MÛSÂ"aleyhisselâm" ve YEHÛDİLİK - kainatingunesi.com

Mûsâ “aleyhisselâm”

Mûsâ “aleyhisselâm”, Büyük Peygamberlerdendir. İsrâîl oğullarına gönderilmiştir. Avrupalılar, ona Möise, Moşe der. Ya’kûb aleyhisselâmın soyandandır. İmrân adında bir zâtın oğludur. Yûsuf aleyhisselâmdan sonra. İsrâîl oğulları, Mısrda çoğaldı. Dinlerine sarılıp, ibâdet ederlerdi. Fekat, zulm ve hakaret görürlerdi. İsa aleyhisselâmdan bir rivayete göre, binyediyüzbeş [1705] sene önce, Mûsâ “aleyhisselâm” doğdu. Annesi bunu bir beşiğe koyup, Nil nehrine bırakdı. Beşik Fir’avnın serayı önünden geçerken, Fir’avnın zevcesi (Âsiye) bunu alıp büyütdü. Kırk yaşına gelince, akrabâlarını öğrenip, onların yanına gitdi. Kendisinden üç yaş büyük olan kardeşi Hârûn ile buluşdu. Birgün, bir Mısrlı kâfirin [kıptînin], İsrâîl oğullarından birine işkence etdiğini gördü. Kurtarırken, kıpti öldü. Korkup, Medyen şehrine gitdi. Orada Şu’ayb aleyhisselâmın kızı ile evlendi. Şu’ayb aleyhisselâma, on sene hizmet etdi. Mısra dönmek için yola çıkdı. Yolda Tûr dağında, Allahü teâlâ ile konuşdu. Mısra gelip Fir’avnı dîne da’vet etdi, İsrâîl oğullarına serbestlik verilmesini istedi. Fir’avn kabûl etmedi. (Mûsâ büyük sihrbâzdır. Bizi aldatıp, memleketimizi elimizden almak istiyor) dedi. Yanındaki vezirlere sordu. Onlar da, (Sihrbâzları topla, onu mağlûb etsinler) dediler. Sihrbâzlar geldiler. Mısr halkı önünde, ipleri yere atdılar. Her ip, yılan görünüp, Mûsâ aleyhisselâma doğru yürüdü. Mûsâ “aleyhisselâm” asâsını yere bırakdı. Büyük yılan oldu. İpleri yutdu. Sihrbâzlar şaşırdı. imân etdiler. Fir’avn kızdı (O, sizin ustanız imiş. Ellerinizi, ayaklarınızı keseceğim. Hepinizi hurma dallarına asacağım) dedi. (Biz Mûsâya inandık. Onun Rabbine sığınıyoruz. Yalnız Onun afv ve merhametini isteriz) dediler. Kâfirlerin suları kan oldu. Kurbağa yağdı. Cild hastalıkları ve üç gün karanlık oldu. Fir’avn, bu mu’cizeleri görünce korkdu. İzn verdi. Mûsâ aleyhisselâm, Beni İsrâîl ile, Mısrdan çıkıp, Kudüse doğru giderken. Fir’avn pişman oldu. Askerleri ile arkalarına düşdü. Süveyş körfezi açılıp, mu’minler karşıya geçdi. Fir’avn geçerken, deniz kapandı. Fir’avn askeri ile birlikde boğuldu İsrâîl oğulları, yolda öküze tapanları gördüler. (Biz de böyle tanrı isteriz) dediler. Mûsâ aleyhisselâm, (Allahdan başka ma’bûd yokdur. Allah sizi kurtardı) dedi. Sonra Tih çölüne düşdüler. Yolu şaşırdılar. Aç ve susuz kaldılar. Gökden (Men) “kudret helvası” ve (Selva) “bıldırcın eti” inerdi. Bunları yirlerdi. Âsası ile yere vurdu. Su çıkdı. Bundan içerlerdi. (Helva ile etden bıkdık. Bakla, soğan gibi şeyler isteriz) dediler. Mûsâ aleyhisselâmı gücendirdiler. Bunun için kırk sene çölde kaldılar. Mûsâ “aleyhisselâm”, Harun “aleyhisselâm”ı vekil bırakıp, Tûr dağına gitdi. Orada kırk gün ibâdet etdi. Allahü teâlânın kelâmını işitdi. (Tevrat) kitabı kendisine indirildi. Tih çölünde, Sâmirî adında bir münâfık, herkesdeki altınları, süs eşyasını eritip, bunlardan bir buzağı yapdı. (Mûsânın ilâhı budur. Buna tapınız!) dedi. Tapmağa başladılar. Hârun aleyhisselâmı dinlemediler. Mûsâ “aleyhisselâm” Tûrdan gelip bu hâli görünce çok kızdı. Sâmirîye la’net etdi. Kardeşinin sakalından tutup darıldı. Pişman olup kendisine yalvardılar. (Tevrât)a göre ibâdet etmeğe başladılar. Mûsâ “aleyhisselâm” ümmeti ile Lût gölünün cenûb (güney) tarafına geldi. (Uç bin Unk) adında bir melik ile harb etdi. Şerî’a nehri şarkındaki yerleri ele geçirdi. Eriha şehri karşısındaki dağa çıkdı. Ken’ân ilini uzakdan gördü. Yerine Yûşa’ aleyhisselâmı halîfe bırakıp, yüzyirmi [120] yaşında, orada vefat etdi. Erîha şehrini, sonra Kudüsü, Amâlika kâfirlerinden Yûşa’ “aleyhisselâm” ele geçirdi. Yûşa’ “aleyhisselâm”, Mûsâ aleyhisselâmın hemşiresinin oğludur. Yûsüf aleyhisselâmın soyundan olan (Nûn)un oğludur. Mısrda dünyâya gelmişdir. Kendisi İstanbula hiç gelmedi. Mûsâ aleyhisselâmdan yirmiyedi sene sonra, yüzyirmiyedi [127] yaşında vefat etdi. Kabri Nablüs şehrinde veyâ Halebe yakın Me’arre şehrindedir. Hıristiyanlar buna Yeşû diyor.

(Hadîka-tül-cevâmî) de diyor ki (İstanbulda, Beykoz tepelerinden birinde ziyaret edilmekde olan kabrin, Yûşa Nebî olduğu söyleniyor ise de, târihî bilgilere uygun değildir. Bir Velî veyâ havarilerden birinin kabri olabilir. Böyle ise, yine kıymetlidir. Yûşa Nebinin kabri olup olmadığını kesin olarak söylemek câiz değildir. Buradaki mescidi. 1169 [m. 1755] da üçüncü Osman hânın sadr-ı a’zamı Muhammed Sa’îd pâşa yapdırdı. Mescidde sık sık mevlid okunur. Dinlemeğe akın akın gidilirdi. Çok toplanıldığından, üçüncü Selîm hân, fitneye sebeb olmamak için, burada meşâyıhın (tasavvuf ehlinin) âyin yapmasını men etti ve yalnız mevlid okunmasına izn verdi.)

Yehûdilik ve Tevrât

Mûsâ aleyhisselâmdan sonra, onun getirdiği yahûdilik dini bozuldu. Yehûdiler yetmişbir fırkaya ayrıldılar. Tevrâtı değişdirdiler. (Talmud) denilen din kitâbı yazdılar ki, (Mişnâ) ve (Gamârâ) diye iki kısmdır.

(Mîzân-ül-mevâzîn) kitâbı, yehûdîlerin ve hıristiyanların ellerindeki Tevrât ve İncîl dedikleri kitâbların Allah kelâmı olmadıklarını isbât etmekdedir. İkiyüzelliyedinci sahîfesinde diyor ki, (Yehûdî i’tikâdına göre, Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma, Tûr dağında Tevrât kitabını verdiği gibi, ba’zı ilmleri de ilhâm eylemiş, Mûsâ, bu ilmleri Hârûna, Yûşa’a ve El-Ye’âzâra bildirmiş. Bunlar da, sonra gelen peygamberlere ve nihâyet mukaddes Yehûdâya bildirmişler. Bu da, milâdın ikinci asrında, bu ilmleri, kırk senede, bir kitâb hâline getirmiş. Bu kitâba (Mişnâ) denilmiş. Milâdın üçüncü asrında Kudüsde ve altıncı asrında Bâbilde Mişnâya birer şerh yazılmış. Bu şerhlere (Gamârâ) denilmiş. Mişnâ ile iki Gamârâdan birini, bir kitâb hâline getirip, bu kitâba (Talmud) demişler. Kudüs Gamârâsından meydâna gelen Talmuda (Kudüs Talmudu), Bâbil Gamârâsından meydâna gelene (Bâbil Talmudu) demişlerdir.

Hıristiyanlar bu üç kitaba düşmandır. Bu düşmanlıklarının sebeblerinden birisi, İsâ aleyhisselâmı asmak için hâzırladıkları çarmıhı taşıyan ve çarmıha gerilme hâdisesinde bulunan Şem’un, Mişnâyı rivâyet edenler arasındadır derler.

Yehûdîler kendi din adamlarına (Haham) derler. El-Ye’âzâr, Şuayb aleyhisselâmın oğlu idi.

Tarih BoyuncaYehûdîler

Yehûdîler, Ya’kub aleyhisselâmın oniki oğlundan türemişlerdir. Hazret-i Ya’kûb’un adı İsrâil olduğu için, bunlara (Beni İsrâil), ya’ni İsrâil oğulları denildi. İsrâil, Abdullah demektir. Hazret-i Mûsâ, Tûr dağına gidince, bunlar dinden çıktı, buzağıya taptı. Sonra pişman olup tevbe ettikleri için, yehûdî denildi. Yehûdî, hidâyeti, doğru yolu bulucu demektir.

Yehûdîler, Hazret-i Mûsâ’ya çok eziyet etti. Sonra gelenleri, bin Peygamberi şehîd etti. Hazret-i İsâ’yı babasız çocuk diye kötülediler. Annesi Hazret-i Meryem’e İftira ettiler. Bunları öldürmek için saldırdılar. Âhır zaman peygamberi Muhammed aleyhisselâmı zehirlediler. Hazret-i Osman zamanında, halîfenin şehîd edilmesine sebep oldular. Hurûfiliği meydana çıkarıp, müslümanları parçaladılar, birbirine düşman ettiler.

Yehûdîler Asırlarca, Allahü teâlânın gönderdiği dinleri, peygamberi yok etmeye uğraştılar. Dinleri yok etmek için masonluğu kurdular. 1918’de biten Birinci Cihân Harbi’nden sonra, din düşmanı olan komünist devletler kurdular. Bir yandan da, önce İstanbul, sonra Mısır hahambaşısı olan Hayım Naum, dünyanın biricik İslâm devleti Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak için, kapitalist ve emperyalist devletler arasında fırıldaklar çevirdi. Neticede, İslâm âleminin liderliğini yapan koca imparatorluk parçalandı. Müslümanlara gerici denildi. İslâmiyet kuvvetsiz kaldı, yok olmaya yüz tuttu.

Siyonizm Nedir?

Siyonizm bir nev’i Yehûdi idealidir. Siyon protokollerinin (15) inci maddesinde, dünya Yehûdî krallığı kuruluncaya kadar, bütün memleketlerde temayüz etmiş kişiler elde edilerek, siyonizme hizmet için kullanılmalıdır, deniliyor.

Yehûdîler, bukalemun gibi, bulundukları yerin rengini alırlar. Rusya’da bolşevik bir ihtilâlci, Amerika’da zengin bir bankerdirler. Diğer memleketlerde kapitalistinden komünistine kadar her renge girerler.

Siyonistler, dünyayı, İktisadi, ticari ablukaya almak, ihracat ve ithalatı ellerinde tutmak için çalışırlar. Siyonistler, ideallerini gerçekleştirebilmek için protokoller hazırlamışlardır. Bunlardan ba’zıları şunlardır:

1- Gençleri ahlâksızlığa teşvik etmek,

2- Âile kudsiyetini yıkmak,

3- San’at anlayışını düşürmek, müstehcen kalıba dökmek.

4- Mukaddesâta hürmeti tahrip etmek,

5- Lüks ve zararlı modayı teşvik etmek,

6- İnsanları, faidesiz eğlence ve oyunlar ile oyalamak,

7- Sapık nazariyeler ileri sürerek İslâmiyeti yok etmeye çalışmak,

8- Cemiyeti sınıflara ayırmak ve aralarına husûmet sokmak,

9- Grev ve lokavtları körüklemek,

10- Mâlî istikrarı bozmak

Müstehcen neşriyat yapan yayınlar, bilerek veyâ bilmiyerek siyonizme âlet oluyorlar.

Masonluk Nedir ?

Masonluk, siyonizmin ideallerini, başka ülkelerde gerçekleştirmek için kurulan gizli bir teşkilat olup, asrımızın en tehlikeli dinsizlik ocağıdır.

Masonlar, (Gençliğin ele alınması birinci hedefimizdir. Çocukları dinsiz olarak yetişdirmeliyiz) derler. Masonlar ve komünistler, (Gençliğin ele alınması birinci hedefimizdir. Çocukları dinsiz olarak yetişdirmeliyiz) diyorlar. Masonlar, İslâmiyyeti yok etmek ve Allahü teâlânın emirlerinin öğretilmesini ve yapdırılmasını engellemek için (Gençlerin kafalarını yormamalıdır. Din bilgilerini büyüyünce kendileri öğrenirler) ve (Hepimiz bütün kudretimiz ile, îmân hürriyyeti fikrini dünyâya yaymağa çalışmalıyız ve localarımızda verdiğimiz kararları her memlekete yerleşdirmeliyiz. Din kardeşliğini yok edip, bunun yerine mason kardeşliğini getirmeliyiz. Dinleri yok etmekden ibâret olan mukaddes gâyemize, bu sûretle kavuşacağız) diyorlar.

[Nitekim masonların [m. 1900] senesi içtimâ’mına âid zabtların yüzikinci sahîfesinde (Dindârlara ve ma’bedlere galebe çalmak kâfi değildir. Asl maksadımız, dinleri yok etmekdir) yazılıdır.

Bunlar, kitâblarında ve konuşmalarında, düşmanlıklarını açıkça ve hayâsızca bildiriyorlar İlmden, fenden haberleri olmadığı için, çocukça şeyler söylüyorlar. Meselâ, eski insanlar câhil imiş, tabî’at kuvvetleri karşısında âciz, zevallı kalarak, hayâlî şeylere inanmışlar. Uydurdukları şeylere tapınarak, yalvararak, küçüklüklerini göstermişler. Hâlbuki, bugün atom asrındayız. Tabî’ate hâkim olup istediğimizi yapıyoruz. Tabî’at kuvvetleri hâricinde birşey yokdur. Cennet, Cehennem, cin, melek, eski insanların uydurduğu şeylerdir. Gidip gören var mı? Görülmiyen, tecribe edilmiyen şeylere inanılır mı, diyorlar. Dinsizlerin bu sözleri, târihden de haberleri olmadığını gösteriyor. Târih boyunca, her asrda gelen câhiller, kendilerini akıllı, bilgili, eski insanları câhil sanmış. Âdem aleyhisselâmdan beri, her asrda gönderilen dinleri, eski câhillerin sözleri diyerek bozmuşlar, inkâr etmişlerdir. Kur’ân-ı kerimin birçok yerinde, kâfirlerin böyle sözleri bildirilmekde ve cevâb verilmekdedir. Meselâ Mü’minûn sûresinin otuzuncu âyet-i kerîmesinden sonra, (Nûh âleyhisselama inanmadılar. Onları suda boğduk. Ondan sonra yaratdığımız insanlara, içlerinden Peygamber gönderdik ve Allahü teâlâya ibâdet ediniz. İbâdet edilecek, Ondan başkası yokdur. Onun azabından korkunuz! dedik. Dinlemiyenlerden, öldükden sonra tekrâr dirilmeğe inanmıyanlardan, dünyâ ni’metlerini bol bol vermiş olduğumuz birçoğu, bu Peygamber, sizin gibi yiyip içiyor. Kendiniz gibi bir çok şeye muhtaç olan birine inanırsanız, aldanmış, ziyan etmiş olursunuz. Peygamber, size, ölüp, kemikleriniz çürüyüp, toz toprak oldukdan sonra, tekrar dirilerek kabrden kalkacaksınız diyor. Hiç böyle şey olur mu? Ne varsa, ancak bu dünyâdadır. Cennet, Cehennem, hep buradadır. Bu dünyâ böyle gelmiş böyle gider. Öldükden sonra, bir daha dirilmek yokdur, dediler) mealindeki âyet-i kerîmeyi gönderdi.

Masonlar ve Komünistler, bulundukları memleketlerde, milletin dînini, ahlâkını yıkmak için mekteblerde öğretmenler ve askerlikde de subaylar, çocuklara, kızlara, askerlere, Allah var olsaydı görürdük istediğimizi işitir, verirdi. Benden şeker isteyiniz, hemen işitir, veririm. Ondan isteyin, bakın vermiyor. O hâlde yokdur. Ananız babanız câhildir. Eski, örümcek kafalıdır Onlar gericidir. Siz ise, aydın kafalı, ilerici gençlersiniz. Sakın öyle hurafelere inanmayın! Cennet, Cehennem, melek, cin uydurma şeylerdir diyorlar. Böyle yalanlarla, gençlerin dînini, îmânını, baba ocağından almış oldukları edeb ve hayâlarını yok etmeğe çalışıyorlar. Zevallı yavruları aldatıp, kendi alçak istekleri, zevkleri, kötü kazançları uğruna, gençleri fedâ ediyorlar. Cenneti, Cehennemi kim görmüş, görülmiyen şeye inanılmaz, diyerek his uzvlarına tâbi’ olduklarını bildiriyorlar. Hâlbuki, hayvanlar, his uzvlarına tâbi’ olur. İmâm-ı Gazâli buyuruyor ki, (İnsanlar, akla tâbi’ olur. İnsanların his uzvları, hayvanlardan geridedir insan, kedi, köpek kadar koku alamaz. Karanlıkda, onların gördüğü gibi göremez. Sonra, herşeyde, göze nasıl inanılır ki, çok yerde akl, gözün yanlışını çıkarmakdadır.

Meselâ göz, güneşi pencere içinden görüp, pencereden küçük sanıyor. Akl ise, dünyâdan da büyük olduğunu söylüyor). Bu kâfirler acabâ, biz gördüğümüze inanırız, güneş dünyâdan dahâ büyük olur mu diyerek, akla inanmıyorlar mı? Hayır, burada onlar da, müslimânlar gibi akla inanıyor.

Görülüyor ki, insanlar, dünyâ işlerinde, hislerine değil, akllarına uyarak, hayvanlardan ayrılmakdadır. Bunlar, âhıretdeki şeylere inanmayız diyerek, his organlarına bağlı kalıyorlar da, niçin akla uymuyor, burada da, insanlık derecesine yükselmek istemiyorlar? İslâmiyyet, insanların tekrâr yaratılıp, sonsuz yaşıyacaklarını, hayvanların ise, kıyâmetde hesâblaşdıkdan sonra, yok olacaklarını bildiriyor. İnsanlara ebedî hayât va’d ederek, hayvanlardan ayırıyor. Bu kâfirler ise, hayvanlar gibi, ebedî hayâtdan mahrûm kalmağı beğeniyorlar. Bugün, fabrikalarda binlerce ilâç, ev eşyâsı, sanâyi ve ticâret maddeleri, elektronik âletler, harb vâsıtaları yapılıyor. Bunların çoğu, ince hesâblardan, yüzlerce tecribeden sonra elde ediliyor. Bunlardan birine dahî, kendi kendine var oldu diyorlar mı? Bunların bilerek ve istiyerek yapıldıklarını söylüyorlar ve hepsinin bir yapıcısının bulunması lâzımdır diyorlar da, canlılarda, cansızlarda görülen ve her asrda, dahâ yenileri, dahâ inceleri keşf edilen ve çoğunun yapısı henüz anlaşılamayan milyonlarca maddenin ve hâdisenin kendi kendilerine tesadüfen var olduklarını söylüyorlar. Bu, iki yüzlülükden, koyu bir inâddan veyâ açık bir ahmaklıkdan başka ne olabilir?

Rusyada bir komünist mu’allim, ders arasında, (Ben sizi görüyorum. Siz de beni görüyorsunuz. O hâlde, biz varız. Karşıdaki dağlar da var. Çünki, bu dağları da görüyoruz. Yok olan şey görünmez. Görülmiyen şeye var denilmez. Bu sözüm, bir fen bilgisidir. İlerici, aydın olan kimse, fen bilgisine inanır. Gericiler, bu varlıkların bir yaratıcısı olduğunu söylüyorlar. Bu yaratıcının var olduğuna inanmak yanlışdır. Fenne uygun değildir. Görülmiyen şeye var demek, gericilikdir) der. Bir türkmen çocuğu söz istiyerek: (Bunları akl ile mi söylüyorsun? Sende akl olduğuna inanmak, bunları akl ile söylediğini kabûl etmek fenne uygun değildir. Çünki, aklın olsaydı, görürdük) der. Mu’allim, bu haklı söze cevâb veremeyip, mağlûbiyyetinden hâsıl olan öfke ile, çocukcağızı, tekme tokat dershaneden dışarı atar. Çocuk bir daha hiçbir yerde görülememişdir. [Seâdet-i ebediyye /25 ]