PEYGAMBERİMİZİN ÇOCUKLUĞU
Peygamberimiz aleyhisselam doğduktan sonra dokuz gün kadar annesi Hazret-i Âmine tarafından emzirildi. Sonra da Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe hatun onu üç gün emzirdi. O zaman Mekke halkının çocuklarını bir süt annesine vermeleri âdetti.
Mekke’nin havası çok sıcak olduğundan, çocukları; havası iyi, suyu tatlı olan civar yerlerdeki yaylalara gönderirler, çocuklar bir müddet oralarda, verildikleri süt annelerinin yanında kalırdı. Her sene bu maksatla Mekke’ye birçok süt analan gelir, birer çocuk alıp gidilerdi. Çocukları büyütüp teslim edince de çok ücret ve hediyeler alırlardı.
Peygamberimiz (aleyhisselam) doğduğu sene de, yaylalarda yaşayan Benî Sa’d kabilesinden birçok süt ana, Mekke’ye gelip her biri emzirmek üzere birer çocuk almıştı. Benî Sa’d kabilesi Mekke civarındaki kabileler arasında şerefte, cömertlikte, mertlik ve tevazuda, Arapçayı düzgün konuşmada meşhur olduğundan Kureyş kabilesinin ileri gelenleri, çocuklarını daha çok bu kabileye vermek isterlerdi. O sene Benî Sa’d kabilesinin yurdunda şiddetli bir kuraklık ve kıtlık olması sebebiyle ücretle çocuk emzirip sıkıntılarını gidermek üzere her senekinden daha çok süt anne Mekke’ye gelmişti. Bilhassa zengin ailelerin çocuklarını alıyorlardı. Gelen kadınların her biri birer çocuk almışlardı. Peygamber efendimiz yetim olduğu için fazla ücret alamama düşüncesiyle, henüz ona talip olan çıkmamıştı. Gelen kadınlar içinde iffeti, temizliği, yumuşaklığı, hayası ve yüksek ahlakıyla tanınmış Halime hatun adında bir kadın vardı. Binek hayvanları zayıf olduğu için kocasıyla birlikte, Mekke’ye; diğerlerinden daha sonra ulaşmışlardı. Mekke’yi dolaştıklarında zengin ailelerin çocuklarının, diğer süt annelerce alındığını gördüler. Elleri boş dönmek de istemiyorlardı. Nihayet görünüşü ile hürmet celbeden ve siması çok sevimli olan bir zat ile karşılaştılar. Bu zat Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib idi. Onunla torununu almak üzere anlaştılar. Abdülmuttalib, Halime hatunu Hazret-i Âmine’nin evine götürdü. Halime hatun Peygamber efendimizi ilk görüşünü şöyle anlatır: “Çocuğun başucuna vardığımda yünden beyaz bir kundağa sarılı, yeşil ipekten bir örtünün üstünde mışıl mışıl uyuyordu. Etrafa misk kokusu yayılıyordu. Hayret içinde kalıp bir anda ona öylesine ısındım ki, uyandırmaya bile gönlüm razı olmadı. Elimi göğsüne koydum, uyandı ve bana bakıp öyle bir tebessüm etti ki, kendimden geçtim. ‘Annesi, böylesine güzel ve mübarek çocuğu bana vermez’ korkusuyla derhal yüzünü örtüp kucağıma aldım. Sağ mememi verdim emmeye başladı. Sol mememi verdim emmedi. Abdülmuttalib, bana dedi ki: ‘Sana müjdeler olsun ki, hanımlar içinde senin gibi nimete kavuşan olmadı’. Âmine hatun da bana çocuğunu verdikten sonra ‘Ey Halime, üç gün evvel bir nida işittim. Senin oğluna süt verecek kadın Benî Sa’d kabilesinden Ebi Zeybe nesebindendir’ diyordu. Ben de dedim ki: ‘Ben, Benî Sa’d kabilesindenim ve babamın künyesi Ebi Zeybe’dir’. Âmine hatun bana daha nice vakaları anlattı ve vasiyette bulundu. Ben de Mekke’ye gelmeden önce bir rüya görmüştüm. Rüyamda bana ‘Ey Halime, Mekke’ye var, orada çok faydalanırsın. Sana bir nur, arkadaş olur. Bu rüyayı henüz kimseye anlatma, gizle!’ denildi. Mekke’ye gelirken de sağımdan solumdan sesler duyardım ve bana gaipden ‘Sana müjdeler olsun ey Halime! O parlak nuru emzirmek sana nasip olacak’ diye seslenildi. ‘Muhammed’i “aleyhisselam” alıp Hazret-i Âmine’nin evinden ayrıldım. Kocamın yanına gelince kocam onun yüzüne bakıp kendinden geçti: (Ey Halime, bugüne kadar böyle güzel yüz görmedim’ dedi. Onu yanımıza alır almaz kavuştuğumuz bereketleri görünce de, ‘Ey Halime bilmiş ol ki, sen çok mübarek bir çocuk almışsın) dedi. Halime de (Vallahi, ben de zaten böyle dilerdim) dedi.”
Halime hatun, kocası ile birlikte Muhammed aleyhisselamı büyütmek üzere Mekke’den alıp yola çıktıkları andan itibaren onun bereketine kavuşmaya başladılar. Çelimsiz ve hızlı gidemeyen merkebleri öylesine hızlı yürüyordu ki, beraber geldikleri kafile onlardan önce yola çıkıp çok uzaklaşmış olmasına rağmen kafileye yetişip onları geçip gitmişlerdi. Benî Sa’d yurduna vardıktan sonra görülmemiş bir bolluğa ve berekete kavuştular. Sütü az olan hayvanları bol bol süt veriyordu. Bunu gören komşuları hayret edip, bunun emzirmek için aldıkları çocuk sebebiyle olduğunu açıkça anlamışlardı.
Kuraklık sebebiyle sıkıntıya düştüklerinde, yağmur duasına Onu da götürürler, yanlarında dua ederek Onun hürmetine bol yağmura ve bereket hasıl olurdu.
Peygamberimiz aleyhisselam süt annesi Halime hatunun sağ memesini emer, sol memesini emmezdi. Onu da süt kardeşi emerdi. İki aylık iken emekledi. Üç aylık olunca ayakta durur, dört aylık iken duvara tutunarak yürürdü. Beş aylık iken yürüdü, altı aylık iken yürümeye başladı. Yedi aylık iken her tarafa gider oldu. Sekiz aylık iken anlaşılacak şekilde, dokuz aylık iken gayet açık konuşmaya başladı. On aylık iken ok atmaya başladı. Halime hatun şöyle anlatmıştır: “İlk konuşmaya başladığında ‘La ilahe illallahü vallahü ekber. Velhamdülillahi rabbil âlemin’ dedi. O günden sonra ‘Bismillah’ demeden hiç bir şeye elini uzatmazdı. Sol eliyle bir şey tutmazdı. Gece gündüz belli zamanlarda bevl ederdi. Yürümeye başladığında çocukların oynadıkları yerden uzak dururdu ve onlara ‘Biz, bunun (oyun) için yaratılmadık’ derdi. Her gün güneş ışığı gibi bir nur kaplar ve yine açılırdı. İki yaşına girdiğinde gelişmiş gösterişli bir çocuk olmuştu. Üzerinde beyaz bir bulut daima onunla birlikte hareket eder, onu gölgelerdi.”
Bir gün Halime hatun farkında olmadan süt kardeşi Şeyma ile öğlenin yakıcı sıcağında kuzuların yanına gitmişti. Halime hatun, onu yanında göremeyince hemen arayıp buldu. Şeyma’ya niçin sıcakta dışarı çıktınız? dedi. Şeyma “Anneciğim! Kardeşimin başı üzerinde bir bulut onu daima gölgeliyor” dedi. Süt kardeşleri ve hiç kimse ondan asla incinmemiştir.
Peygamber efendimiz, yine bir gün süt kardeşi Abdullah ile evlerinin yakınında bulunan kuzuların arasına gitmişlerdi. Süt kardeşi koşarak eve gelerek “Beyaz elbiseli iki kişi; Kureyşli kardeşimi yere yatırıp karnını yardılar, ellerini karnına soktular” dedi. Halime hatun ile kocası Haris, hemen koşarak yanına gettiler. Baktılar ki, rengi değişmiş, semaya bakıyor ve tebessüm ediyor. Ne olduğunu sorduklarında şöyle anlattı: “Yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin elinde içi kar dolu bir tas vardı. Beni tutup, göğsümü yardılar. Kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan pıhtısı çıkardılar. Göğsümü ve kalbimi o karla temizlediler ve kapatıp kayboldular.” Bu hadiseye, Şakk-ı sadır (göğsünün yarılması) denir. Bu olağanüstü hadise, Kur’an-ı Kerim’de İnşirah Suresi birinci ayetinde de bildirilmektedir.
Muhammed aleyhisselama peygamberlik bildirildikten sonra Eshab-ı Kiram’dan bazıları, “Ya Resulallah, bize kendinizden bahseder misiniz?” deyince : “Ben, babam (ceddim) İbrahim’in duasıyım. Kardeşim İsa’nın müjdesiyim. Annemin ise rüyasıyım. ‘Annem bana hamile iken Şam saraylarını aydınlatan bir nurun kendisinden çıktığını görmüştü…’ Ben Sa’d bin Bekr oğulları yanında emzirilip büyütüldüm. Bir gün süt kardeşim ile birlikte evimizin arkasında kuzuları otlatıyorduk. O sırada yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin elinde içi karla dolu bir altın tas vardı. Beni tuttular, göğsümü yardılar, kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan parçası çıkarıp bir yana attılar. Göğsümü ve kalbimi o karla temizlediler” buyurdu.
Halime hatun, dört yaşından sonra Onu, Mekke’ye götürüp annesine verdi. Dedesi Abdülmuttalib, Halime hatuna çok büyük hediyeler verip ihsanda bulundu. Halime hatun Onu, Mekke’ye bırakınca, sanki canım ve gönlüm de Onunla birlikte kaldı, demiştir.
ANNESİ ve DEDESİ VEFAT EDİYOR
Muhammed aleyhisselam altı yaşına kadar da annesinin yanında büyüdü. Altı yaşında iken annesi Ümm-i Eymen adındaki cariye ile birlikte akrabalarını ve babası Abdullah’ın mezarını ziyaret etmek için Medine’ye gittiler. Medine’de bir ay kaldılar. Bu sırada Muhammed aleyhisselam, Beni Neccar kuyusu denilen havuzda yüzmeyi öğrendi. Sırtındaki nübüvvet mührünü ve diğer bazı alametlerini gören Yahudi âlimlerinden bir kısmı “Bu çocuk ahir zaman Peygamberi olacak” demişlerdir. Onların bu sözlerini duyan Ümm-i Eymen, durumu annesine haber verince hazreti Âmine, Ona bir zarar gelmesinden çekinerek Onu alıp, Mekke’ye dönmek üzere yola çıktı. Ebva denilen yere geldiklerinde Hazret-i Âmine hastalandı. Hastalığı artıp sık sık kendinden geçiyordu. Başında duran oğlu Muhammed aleyhisselama bakarak şu beyitleri söyledi:
Her yaşayan ölür, eskir her yeni,
Her yaşlanan elbet oluyor fâni.
Ben de öleceğim bir gün elbette,
Lakin kalacaktır adım dillerde.
Çünkü senin gibi hayırlı evlat,
Bıraktım geriye ne büyük nimet.
Biraz sonra da vefat etti ve orada defnedildi. Ümm-i Eymen Muhammed aleyhisselamı Mekke’ye getirip dedesi Abdülmuttalib’in yanına bıraktı.
Muhammed aleyhisselamın babası ve annesi İbrahim aleyhisselamın dininde idi. Yani mümin idiler. İslam âlimleri; onların İbrahim aleyhisselamın dininde olduklarını ve Muhammed aleyhisselam peygamber olduktan sonra da Onun ümmetinden olmaları için diriltilip, kelime-i şehadeti işittiklerini ve söylediklerini; böylece bu ümmetten de olduklarını bildirmişlerdir.
Muhammed aleyhisselam sekiz yaşına kadar da dedesinin yanında büyüdü. Dedesi Abdülmuttalib, Mekke’de sevilen ve çeşitli işleri idare eden bir zat olup; heybetli, sabırlı, dürüst, mert ve cömert idi. Fakirleri doyurur, hatta aç, susuz kalan hayvanlara bile yiyecek verirdi. Allah’a ve ahirete inanan, kötülüklerden sakınan, cahiliyye devrinin çirkin âdetlerinden uzak duran bir zat idi. Mekke’de; zulme, haksızlığa engel olur, oraya gelen misafirleri ağırlardı. Ramazan ayında Hira Dağı’nda inzivaya çekilmeyi âdet edinmişti.
Çocukları seven ve şefkat sahibi olan Abdüllmuttalib, Muhammed aleyhisselamı bağrına basıp gece gündüz yanından ayırmadı. Ona büyük bir sevgi ve şefkat gösterirdi. Kâbe’nin gölgesinde kendisine mahsus olan minderinde onunla beraber oturur, mâni olmak isteyenlere “Bırakın oğlumu! Onun şanı yücedir” derdi. Peygamberimizin (aleyhisselam) dadısı Ümm-i Eymen’e, Ona iyi bakmasını önemle tembih eder “Oğluma iyi bak! Ehl-i kitap, benim oğlum hakkında, bu ümmetin peygamberi olacak diyorlar” derdi. Ümmi Eymen şöyle demiştir: “Onun çocukluğunda ne açlıktan, ne de susuzluktan kimsenin şikâyet ettiğini görmedim. Sabahleyin bir yudum zemzem içerdi. Kendisine yemek yedirmek istediğimizde ‘istemem, tokum’ derdi.” Abdülmuttalib uyurken ve odasında yalnızken, Ondan başkasının, yanına girmesine müsaade etmezdi. Onu daima öper, okşar, sözlerinden ve hareketlerinden son derece hoşlanırdı. Sofrada Onu yanına alır, dizine oturtur; yemeğin en iyisini ve en lezzetlisini Ona yedirir ve O gelmeden sofraya oturmazdı. Onun hakkında nice rüyalar görüp birçok hadiselere şahit oldu. Bir defasında, Mekke’de kuraklık ve kıtlık olmuştu. Abdulmuttalib, gördüğü bir rüya üzerine Muhammed aleyhisselamın elinden tutup Ebu Kubeys dağına çıktı. “Allahım! Bu çocuk hakkı için bizi, bereketli bir yağmur ile sevindir” diye dua etti. Duası kabul oldu ve bol yağmur yağdı. O zamanki şairler, bu hadiseyi, şiirler yazarak dile getirmişlerdir.
Bir gün Abdulmuttalib, Kâbe’nin yanında oturuyordu. Necran’lı bir rahip yanına gelip onunla konuşurken bir ara “Biz İsmailoğullarından en son gelecek olan peygamberin sıfatlarını kitaplarda bulduk. Burası (Mekke); Onun doğum yeridir. Sıfatları şöyle şöyledir” diyerek birer birer saymağa başladığı esnada, Peygamberimiz yanlarına geldi. Necran’lı rahip, Onu dikkatle seyretmeye başladı, sonra da yaklaşıp mübarek gözlerine, sırtına, ayaklarına baktı ve heyecanla “İşte O budur. Bu çocuk senin neslinden midir?” dedi. Abdulmuttalib “Oğlumdur” deyince, Necran’lı rahip: “Biz kitaplarda okuduğumuza göre Onun babasının sağ olmaması lazım” dedi. Abdulmuttalib “O, oğlumun oğludur. Babası daha O doğmadan, annesi hamile iken ölmüştü” deyince, rahip “Şimdi doğru söyledin” dedi. Bunun üzerine Abdulmuttalib oğullarına: “Kardeşinizin oğlu hakkında söylenileni işitin de, Onu iyi koruyun!” dedi.
AMCASININ HİMAYESİ DEVAM EDİYOR
Abdulmuttalib vefatı yaklaşınca oğullarını toplayıp Peygamberimiz aleyhisselama “Yavrum, bu amcalarından hangisinin yanında kalmak istersin” deyince, koşup amcası Ebu Talib’in kucağına oturdu. Onun yanında kalmak istediğini söyledi. Peygamberimizi “aleyhisselam” dedesi Abdulmuttalib oğlu Ebu Talib’e bıraktı ve Ona iyi bakmasını önemle vasiyet etti ve sonra da vefat etti.
Peygamberimiz sekiz yaşından sonra amcası Ebu Talib’in yanında kalmaya başladı ve onun himayesinde büyüdü. O zaman Mekke’de Ebu Talib de babası Abdulmuttalib gibi Kureyş’in ileri gelenlerinden sevilen, saygı gösterilen ve sözü dinlenilen bir zat idi. O da Peygamberimiz aleyhisselama büyük bir sevgi ve şefkat gösterdi. Onu kendi çocuklarından çok sever, yanına almadan uyumaz, bir yere gitmez ve “Sen çok hayırlısın, çok mübareksin” derdi. O elini uzatmadan yemeğe başlamaz, önce onun başlamasını isterdi. Bazen de Ona ayrı sofra kurdururdu. Sabahları uyandığında yüzünün pırıl pırıl parladığını, saçlarının taranmış olduğunu görürlerdi. Ebu Talib’in fazla malı yoktu ve ailesi de kalabalıktı. Muhammed aleyhisselamı himayesine aldıktan sonra bolluğa ve berekete kavuştu. Mekke’de vuku bulan kuraklık sebebiyle halk sıkıntıya düştüklerinde Ebu Talib, Onu, Kabe’nin yanına götürüp dua etti. Onun bereketiyle bol yağmur yağdı. Kuraklıktan ve kıtlıktan kurtuldular.
Amcası Ebu Talib, bir defasında Şam’a ticaret için giderken Muhammed aleyhisselamı da, ( 9 veya 12 yaşında bulunduğu sırada) yanında götürdü. Ticaret kervanı uzun bir yolculuktan sonra Busra’da Hristiyanlara mahsus bir manastırın yakınında konakladı. Bu manastırda “Bahira” adında bir rahip kalmakta idi. Önceden Yahudi âlimlerinden iken sonradan Hristiyan olan bu bilgili rahibin yanında elden ele geçerek saklanan bir kitap bulunmakta ve birçok şeyler ondan sorulmakta idi. Kureyş kervanı daha önceki yıllarda buradan defalarca gelip geçmesine rağmen hiç ilgilenmeyen ve her sabah manastırın damına çıkıp kafilelerin geldiği yöne bakarak merakla bir şey bekleyen rahip Bahira’ya bu defa bir hal olmuştu ve heyecanla irkilip yerinden fırlamıştı. Çünkü o, Kureyş kervanı uzaktan göründüğü sırada kervanın üstünde beyaz bir bulutun da onlarla birlikte akıp geldiğini ve onların konakladığı ağacın üstünde durduğunu görmüştü. Bu bulut Muhammed aleyhisselamı gölgelemekte idi. Kervan konaklayınca da Muhammed aleyhisselamın altına oturduğu ağacın dallarının üzerine doğru eğildiğini görerek iyice heyecanlanan rahip, hemen bir sofra hazırlatıp, acele ile bir de davetci göndererek Kureyş kervanında bulunanların hepsini yemeğe davet etti. Kureyş kervanında bulunanlar, Muhammed aleyhisselamı mallarının yanında gözcü bırakıp rahip Bahira’nın yanına gelince defalarca buradan gelip geçtikleri halde şimdiye kadar kendilerini davet etmeyip de bugün davet etmesinin sebebini sordular. Bahira gelenlere dikkatle bakıp “Ey Kureyş topluluğu, içinizden yemeğe gelmeyen var mı?” diye sorunca, evet, bir kişi var dediler. Rahip Bahira ısrarla onun da çağrılmasını isteyince gidip çağırdılar. Gelir gelmez dikkatle ona bakmaya, incelemeye başlayan Bahîra, yemekten sonra hallerine, işlerine dair bir çok sorular sordu. Muhammed aleyhisselam da cevap verdi. Bahira, gördüğü alametlerin ve aldığı cevapların hepsi için; ahir zamanda gelecek olan peygamberin sıfatları hakkında bildiklerine tam uyduğunu gördü. Sonra sırtını açıp nübüvvet mührünü de görünce Ebu Talib’e “Bu çocuk senin neslinden midir?” dedi. Ebu Talib oğlum deyince Bahira “Kitaplarda bu çocuğun babasının sağ olmayacağı yazılı, O, senin oğlun değildir” dedi. Bu sefer Ebu Talib “O benim kardeşimin oğludur” diye cevap verdi. Babası ne oldu? deyince, babası Onun doğmasına yakın bir sırada öldü cevabını alan Bahira “Doğru söyledin”, annesi ne oldu? dedi. O da öldü deyince “Doğru söyledin” diyerek, “Kardeşinin oğlunu hemen memleketine geri götür. Onu, hasetçi Yahudilerden koru! Vallahi Yahudiler bu çocuğu görüp, benim fark ettiklerimi onlar da fark ederlerse, Ona bir zarar vermeye kalkışırlar. Çünkü kardeşinin oğlunda büyük bir hal ve şân vardır. Bu peygamberlerin sonuncusu olacak. Bunun getireceği din, bütün yeryüzüne yayılsa gerektir. Sakın bu çocuğu Şam’a götürme, mübarek bedenine bir zarar verirler. Bunun hakkında çok ahd ve misak olmuştur” dedi. Ebu Talib “Misak nedir?” diye sorunca Bahira “Allahü teala bütün peygamberlerden ve en son da İsa aleyhisselamdan ümmetlerine ahir zaman peygamberinin geleceğini bildirmeleri üzerine söz almıştır” dedi. Ebu Talib, Bahara’nın bu sözleri üzerine Şam’a gitmekten vazgeçti ve mallarını Busra’da ucuz fiyata satıp Mekke’ye döndü.
Ebu Talib, Bahira’dan işittikleri şeylerden sonra Muhammed aleyhisselamı daha da çok sevdi. Ömrü boyunca Onu daima korudu ve her işinde Ona yardımcı oldu. Her haliyle faziletler ve güzellikler sahibi müstesna bir insan olarak büyümekte olan Muhammed aleyhisselam, on yedi yaşına ulaştığı sırada Yemen’e ticaret için giden amcası Zübeyr, ticaretinin bereketli olması için Onu da yanında götürdü. Bu seferde de nice harikulade halleri görüldü. Mekke’ye döndüklerinde Onun bu halleri anlatıldı ve Kureyş kabilesi arasında “Bunun şânı pek yüce olacak” diye söylenmeye başlandı.