PEYGAMBERLER, DİNLER, KİTÂPLAR - kainatingunesi.com

PEYGAMBERLER, DİNLER, KİTÂPLAR

Allahü teâlâ, insanı yaratınca, ona (Akıl) ve (Düşünme kudreti)ni verdi. İslâm âlimlerinin insana (Hayvân-ı nâtık) yâni düşünen mahlûk demeleri ve Descartesin (Düşünüyorum, o hâlde varım)felsefesi, bunun açık bir ifâdesidir.

Diğer mahlûklardan en büyük farkı, insanın (beden)i yanında (ruh)u bulunması, düşünebilmesi, bütün olayları aklı ile muhâkeme edebilmesi, aklı ile karar vermesi ve bu kararı uygulayabilmesi, iyilik ve fenalığı ayırabilmesi, hatâ işlediğini anlıyabilmesi ve bunun için pişmanlık duyması ve benzeri gibi üstünlükleridir. Fakat, acaba insan, kendisine verilen bu çok yüksek hâssayı, kendi başına ve hiç bir rehber [yol gösterici] olmadan kullanabilir mi?Kendi başına doğru yolu bulabilir ve Allahü teâlâyı tanıyabilir mi?

Tarihi inceleyecek olursak, insanların önlerinde, Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı sâyesinde anladı. Fakat, ona giden yolu bulamadı. Peygamberleri işitmiyenler, hâlıkı evvelâ etrâflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabî’at güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanar dağları ve benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının muâvinleri zannettiler. Her biri için bir (Sûret, alâmet) yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşidli putlar zuhûr etti. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hattâ, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni hâdise karşısında, putların miktârı da arttı. İslâmiyet zuhûr ettiği zaman Kâbe-i muazzamada 360 put vardı. Kısacası, insan, (BİR), ezelî ve ebedî olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bu gün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalıdır. Çünkü, rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur’an-ı kerimde, İsrâ sûresinin onbeşinci âyetinde meâlen, (Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce azâb yapıcı değiliz) buyurulmaktadır.

Allahü teâlâ, kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin nasıl kullanılacağını onlara öğretmek ve kendi birliğini onlara tanıtmak ve iyi işleri fena, zararlı işlerden ayırmak için, dünyaya Peygamberler gönderdi. Peygamberler beşerî sıfatlarda bizim gibi insandır. Onlar da yir, içer, uyur ve yorulur. Bizden farkları, zekâ ve muhâkeme kuvvetlerinin çok üstün olması, tertemiz ahlâklı ve Allahü teâlânın emirlerini bize teblîg edecek bir güçte bulunmalarıdır. Peygamberler, en büyük rehberlerdir. İslâm dînini teblîg eden, en son ve en üstün peygamber, Muhammed aleyhisselâmdır. Kitabı da (Kur’an-ı kerim)dir. Aşağıda islâm dîninden bahs edilirken, bu husûsta daha fazla bilgi verilecektir. Muhammed aleyhisselâmın irşâd edici mübârek sözlerine (Hadis-i şerif) denir. Bunlar çeşidli kıymetli kitaplarda toplanmıştır. Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler yanında bize rehberlik eden büyük din âlimleri de vardır. (Böyle âlimlere lüzûm var mı?İnsan iyi bir müslüman olmak için islâm dîninin kitabı olan Kur’an-ı kerimi okuyarak ve hadis-i şerifleri inceleyerek doğru yolu bulamaz mı?)diyenler ve bu din rehberlerine kıymet ve önem vermiyenler de vardır. Hâlbuki bu, çok yanlıştır. Zîrâ, din esasları hakkında hiç bir mâlûmatı olmıyan bir insan, bir rehber olmadan Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin derin mânasını anlıyamaz. En mükemmel bir sporcu bile, yüksek bir dağa çıkarken kendisine bir rehber arar. Bir büyük fabrikada mühendislerin yanında ustabaşılar ve ustalar vardır. Böyle bir fabrikaya ilk giren işçi, evvelâ ustalarından, sonra ustabaşılarından işinin inceliğini öğrenir. Bunları öğrenmeden önce, yüksek mühendis ile temâs ederse, onun sözlerinden, hesaplarından hiç bir şey anlamaz. Çok iyi silâh kullanan bir kimse bile, kendisine verilen yeni bir silâhın nasıl kullanılacağı kendine öğretilmeden, onu doğru kullanamaz. Bunun içindir ki, din ve îman işlerinde, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler yanında kendilerine (Mürşid-i kâmil) ismini verdiğimiz büyük din âlimlerinin eserlerinden faydalanmamız gerekmektedir. İslâm dînindeki Mürşid-i kâmillerin en üstünleri, dört mezhep imamlarıdır. Bunlar, imam-ı a’zam Ebû Hanîfe, imam-ı Şâfi’î, imam-ı Mâlik ve imam-ı Ahmed bin Hanbeldir. [Mâlik bin Enes, 179 [m. 795] de Medînede vefât etti. ] Bu dört imam, İslâm dîninin dört temel direkleridir. Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin mânalarını doğru olarak öğrenmek için, bunlardan birinin kitaplarını okumak lâzımdır. Bunların herbirinin kitaplarını açıklıyan binlerce âlim gelmiştir. Bu açıklamaları okuyan, islâm dînini doğru olarak öğrenir. Bu kitapların hepsindeki îman bilgileri aynıdır. Bu doğru îmana (Ehl-i Sünnet) îtikadı [inancı] denir. Sonradan uydurulan, bunlara uymayan bozuk, sapık inanç yollarına (Bid’at) ve (Dalâlet) yolları denir. Âdem aleyhisselâmdan beri, bütün peygamberlerin teblîg ettiği dinlerde bir olan esas, îman esaslarıdır. Allahü teâlâ, îman bilgilerinde ayrılık istememiştir. Kur’an-ı kerimde, Enâm sûresinin yüzelli dokuzuncu âyetinde sevgili Peygamberine meâlen, (Dinde fırka fırka ayrılanlarla senin hiçbir ilgin olamaz. Onların cezâlarını Allahü teâlâ verecektir) buyurulmaktadır.

Gözü ağrıyan, kime baş vurur?Bekçiye mi, avukata mı, matematik öğretmenine mi, yoksa göz mütehassısı olan doktora mı? Elbet, mütehassısa gidip, çâresini öğrenir. Dînini, îmanını kurtarmak için çâre arayanın da, avukata, matematikçiye, gazeteye, sinemaya değil, din mütehassısına başvurması lâzımdır.

Din âlimi olmak için, zamanın fen bilgilerini iyi bilmek, fen ve edebiyat fakültelerinden diploma alıp, ayrıca doktorası, ihtisası olmak, Kur’an-ı kerimi ve mânalarını ezberden bilmek, binlerce hadis-i şerifi ve mânalarını ezbere bilmek, islâmın yirmi ana ilminde mütehassıs olmak ve bunların kolları olan seksen ilmi iyi bilmek, bu ilimlerde ictihâd derecesine yükselmek, dört mezhebin inceliklerini kavramış olmak, tasavvufun en yüksek derecesi olan (Vilâyet-i hassa-i Muhammediyye) denilen olgunluğa erişmiş olmak lâzımdır.

Kendi hastalığını ve kalbindeki hastalığın ilâcını bilmiyen câhillerin hadis-i şeriflerden kendine uygun olanları seçip alması imkânsız gibidir. İslâm âlimleri, kalb, ruh mütehassısları olup, herkesin bünyesine uygun ruh ilâclarını, hadis-i şeriflerden seçerek söylemişler ve yazmışlardır. Peygamberimiz, dünya eczâhânesine yüzbinlerce ilâc hazırlıyan baş tabîb olup, Evliyâ ve âlimler de, bu hazır ilâcları, hastaların derdlerine göre dağıtan, emrindeki yardımcı tabîbler gibidir. Hastalığımızı bilmediğimiz, ilâcları tanımadığımız için, yüzbinlerce hadis-i şerif içinden, kendimize ilâc aramaya kalkarsak (Allergie) = aksi te’sîr hâsıl olarak, câhilliğimizin cezâsını çeker, fayda yerine zarar görürüz. Bunun için hadis-i şerifte, (Kur’an-ı kerimden kendi aklı ile kendi düşüncesi ve bilgisi ile mâna çıkaran [din büyüklerinin, Peygamberimizden ve Eshâb-ı kirâmdan alarak yaptıkları tefsîrlere aykırı uydurma tefsîr yazan] kâfir olur) buyuruldu. Mezhepsizler, bu inceliği anlıyamadıkları için, (Herkes Kur’an ve hadis okumalı, dînini bunlardan kendi anlamalı, mezhep kitaplarını okumamalıdır) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarının okunmasını yasak ediyorlar. Bu kitaplardaki bilgilere, Allahü teâlâya inanmamaktır, Ona ortak koşmaktır, diyecek kadar sapıtıyorlar. Böylece insanların islâm dîninin tâm esasını öğrenmelerine mani oluyor ve fayda yerine zarar veriyorlar.

Şimdi dinlerden bahs edelim. Bugün dünya yüzünde Allahü teâlânın varlığını bildiren üç semavî din vardır: