VASİYYET VE VASİYYETNÂME - kainatingunesi.com

Bir kimsenin hayâtta iken, vefatından sonra yapılmasını arzu ettiği şeyler hakkındaki istekleri. Vasiyyet’in lügat mânâsı; bağlamak, bitiştirmek demektir. Fıkıh ilminde ise; bir malı veya bir hakkı teberru yolu ile vefatından sonraya havale ve bir başkasını sâhib ve mâlik kılmaktır. Vasiyyet edene mûsî, kendine vasiyyet edilene mûsâ leh ve vasiyyet edilen şeye de mûsâ bihdenir. Vasiyyet; “Şu malımı veya şu malımın menfaatinin falan kimseye verilmesini vasiyyet ettim” demekle meydana gelir. Bu vasiyyettin yazıldığı senede ise vasiyyetnâme denir.

Vasiyyetin kaynağı; Kitab (Kur’ân-ı kerîm), sünnet, icmâ’ ve aklî delillerdir. Vasiyyet, dînî ve hukukî bir akiddir. Maksad ve sebebi dünyâda hayırla anılmak ve bu hayır duâ sebebiyle de âhirette yüksek derecelere kavuşmaktır.

Kur’ân-ı kerîmde vasiyyetin meşrûiyyeti (sabit olması) meâlen şöyle bildirilmektedir:

“Artık ölünün vasiyyetini işittikten sonra, onu değiştirenin günâhı, ölüye değil, değiştirenin üzerinedir. Şüphesiz ki Allahü teâlâ, vasiyyet edenin vasiyyetini işitici ve vasiyyeti değiştirenin işini bilicidir.” (Bekara sûresi: 181)

“Kim vasiyyet edenin bir hatâ etmesinden veya bir günaha girmesinden endişe eder de, iki tarafın arasını düzeltirse, ona hiç bir günâh yoktur. Allah, hakkı yerine getireni bağışlayıcı ve emrine itaat edene merhamet edicidir.” (Bekara sûresi: 182)

İslâm hukukunda vasiyyetin hükmü; bâzı hâllerde farz, bâzan sünnet, bâzan da müstehâbtır. Meselâ, kul haklarının ödenmesini vasiyyet etmek farzdır. İslâm dînine aykırı olan hususların vasiyyet edilmesi haramdır. Kumarhane yapmak, şarap alıp dağıtmak gibi. Hastahâne, mektep, yol, su, cami, ilmî müesseseler, kütüphaneler, vakıflar ve fakir müslüman talebeler için vasiyyette bulunmak da müstehâbdır. Her kim olursa olsun fâsık, zâlim, isyankâr, sefehat yolunda malı telef edenlere malı vasiyyet etmek mekruhtur.

Borç, vasiyyetten öncedir. Çünkü vasiyyet, teberru; borç ödemek ise farzdır. Farzın hükmü vasiyyetten öncedir, önce borç ödenir. Sonra kalanın üçte birinden İslâmiyet’e uygun vasiyyetleri yapılır.

Vasiyyetin şartları şunlardır:

1-Vasiyyet eden, vasiyyet ettiği mülk ve mala sâhib olmalı.

2-Vasiyyet eden, akıllı ve bulûğa ermiş olmalıdır.

3-Vasiyyet eden borçlu olmamalıdır.

4-Vasiyyet zamanında kendisine vasiyyet yapılan sağ olmalıdır.

5-Vasiyyet edilen şey, vasiyyet edenin vefatından sonra temlike uygun olmalıdır.

6-Bir kimse malının ancak üçte birinden vasiyyet edebilir.

7-Kendisine vasiyyet edilenin vâris olmaması gerekir.

Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Vasiyyet etmek istediği bir şeyi olup da vasiyyeti baş ucunda yazılı olmadan iki gece geçirmek mü’minin harcı değildir,”

İmâ ile dahi kılması mümkün iken, kılmadan ölüm hâline gelen kimsenin, namazlarının keffâreti yapılması için vasiyyet etmesi lâzımdır. Namaz keffâreti, her namaz için bir müslüman fakire yarım sa’ (1750 gr.) buğday vermektir. Bunu, vasiyyet ettiği kimse veya vârisi verir. Vasiyyet edenin bıraktığı malın üçte birinden verilmesi lâzımdır. Ölürken vasiyyet etmedi ise kimsenin vermesi lâzım olmaz.

Kurban kesmeyen müslüman, ölürken bıraktığı maldan kendi için kurban kesilmesini vârisine vasiyyet etmelidir. Vasiyyet edilen kurban, bayram günleri kesilir. Bunun etinden kesen kimse fakir olsa da yiyemez. Etinin hepsi fakirlere dağıtılır. Vasiyyet etmemiş meyyit için, vârisi veya başkaları, her zaman kendi malından hayvan kesip sevabını o kimseye hediyye edebilir. Sevabı kesenin olur. Meyyite de hediye edilir. Bunların etinden kesen de yiyebilir.

Kâdıhân (rahmetullahi aleyh), İslâm hukukundaki vasiyyet hakkında buyurdu ki: “Tarlasının kabristan yapılması veya malının üçte biri ile yolcular için hân, mescid yapılması, yâhud yolcular için çeşme yapılması, müslümanlara kefen, tâbut alınması, kabir kazdırılması, bir mescide sarf edilmesi için vasiyyet etmek, İmâm-ı Muhammed’e (rahmetullahi aleyh) göre caizdir. Malının sülüsü ile hapishane yapılmasını vasiyyet etmek caiz değildir. Bunu yaptırmak hükümetin vazîfesidir. Hac yapılmasını vasiyyet edince, bulunduğu şehirden gönderilir. Malı az ise malının yetişeceği yerden gönderilir. Gaza edilmesi için vasiyyet edince, harb edenlere ve harb malzemesi için verilir. Ehl-i kitap kâfirlerin fakirlerine verilmek için vasiyyet caizdir. Kilise yapmaları için vasiyyet caiz olmaz. Katilin affedilmesini vasiyyet bâtıldır. Yalnız ev bırakan kimsenin, birinin evde oturmasını vasiyyet etmesi caizdir, ölünceye kadar evde oturur. Maraz-ı mevt hâsıl olmadan önce, çocuklarından birine, fazla hizmet ettiği veya muhtaç olduğu için, bir şey hediyye etmek caizdir. Malının sülüsünün (üçte birinin) bir şehirdeki fakirlere dağıtılmasını vasiyyet edince, başka şehirdeki fakirlere de dağıtılması caiz olur. Bu parayı on fakire dağıt denip, hepsinin bir fakire verilmesi ve bunun aksi de caiz olur. On günde dağıt denilip, hepsini bir günde dağıtsa caiz olur. Malımın sülüsünü akrabama dağıtın dese, vârislerin gayrısına dağıtılır. Vârisler arasında küçükler olsa veya meyyitin borcu olsa da büyükler mîrasdan yiyebilirler. Bir kimse vasiyyetini iptal edebilir. Vasiyyetini inkâr etmesi iptal olmaz. Vasiyyeti kabul eden zât, hasta öldükten sonra red edemez. Emîn olmayan fâsık (açıkça günah işleyen mü’min) veya zımmî (İslâm devleti uyruğundaki gayr-i müslim), vasî yapılırsa, hâkim bunları değiştirir. Ücret ile vasî yapmak caiz değildir. Fakat söylediği ücret, ona vasiyyet edilmiş olup, onu alır ve vasî olur. Vasî tâyin etmeyenin babası küçük torunlarına vasî olur ise de, borç ödemek için bir şey satamaz. Vasî ve baba, yetimin malını ödünç veremezler. Hâkim verebilir. Vasî, meyyitin borçlarını yetimin malı ile ödeyemez. Onun fıtrasını veremez. Kurbânını kestiremez. Baba ödeyebilir. Vasî muhtaç olunca, yetimin malından yiyebilir. Kimseye hîbe edemez. Helak ederse azl olunur. Vasî, yetimin malından kendisi için kullampsonra benzerini yerine koyarsa, caiz değildir. Büyüdüğünde vermesi lâzım olur.”

İslâm hukukuna göre, malının üçte birini hayırlı işlerde kullanması için biri vasî tâyin edilip, vasî de bu kadar malı hayırlı işlere verse, ölünün vârisleri bu malı nerelere verdin diye soramazlar. Vârislerin mahfuz hissesi (saklı payı), teçhiz ve borçların tasfiyesinden (ödenmesinden) sonra kalan terekenin üçte ikisidir. Eğer vasiyyet, terekenin üçte birini aşıyorsa, artan kısımla ilgili icra, vârislerin kabulüne bağlıdır. Vasî tâyin etmeden ölen kimsenin vasiyyetini yerine getirmek için, hâkim, bir vasî tâyin eder.

Eskiden her müslüman, bir vasiyyet yazardı. Burada evlâdına, ahbabına son nasihatlerini bildirirdi. Kendinde hakkı bulunanlarla, helâllaşılmasını, vereceklerini, borçlarının ödenmesini, iskat ve hac yapılmasını isterler; cenaze hizmetindeki ve defnden önceki isteklerini bildirirlerdi. Zevcesine (hanımına) olan mehr-i müeccel borcunun ödenmesi için vasiyyet etmesine çok dikkat edilirdi. Bu isteklerinin İslâmî hükümlere uygun olması için âdil iki şâhid yanında bir vasî seçerdi.

İslâm târihinde yapılan meşhûr vasiyyetnâmelerden bâzıları şunlardır:

Resûlullah efendimiz vefatına yakın hastalığının şiddetine katlanarak hazret-i Ali ve hazret-i Fadl bin Abbâs’a dayanıp kollarında mescide geldiklerinde, minberdeki vasiyyetleri şöyle oldu:

“Ey Eshâbım! Benim ölümümü düşünüp telaş ediyor muşsunuz. Hiç bir peygamber ümmeti arasında sonsuz kaldı mı ki, ben de sizin aranızda sonsuz kalayım? Biliniz ki, ben Rabbime kavuşacağım. Size nasihatim olsun ki, Muhacirlerin büyüklerine saygı gösteriniz! Ey Muhacirler! Size de vasiyyetim şudur ki, Ensâr’a iyilik ediniz. Onlar size iyilik etti. Evlerinde barındırdı. Geçinmeleri sıkıntılı olduğu hâlde, sizi kendilerinden üstün tuttular. Mallarına ortak ettiler. Her kim Ensâr üzerine hâkim olur ise, onları gözetsin, kusur edenleri olursa affetsin” buyurdu. Sonra çok güzel te’sirli nasihatler edip; “Allahü teâlâ bir kulunu dünyâda kalmak ile, Rabbine kavuşmak arasında serbest bıraktı. O kul, Rabbine kavuşmak istedi” buyurdu. Sonra; “Ey Eshâbım! Dîn-i İslâm yolunda sıdk ve ihlâs ile malını feda eden Ebû Bekr’den çok razıyım. Âhiret yolunda arkadaş edinmek elde olsaydı onu seçerdim” buyurdu ve; “Ey Muhacirler ve ey Ensâr! Vakti belli olan her şeye kavuşmak için acele etmenin faydası yoktur. Allahü teâlâ hiç bir kulu için acele etmez. Bir kimse, Allahü teâlânın kaza ve kaderini değiştirmeye, irâdesinden üstün olmaya kalkışırsa, onu kahr ve perişan eder. Allahü teâlâya hile etmek, O’nu aldatmak istiyenin işleri bozulup, kendi aldanır. Biliniz ki, ben sizlere karşı raûf ve rahîmim. Siz de buna kavuşacaksınız. Kavuşacağınız yer, Kevser havuzunun başıdır. Cennet’e girmek, bana kavuşmak istiyen, boş yere konuşmasın. Ey müslümanlar! Kâfir olmak, günâh işlemek, nimetin değişmesine, rızkın azalmasına sebeb olur. İnsanlar, Allahü teâlânın emirlerine itaat ederse, hükümet başkanları, âmirleri, valileri onlara merhamet ve şefkat eder. Fısk, fücur, taşkınlık yapar, günâh işlerlerse, merhametli başkanlara kavuşamazlar. Benim hayâtım, sizin için hayırlı olduğu gibi, ölümüm de hayırdır ve rahmettir. Eğer bir kimseyi haksız yere doğmuş veya fena bir söz söylemiş isem, bana aynı şeyi yaparak hakkını almasına, birinizden haksız bir şey almış isem, geri istemesine razıyım ve helâllaşmağa hâzırım. Çünkü dünyâ cezası âhiret cezasından pek hafiftir. Buna katlanmak daha kolaydır.

Ey Eshâbım! Bilmiş olunuz ki, aranızdan ayrılmam yaklaştı. Kimin bende hakkı varsa, benden istesin. Benim yanımda sevgili olan, benden hakkını istesin veya helâl etsin ki, Rabbime ve rahmetine bunları ödemiş olarak kavuşayım.

Ey Eshâbım! Siz, Allahü teâlânın hıfzındasınız ve sizi Allahü teâlâya emânet ettim. Takva üzere ölün. Allahü teâlâdan korkun. Allahü teâlânın emrini tutun ve itaat edin. Ben artık bu dünyâdan ayrılıyorum.”

Sonra hazret-i Âişe’nin odasını teşrif buyurup yattılar: “Allahü teâlânın huzuruna dünyâ malı bırakmadan gitmek isterim, yanında kalan altınları da fakirlere dağıt!” buyurdular. Hemen dağıtılıp bildirilince: “Şimdi rahat ettim” buyurdular. Âlemlerin efendisinin son anlarında mübarek dudaklarından; “Aman! Aman! Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız. Onların üzerine elbise giydiriniz. Karınlarını doyurunuz. Onlara yumuşak konuşunuz. Namaza devam ediniz. Kadınlarınız ve köleleriniz hakkında Allahü teâlâdan korkunuz. Ey Allah’ım! Beni yarlığa, bana rahmetini ihsan et. Beni refik-i a’lâya kavuştur” sözleri dökülüyordu. Sonra hazret-i Ali’ye; “Yâ Ali! Zimmetimde filân yahudinin şu kadar malı vardır. Asker hazırlamak için almıştım. Sakın onu ödemeyi unutma. Elbette zimmetimi kurtarırsın ve Kevser havzı başında benimle görüşeceklerin birincisi sensin. Bundan sonra sana çok zarar gelir, sabır edesin, insanlar dünyâyı istedikleri vakit sen âhireti seçesin.”

“Ey Ali! Beni sen yıka. Fadl bin Abbâs sana su döksün. Cebrail aleyhisselâm sizin üçüncünüz olur. Gasl (yıkama) işimi bitirince, kefenimi yaparsınız. Cebrail Cennet’ten güzel koku getirir. Sonra beni mescide götürün ve çıkınız. Çünkü ilk önce Cebrail, sonra Mikâil, sonra İsrafil, sonra melekler gurup gurup namazımı kılacaklar. Daha sonra siz giriniz. Saf saf olunuz. Hiç kimse benden öne geçmesin” buyurdular.

Hindistan’daki Bâbür Türk Devleti hükümdarlarından Âlemgîr Şâh’ın vasiyyeti şöyledir: “Ben dünyâya eli boş geldim, yine öyle gidiyorum. Serîr-i saltanata çıkacak oğullarımdan her birine vasiyyet ederim ki:

Muhammed Kâm Bahş, Nişâbûr ve Haydarâbâd vilâyetlerine razı olduğu takdirde, kendisine dokunmayınız.

Emîr-ül-Ümerâdan daha iyi bir vezir bulunamaz.

Derbâr-ı saltanatıma mensûb olanlar, Muhammed Âzamşâh’a sadâkat ve vefadan ayrılmasınlar.

Benden sonra mevki-i saltanata geçen, sarayda doğan veya orada büyüyenlere kat’iyyen eziyet eylemesin. Oğullarım yaptığım taksimi kabul eder, muvafakat gösterirlerse, hiç bir tarafta karışıklık çıkmaz ve boş yere kan dökülmesine meydan verilmez.

Memlekette Agra ve Dehli olmak üzere iki merkez vardır. Agra’da oturan, Dekken, Malva ve Gücerât’ı; Dehli’de oturan da Kabil gibi eyâletleri hâkimiyetinde bulundursun.

Dünyâya çıplak geldim ve yine öyle gitmeliyim. Cenazem için külfet lâzım değildir.

Vefâdânın ve mûtenedim Hamîdeddîn Hân, nâşımı, Mahall-ı Şah Zeyneddîn’e götürüp defnetsin. Kabrimi de fukara mezarı gibi yaptırsın. Evlâdım fikr-i azimetle üzerime türbe inşâ etmesinler.

Hazînemdeki 7382 rupiden (bini) cenaze giderlerine ve sadaka olarak harcansın.”

Bir vasiyyetnâme örneği şöyledir:

“İstanbul şehrinde Gedikpaşa semtinde oturan bezzaz (manifaturacı) Osman Efendi, Meclis-i şer-i şerîf-i enverde ve Ahmed Ağa’nın yanında derki: “Allahü teâlânın emri ile vefat ettiğim zaman, bıraktığım malın hepsi ve bütün alacaklarım alınarak, önce âdet üzere teçhiz ve tekfinim (kefenleme) yapılıp, sonra borcum çıkarsa, bunları ödeyip geriye kalan üçte biri ayrılsın. Bu ayrılan sülüs içinde şu kadar kuruş ile namaz iskâtı ve oruç, yemin ve adaklarım için keffâretim yapılsın. Dînimize uygun olarak iskât yapılıp, müslüman fakirlere dağıtılsın. Şu kadar kuruşu ile tatlı (helva ve lokum) pişirilip, fakirlere yedirilsin. Şu kadar kuruş ile kabrim yapılsın. Bu arta kalanını da seçtiğim vasîm, dilediği hayrat ve hasenata hare etsin, diye vasiyyet ettim. Bu vasiyyetimi yerine getirmeğe yanımdaki Ahmed Ağa’yı seçtim ve tâyin eyledim.” Ahmed Ağa da bu vasiyyeti dinleyip kabul etti ve hepsini en iyi şekilde yapmayı üzerine aldı. Biz de hâzır bulunup gördük, işittik ve şâhid olduk.

İmza İmza İmza İmza

NASİHAT!

Ariflerin sultânı ve hak âşıklarının delili Mevlana Celâleddîn-i Rûmî’nin (rahmetullahi aleyh) vasiyyetnâmesi de özetle şöyledir:

“Ey Oğul! Her durumda ilim, edeb ve takva üzerinde bulun. Her zaman âlimlerin eserlerini oku ve Ehl-i sünnet vel-cemâat yolundan ayrılmamayı vazife bil. Fıkıh bilgilerini öğren. Câhillerden olma. Namazı cemâatle kıl. Şöhret isteme, zîrâ şöhret âfettir. Makama bağlı olma. Az konuş. Halkın kötülük ve eğrilerinden, aslandan kaçar gibi kaç. Helâl ye ve şüphelilerden kaçın. Fazla gülmek kalbi öldürür. Çok gülme ve kahkaha atma. Herkese şefkatli davran. Hainlik yapma. Kimseye hizmet buyurma. Âlimlere, evliyaya mal, can ve tenle hizmet eyle. Din büyüklerinin hâllerini inkâr etme.”