MÜSLİMÂNLIĞI SEÇENLER Prof. Baron HÂRÛN MUSTAFÂ LEON (İngiliz) - kainatingunesi.com

 

MÜSLİMÂNLIĞI SEÇENLER

Prof. Baron HÂRÛN MUSTAFÂ LEON (İngiliz)

(Prof. Baron Leon, İngilterenin tanınmış meşhûr bir âilesinden olup, baron pâyesini hâizdir. Felsefe doktoru ve başka ilmî ünvanlar sahibi olan Prof. Leon, 1882 senesinde müslüman olmuştur. Kendisi Avrupada ve Amerikada birçok ilim cemiyetlerinin azası bulunmaktaydı. Bilhâssa lisan ve edebiyat sâhasında büyük ihtisas sahibi olan Prof. Leon, (Isle) mecmû’asında (İnsan lügat etimolojisi) isminde neşriyatı ile bütün dünyanın dikkatini üzerine celb etmişti. Amerikadaki Potomac Üniversitesi bu neşriyat üzerine kendisine (İlmler Masteri = Master of Sciences) ünvânını verdi. Prof. Leon, aynı zamanda bir geoloji mütehassısıdır. Birçok tanınmış müesseselerin dâvetlisi olarak, bu sâhalarda da kıymetli konferanslar vermişti. 1875 de kurulmuş olan (Milletler Arası Lügat, İlm ve Güzel Sanatlar = Société İnternationale de Philologie, Science et Beaux-Arts) Cem’ıyyetinin umûmî kâtibliğine seçildi. (The Philomeths) isminde mecmû’a çıkarmaya başladı. Prof. Leona, Sultan İkinci Abdülhamîd, Îran Şâhı ve Avusturya İmparatoru tarafından birçok nişanlar verilmiştir. )

İslâm dîninin en mükemmel esaslarından biri, bu dînin müslümanlardan hiç bir zaman aklın ermediği bir şeyi taleb etmemesidir. İslâmiyet tamamen akla ve mantığa uygun olarak teblîg edilmiş bir dindir. Diğer dinler ise, insanlardan bir türlü anlıyamadıkları, akıllarına sığmayan, inanamadıkları îtikatları zorla kabûl etmelerini istemektedir. Hıristiyanlıkta bu husûsta ancak kilisenin otoritesi, hâkimiyyeti müessir olmaktadır. Hâlbuki müslümanlara, her şeyi akıl ile araştırması ve ancak ondan sonra îman etmesi emrolunmaktadır. Muhammed aleyhisselâm, şöyle buyurmaktadır: (Allahü teâlâ, akla ve mantığa muvâfık olmayan hiç bir şey yaratmamıştır). Diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurmaktadır: (Ben size kat’î olarak söylüyorum ki, herhangi bir insan namaz kılsa, oruç tutsa, zekât verse, hacca gitse de ve dînin îcâbı bütün husûsları yapsa bile, ancak Allahü teâlânın ona ihsân ettiği akıl ve mantığı kullanma derecesine göre mükâfâtlandırılır. )

Îsâ aleyhisselâmın neşrettiği temiz dinde de, buna benzer kâideler vardı. Meselâ, (Her şeyi önce tecrübe et! Ancak iyi olanı kabûl et) gibi. Fakat zamanla bunlar unutuldu. Kur’an-ı kerimde “Cuma” sûresinin beşinci âyetinde meâlen, (Kendileri Tevrâtı öğrenmek ve mûcibi ile amel etmeye memur oldukları hâlde, onun ile amel etmiyen kimselerin hâli, sırtına kitap yüklenmiş merkebin hâli gibidir) buyurulmaktadır.

Ali şöyle buyuruyor, (Dünya karanlıktır. İlm nûrdur! Fakat, doğru olmıyan bilgi ancak gölgedir. )

Müslümanlar, (İslâmiyet, hakîkatin tâ kendisidir) diye îman etmekte, İslâmın nûrunun ancak ilim ve mantık sâyesinde parladığını, bu bilginin ancak hakîkat ile meydana geldiğini, bu hakîkati ise, insanların ancak Allahü teâlânın vergisi olan akl-ı selîm ile meydana çıkardıklarını söylemektedirler.

Allahü teâlânın insanlara büyük bir lutf olarak gönderdiği son peygamberi Muhammed aleyhisselâm, vefâtına kadar, onlara tutacakları doğru yolu göstermişti. Son günlerinde şöyle bir hâdise cereyân etti:

Muhammed aleyhisselâm vefâtından birkaç gün evvel, başını sevgili zevcesi Âişenin dizlerine dayamış, dalgın bir hâlde istirâhat ediyordu. Medînede bütün halk Resûlullahın hastalığına üzülmüş ve onun gün geçtikce kuvvetten düştüğünü görünce, büyük bir Ümitsizliğe kapılmıştı. Erkekler, kadınlar, çocuklar, hüngür hüngür ağlıyorlardı. Ağlayanlar arasında beyaz saçlı, solgun benizli, yaşlı muhâribler de vardı. Peygamberimiz Muhammed Mustafâ el-emîn, onların kumandanı, rehberi, lideri, dostu, çobanı, sırdaşı, fakat her şeyden evvel, teblîg ettiği islâmiyet sâyesinde onları karanlıktan hakîkat nûruna kavuşturan büyük Peygamberi idi. İslâmiyet ile birlikte onlara huzur ve emniyyet getiren bu mübârek Peygamber artık onlara vedâ’ etmekte idi. “Peygamberimiz ölüyor” diye düşündükçe kalbleri bir demir kıskaçla sıkılıyor, gözlerinden yaşlar dökülüyor, büyük bir Ümitsizliğe kapılıyorlardı.

Nihâyet her şeyi göze alarak, bu Ümitsizlik içinde Onun huzuruna çıktılar. Gözlerinden yaşlar akıtarak: (Yâ Resûlallah ! Sen çok hastasın. Olabilir ki, Allahü teâlâ seni huzuruna çağıracaktır ve bizden ayrılacaksın. O zaman, biz sensiz ne yaparız?) diye sordular.

Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm, (Elinizde mürâceat için Kur’an-ı kerim vardır) buyurdu. (Yâ Resûlallah, Kur’an-ı kerimin birçok işlerde bize rehber olacağı muhakkaktır. Fakat eğer aradığımızı orada bulamazsak ve sen de bizden ayrılmış isen, kim bizim rehberimiz olacak?) dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz onlara, (Size söylediklerim gibi hareket ediniz!) buyurdu. (Yâ Resûlallah ! Sen bizden ayrıldıktan sonra, büsbütün yeni bazı mes’eleler meydana çıkar ve senin hadislerin içinde bunlar hakkında bir şey bulamazsak ne yaparız?) diye sordular.

Peygamberimiz, mübârek başını yavaş yavaş yastıktan kaldırdı ve onlara şu sözleri söyledi: (Allahü teâlâ, her kuluna şahsî bir rehber vermiştir. Bu rehber, akl-ı selîmi ve vicdânın bulunduğu kalbidir. Eğer bu rehberi iyi ve doğru olarak kullanırsanız, hiç bir zaman doğru yoldan ayrılmazsınız ve Allahü teâlânın rahmetine kavuşursunuz!). (İstefti kalbek, Fe-innehâ teskünü bil-helâl). İşte, seçmiş olmakla iftihâr ettiğim, islâm dini. Bu din, tâm akıl ve mantık üzerine kurulmuş hakîkî Allah dînidir.

Mâlu mülke olma magrûr, deme var mı ben gibi!

bir muhâlif yel eser, savurur harman gibi.