizli şeyleri haber ver­mektedir. İşitenler ve okuyanlar, tadına doya­mıyorlar. Yorulsalar da, usanmıyorlar. Okuması ve işitmesi sıkıntıları giderdiği, sayı­sız tecrübelerle anlaşılmıştır. İşitince kalblerine dehşet ve korku çökenler, bu sebepten ölenler bile görülmüştür. Nice azılı İslâm düş­manları Kur’ân-ı kerîmi dinlemekle, kalbleri yumuşamış, îmâna gelmişlerdir.

2- Bir gün amcası Abbâs’ın evine gidip onu ve evlâdını yanına oturttu. Üzerlerini ihrâmı ile örterek; “Yâ Rabbî! Bu amcamı ve Ehl-i beytimi örttüğüm gibi, sen de, Cehen­nem ateşinden kendilerini koru?” dedi. Duvarlardan üç kerre âmîn sesi işitildi.

3- Bir gün elinde put bulunan kimseye; “Put bana söylerse, îmân eder misin?” buyurdu. Adam; “Ben buna etli senedir ibâdet ediyorum. Bana hiç bir şey söylemedi. Sana nasıl söyler?” dedi. Muhammed aleyhisselâm; “Ey put! Ben kimim?” buyurunca; “Sen Allah’ın peygamberisin” sesi işitildi. Putun sâhibi, hemen îmâna geldi.

4- Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, bir çayırda giderken, üç kerre, “Yâ Resûlallah” sesini işitti. O tarafa bakıp, bağlı bir geyik gördü. Yanında bir adam uyuyordu. Geyiğe isteğini sorunca; “Bu avcı beni avladı. Karşıdaki tepede iki yavrum var. Beni salıver! Gidip, onları doyurup geleyim” dedi. Resûl aleyhisselâm; “Sözünde durup gelir misin?” buyurdu. Geyik; “Allah için söz veri­yorum, gelmezsem Allah’ın azâbı benim üze­rime olsun” dedi. Resûlullah geyiği bıraktı. Biraz sonra geldi. Adam uyanıp; “Yâ Resûlal­lah! Bir emrin mi var?” dedi. Peygamber efen­dimiz de; “Bu geyiği âzâd et!” buyurdu. Adam, geyiğin ipini çözüp bıraktı. Geyik; “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve enneke Resûlullah” dedi ve gitti.

5- Tirmizî ve Nesâî’nin “Sünen” kitapla­rında diyor ki: İki gözü âmâ (kör) bir kimse gelip; “Yâ Resûlallah! Duâ et, gözlerim açılsın” dedi. Efendimiz, merhamet buyurup; kusur­suz bir abdest almasını, sonra; “Yâ Rabbî! Sana yalvarıyorum. Sevgili peygambe­rin Muhammed aleyhisselâmı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sev­diğim peygamberim hazret-i Muham­med! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hâtırın için kabûl etmesini istiyorum. Yâ Rabbî! Bu yüce Peygamberi bana şefâatçi eyle! O’nun hürmetine duâmı kabûl et” duâsını oku­masını söyledi. Adam, abdest alıp duâ edince, gözleri açıldı. Bu duâyı müslümanlar, her zamân okumuşlar ve dileklerine kavuşmuşlardır.

6- Bir kadın, hediye olarak bal gönderdi. Balı kabûl edip boş kabı geri gönderdi. Allahü teâlânın kudreti ile, kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek; “Yâ Resûlallah! Günâhım nedir?” Hediyemi niçin kabûl etmediniz? dedi. “Senin hediyeni kabûl ettik. Gördüğün balf Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir” buyurdu. Kadın sevinerek, balı evine götürdü. Çoluk-çocuğu ile aylarca yedi­ler. Hiç eksilmedi. Bir gün yanılarak balı başka kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu Resûlullah’a haber verdiler. “Gönderdiğim kabda kalsaydı, dünyâ durdukça yer­lerdi, hiç eksilmezdi” buyurdu.

7- Ümmetinden çok kimsenin denizden gazâya gideceklerini ve sahâbeden olan Ümmü Hirâm (r.anhâ) ismindeki hanımın gazâda bulunacağını haber verdi. Hazret-i Osman halîfe iken müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harb ettiler. Bu hanım da berâber idi. Orada şehîd oldu.

8- Hazret-i Muâviyye’ye; “Bir gün ümme­timin üzerine hâkim olursan, iyilik yapanlara mükâfat et! Kötülük eden­leri de af eyle!” buyurdu. Hazret-i Muâviye, hazret-i Ömer ve hazret-i Osman zamânla­rında Şam’da yirmi sene valilik, sonra yirmi sene de halifelik yaptı.

9- Abdullah ibni Abbâs’ın annesine bakıp; “Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zamân bana getir!” buyurdu. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezân ve ikâmet oku­yup, mübârek tükürüğünden ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup, annesinin kucağına verdi; “Halîfelerin babasını al, götür!” buyurdu. Çocuğun babası olan hazret-i Abbâs, bunu işitip, gelip sorunca; “Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halîfelerin babasıdır. Onlar arasında Seffâh, Mehdî ve Îsa aleyhisselâmla namaz kılan bir kimse bulunacaktır” buyurdu. Abbâsî devletinin başına çok halîfeler geldi. Bunların hepsi Abdullah bin Abbâs’ın soyun­dan oldu.

10- Amcasının oğlu Abdullah bin Abbâs’ın alnına mübârek elini koyup; “Yâ Rabbî! Bunu dinde derin âlim yap, hikmet sâhibi eyle! Kur’ân-ı kerîmin bilgile­rini kendisine ihsân eyle!” buyurdu. Abdullah bin Abbâs, bundan sonra bütün ilim­lerde ve bilhassa tefsîr, hadîs ve fıkıh bilgile­rinde zamânın bir tânesi oldu. Sahâbe ve Tabiîn her şeyi bundan öğrenirdi. Tercümân-ül-Kur’ân, Bahr-ül-ilim ve Reîs-ül-müfessirîn isimleriyle meşhûr oldu, İslâm memleketleri bunun talebeleri ile doldu.

11- Hizmetçilerinden Enes bin Mâlik’e; “Yâ Rabbî! Bunun malını ve çocukla­rını çok, ömrünü uzun, günâhlarını af eyle!” duâsını yaptı. Zaman geçtikçe malları mülkleri çoğaldı. Ağaçları, bağları her sene meyve verdi. Çok fazla çocuğu oldu. Yüz on sene yaşadı. Ömrünün sonunda; “Yâ Rabbî! Habîbinin benim için yaptığı duâlardan üçünü kabûl ettin, ihsân ettin! Dördüncüsü olan günahlarımın affedilmesi acabâ nasıl olacak” deyince; “Dördüncüsünü de kabûl ettim. Hatı­rını hoş tut!” sesini işitti.

12- Hicretin üçüncü senesinde, Resûl aleyhisselâm Kattân gazvesinde bir ağaç dibinde yalnız yatarken, Dâsür isminde bir pehlivan kâfir, elinde kılıçla gelip; “Seni benden kim kurtarır?” dedi. Resûlullah; “Allahü teâlâ kurtarır” buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm insan şeklinde görünüp, kâfirin göğsüne vurdu. Yıkılıp kılıç elinden düştü. Resûl aley­hisselâm, kılıcı eline alıp; “Seni benden kim kurtarır?” buyurdu. “Beni kurtaracak sen­den daha hayırlı kimse yoktur” diye yalvardı. Af buyurup serbest bıraktı, Îmâna gelip, çok kimselerin îmâna gelmesine sebeb oldu.

13- Resûl aleyhisselâm, bir gün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine elini uza­tırken, bir kuş mesti kapıp havada silkti. İçin­den bir yılan düştü. Sonra kuş, mesti yere bıraktı. Bu günden sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet oldu.

14- Sahâbeden Enes bin Mâlik’de, Resûlullah’ın mübârek yüzünü sildiği bir men­dili vardı. Enes, bununla yüzünü siler, kirlen­diği zaman, ateşe bırakırdı. Kirler yanar mendil yanmaz, tertemiz olurdu.

15- Uhud gazâsında, Ebû Katâde’nin bir gözü çıkıp yanağı üzerine düştü. Resûlullah’a getirdiler. Mübârek eli ile gözünü yerine koyup; “Yâ Rabbî! Gözünü güzel eyle!” buyurdu. Bu gözü, diğerinden güzel oldu. Ondan daha kuvvetli görürdü. Ebû Katâde’nin (r.anh) torunlarından biri, halîfe Ömer bin Abdülazîz’in (r.anh) yanına gelmişti,, “Sen kimsin?” dedi. Bir beyt okuyarak, Resûlullah’ın mübârek eli ile gözünü yerine koymuş olduğu zâtın torunu olduğunu bildirdi. Halîfe, bu beytleri işitince, kendisine, ziyâde ikrâm ve ihsânda bulundu.