Hazret-i Ali, Sıffîn Harbi’ne giderken, yolda susayan askerleri için su bulamayınca, kimsenin kaldıramadığı bir taşı tek başına kaldırdı, altından lezzetli bir su çıktı. Herkes içti. Daha sonra, Hazret-i Ali taşı yine yerine koydu.
Bu hadisenin geçtiği yerin yakınında bir kilise vardı. O kilisenin râhibi bu hâli pencereden gördü. Hemen aşağı inip, Hazret-i Ali’nin huzûruna geldi ve sordu:
-Sen Peygamber misin?
-Hayır. Ben, son Peygamber Muhammed aleyhisselâmın halîfesiyim.
-Elini ver ki, müslüman olayım. Hazret-i Ali elini uzattı. Rahip dedi ki:
-Allahtan başkasının ibâdete hakkı olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın, Allahın Resûlü olduğuna ve senin de Resûlün vârisi olduğuna şehâdet ederim.
-Sen bu yaşa kadar kendi dinini yaşamışsın. Ne sebeple bizim dinimize girdin?
-Ey! mü’minlerin emiri! Bu kiliseyi, bu taşı kaldıran için yapmışlardır. Biz kitaplarımızda okuyoruz.
Âlimlerimizden de duyduk ki; burada bir pınar, üzerinde de bir taş vardır. O taşı, peygamber veya peygamber vârisi kaldırabilir. Senin bu taşı kaldırdığını görünce arzuma kavuştum ve yıllardır beklediğim şeyi buldum.
Hazret-i Ali, bu sözü işitince ağladı. Gözlerinin yaşından sakalı ıslandı. Sonra da buyurdu ki:
-Allahü teâlâya hamdolsunki, beni unutulmuşlardan değil, kitâbında zikredilenlerden eyledi.