Ölü kabre konulduğu vakit ilk karşılaştığı şey - kainatingunesi.com

İbni Mes’ûddan “radıyallahü anh” rivâyet olundu ki, Yâ Resûlallah, ölü kabre konduğu vakt, ilk karşılaşdığı şey nedir diye sordu.

Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Yâ İbni Mes’ûd! Bunu bana senden başka kimse sormadı. Ancak sen sordun. Ölü kabre konulduğu vakt, önce bir melek seslenir. O meleğin ismi (Rûmân) dır. Kabrlerin arasına girer. Der ki, Yâ Abdellah! Amelini yaz! O kimse der ki, benim burada ne kâğıdım, ne kalemim var. Ne yazayım? O melek der ki; bu sözün kabûl edilmez. Senin kefenin kâğıdındır. Tükrüğün mürekkebindir. Parmakların kalemindir. Melek kefeninden bir parça kesip verir. O kul dünyâda her ne kadar yazı yazmak bilmese de, orada sevâbını ve günâhını, âdeta o bir günde işlemiş gibi yazar. Bundan sonra melek, o yazdığı kefen parçasını dürer. O ölünün boynuna asar.) Bundan sonra Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimiz, (Her insanın yapdığı işleri gösteren sahîfelerini biz boynunda kıldık) meâlindeki İsrâ sûresinin onüçüncü âyet-i kerîmesini okudular.

Sonra, gâyet korkunç iki melek gelir. İnsan şeklinde görünürler. Yüzleri gâyet siyâh olup, dişleriyle yeri yararlar. Başlarının tüyleri yeryüzüne sarkmış görünür. Sözleri gök gürler gibi, gözleri şimşek çakar gibidir. Nefesleri de, şiddet ile esen rüzgâr gibidir. Herbirinin demir kamçıları vardır ki, insanlar ve cinler bir araya gelseler, yerden kaldıramazlar. Dağlardan dahâ büyük ve ağırdır. Bir kerre, bir kimseye vurursa, mâzallah parça parça eder. Rûh bunları görünce, hemen kaçar. Ölünün burnundan göğsüne girerler. Göğsünden yukarısı dirilir. Öleceği zemândaki hâli gibi olur. Hareket etmeğe kâdir olmaz. Fekat ne söylenirse onu işitir ve görür. Bunlar ona şiddet ile süâl ederler. Cefâ ederek onu üzerler. Toprak ona su gibi olmuşdur. Ne vakt kımıldarsa yer açılıp bir boşluk olur.

Bu iki melek (Rabbin kimdir? Dînin nedir? Peygamberin kimdir? Kıblen neresidir?) diye süâl sorarlar. Allahü teâlâ, kimi muvaffak eder ve kimin kalbine hak sözü yerleşdirirse, der ki, (Sizi vekîl ederek bana kim gönderdi ise, rabbim odur. Benim rabbim Allah, Peygamberim Muhammed aleyhisselâm, dînim Dîn-i islâmdır.) Buna ancak, ilmi ile âmil olan hayrlı âlimler böyle cevâb verir.

O zemân bunlar da der ki, (Doğru söyledi. Delîlini getirdi. Bizim elimizden kurtuldu.) Bundan sonra onun üzerine kabrini büyük bir kubbe gibi yaparlar. Onun için sağ tarafına iki kapı açarlar. Sonra da kabrini güzel kokulu fesleğenlerle döşerler. Cennet kokuları, o meyyitin üzerine gelir. Dünyâda yapdığı güzel amelleri, en sevdiği dostu sûretinde gelip, onu eğlendirir ve ona güzel haberler söyler. Kabri nûr ile dolar. Kıyâmet kopuncaya kadar kabrinde neş’eli ve sevinçli olur. O kimseye kıyâmet kopmasından dahâ sevgili bir şey olmaz.

İlmi ve ameli az olan ve ilmden ve melekût esrârından haberi olmıyan mü’minlerin derecesi bundan aşağıdır ki, onun yanına Rûmândan sonra, güzel sûretde ve güzel kokulu ve güzel elbiseli olarak ameli gelir. (Beni bilmez misin) der.

O da der ki, (Sen kimsin ki, Allahü teâlâ seni benim şu garîb olduğum zemânda bana ihsân eyledi.) O da der ki, (Ben senin sâlih işlerinim. Korkma, mahzûn olma! Biraz sonra, Münker ve Nekîr melekleri gelirler ve sana süâl ederler. Onlardan korkma) der.

Bundan sonra, süâl meleklerine söyleyeceği şeyleri öğretirken, Münker ve Nekîr melekleri gelir. Şimdi anlatacağımız şeklde onu sıkışdırırlar. Onu oturturlar. Ona (Men Rabbüke), ya’nî Rabbin kimdir, derler. O da evvelki söylediği gibi söyler: (Rabbim Allahdır. Peygamberim Muhammed aleyhisselâm, İmâmım Kur’ân-ı kerîm, kıblem Kâ’be-i şerîf ve babam İbrâhîm aleyhisselâmdır ki, Onun milleti benim milletimdir) der. Onun dili hiç tutulmaz. Onlar da, (Doğru söyledin) derler. Önceki melekler gibi mu’âmele ederler. Fekat onun için sol tarafından Cehennemden bir kapı açarlar. Cehennemin yılan, akrep, zincir, sıcak suyu ve zakkûmu, velhâsıl ne varsa hepsini görür. O kimse, onun üzerine pek çok feryâd eder.

Ona (Korkma, buranın dehşeti sana bir zarar vermez. Burası senin Cehennemdeki yerindir ki, Allahü teâlâ, bunu senin Cennetde olan yerinle değişdirdi. Uyu, sen saîdsin) derler. Sonra onun üzerine Cehennem kapısı kapanır. Aylarca, senelerce geçen zemânı bilmez, öylece kalır.

Birçok kimsenin, ölürken dili tutulur. Eğer i’tikâdı bozuk olursa, [Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak inanmadı, bid’at ehline uydu ise], (Rabbim Allah) diyemez. Başka söz söylemeğe başlar. Melekler bir kerre vururlar, kabri ateşle dolar. Sonra söner. Birkaç gün sönük olarak durur. Sonra yine kabrde, onun üzerinde ateş hâsıl olur. Kıyâmet kopuncaya kadar, bu hâl devâm eder.

Birçok kimse dahî, (Dînim İslâmdır) diyemez. Bunlar, yâ şübhe üzre vefât etmişlerdir. Yâhud, vefât ederken, kendisine fitnelerden bir fitne ârız olmuşdur. [Ehl-i sünnet olmıyan kimselerin sözlerine, yazılarına aldanmışdır.] Buna bir kerre vururlar. Kabri, yukarıda denildiği gibi ateşle dolar.

Ba’zı kimseler (El-Kur’ânı imâmî) ya’nî Kur’ân-ı kerîm imâmımdır diyemezler. Çünki bunlar, Kur’ân-ı kerîmi okurlar, fekat ondan nasîhat almazlardı ve Kur’ân-ı kerîmde olan emrlerle amel etmezler ve nehy etdiği şeylerden kaçınmazlardı. Bunlara da öncekilere yapdıkları gibi yaparlar.

Ba’zı kimsenin de ameli, korkunç şekl alır. Bunu çekerler. Kabrinde günâhları kadar azâb olunur. Ahbârda vârid oldu ki, (Ba’zı insanların ameli hunût şekline çevrilir.) Hunût, hınzır yavrusuna derler.

Ba’zı kimse de, Peygamberim Muhammed “aleyhisselâm”dır diyemez. Zîrâ bu kimse, dünyâda sünnet-i nebeviyyeyi (ya’nî islâmiyyetin emrlerini ve yasaklarını) unutmuş idi. Zemâna, modaya uymuş idi. Çocuklarına Kur’ân-ı kerîm okutmamış, Allahü teâlânın emrlerini, yasaklarını öğretmemiş idi.

Ba’zı kimse, kıblem Kâ’be-i şerîf diyemez. Zîrâ, nemâz kılmak için kıbleye az yönelmiş, yâhud abdestinde fesâd bulunurmuş, yâhud nemâzında başka şeylere iltifât eder, dünyâ işleri ile meşgûl olurmuş, yâhud rükû’ünde ve sücûdünde noksânlık olup, ta’dîl-i erkâna riâyet etmezmiş.

Sana, Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” rivâyet olunan (Allahü teâlâ, üzerinde kazâya kalmış nemâz borcu bulunan kimsenin ve harâm elbise [cilbâb] giyen kimsenin nemâzını kabûl etmez) hadîs-i şerîfi kifâyet eder. [Bundan anlaşılıyor ki, farz nemâzını kazâya bırakan kimselerin sünnetleri ve nâfileleri kabûl olmaz.] Ba’zı kimse, (Ve İbrâhîmü ebî) ya’nî İbrâhîm “aleyhisselâm” babamdır diyemez. Zîrâ, bir gün İbrâhîm “aleyhisselâm” yehûdîdir, yâhud nasrânîdir diye söz işitmiş ve bunun için şübheye düşmüşdü. [Yâhud, kâfir olan Âzer, İbrâhîm aleyhisselâmın babasıdır demişdi.] Buna dahî evvelkilere yapıldığı gibi yapılır. Bunların hepsini (İhyâ-ül-ulûm) kitâbımızda geniş olarak bildirdik.

[Yukarıdaki hadîs-i şerîf, nemâzını özrsüz olarak kılmamış ve derhâl kazâ etmemiş olan kimsenin, bundan sonra kılacağı nemâzlarının hiçbirinin kabûl olmıyacağını bildiriyor. Sonra kıldığı nemâzlar şartlarına uygun olarak ve doğru, ihlâs ile kılınırsa, sahîh olurlar, ya’nî nemâz kılmak vazîfesini yerine getirmiş, bunların günâhından kurtulmuş olur. Bu nemâzlarının hiç biri kabûl olmaz demek, Allahü teâlânın va’d etdiği sevâblara kavuşamaz, bunların fâidesini görmez demekdir. Beş vakt nemâzın sünnetleri, sevâb kazanmak için kılınıyor. Bu kimsenin sünnet nemâzları kabûl olunmıyacağı için, sünnetleri boşuna kılmış olur. Sünnet nemâzlarının kendisine hiç fâidesi olmaz. Bunun için, farz nemâzı özrsüz kılmıyan kimse, bu nemâzını hemen kazâ etmelidir. Kılmadığı nemâzların sayısı çok ise, sünnetleri kılarken, o vaktin kılınmamış nemâzını kazâ etmeğe niyyet etmelidir. Böylece, nemâzını kazâ etdiği için, bunun büyük azâbından kurtulmuş olur. Kazâları çabuk biterek, sünnetlerin sevâbına da kavuşmağa başlar. Özr ile kaçırılmış olan farz nemâzlar böyle değildir. Bu hadîs-i şerîf, özrsüz olarak, tenbellikle kılınmayan nemâzlar içindir. Bu husûsda (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında, kazâ nemâzları bahsinde geniş bilgi vardır.]

Kıyâmet ve Âhıret s.16-19