ZEKAT ve FITRA NEDİR ? - kainatingunesi.com

Zekat Nedir ?

Zekat, her müslimânın tam mülkü olan nisâb mikdârındaki (Zekât malı)nın, belli zemânda, belli mikdârını, zekât niyyeti ile ayırıp, emr edilen müslimânlara vermekdir.

Hanefî mezhebinin âlimleri dediler ki, (Mükellef) olan, ya’nî âkıl (akıllı), bâliğ [cünüb olup gusl abdesti almağa başlıyan bir yaşa gelmiş] olan ve hür olan müslimân erkek ve kadının, şartları bulununca, zekât vermeleri farzdır. Zekât vermek, malı rnüslimân fakire temlik etmekle olur. Ya’nî, malı fakirin eline vermek lâzımdır.

Zekâtın farzı birdir. Bu da, niyyet etmekdir. Niyyet kalb ile olur. Malın zekâtını ayırırken veyâ müslimân fakire verirken (Allah rızâsı için, zekât vereceğim) diye niyyet edip de fakîre veyâ zekâtını fakirlere vermek için vekîl etdiği kimseye verirken borç veyâ hediyye veriyorum dese, câiz olur. Söze bakılmaz. Zekât ve sadaka diye birlikde niyyet ederse, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre, zekât olur. İmâm-ı Muhammede göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, sadaka olur. Zekâtını vermemiş olur. Vasıyyet etmemiş meyyitin, bırakdığı maldan zekât borcu verilmez. Çünki, niyyet etmesi lâzım idi. Vârisleri, kendi mallarından ödeyebilirler. [Bu takdîrde, zekâtın iskâtı yapılmış olur.] Zekâtı ayırırken ve fakire verirken niyyet etmeyip, verdikden çok sonra niyyet ederse, mal, fakirde bulunduğu müddetçe, câiz olur. Vekîline verirken niyyet etmesi yetişir. Vekîlinin fakire verirken, ayrıca niyyet etmesi lâzım değildir. Vekiline verirken sadaka, keffâret, hediyye dese, vekili fakîre bu niyyet ile vermeden önce, zengin zekât için niyyet etse câiz olur.

Zekât Malları Nelerdir ?

Dört mezhebde de dört dürlü (Zekât malı) vardır:

1- Senenin ekseri zemânında, parasız çayırda otlayan dört ayaklı hayvanlar.

(Mevkûfât)  kitâbında buyuruyor ki: (Yılın yarıdan  fazlasında  parasız  çayırda  otlıyan hayvanlar, üretmek için, [sütü için] olursa, bunlara (Sâime) hayvan denir. Böyle hayvanların zekâtı verilir. Sâime hayvan sayısı, nisâb mikdârı oldukdan bir yıl sonra, zekâtı verilir. Yün için, yük taşımak için, binmek için olursa, sâime denilmez ve zekât lâzım olmaz). Deve, sığır gibi başka cinsden sâime hayvanlar, birbirlerine ve diğer ticâret eşyasına eklenmezler. Her cins hayvanın zekât nisabı farklıdır. Devenin nisâbı beştir. Beşten aşağı olan meselâ dört deveye zekât düşmez. Beş devesi olan zekât olarak bir koyun verir. Sığırın nisâbı otuzdur. Otuzdan az sığırı olan bunların zekâtını vermez. Otuz sığır için bir adet bir yaşını aşmış erkek veyâ dişi buzağı verilir. Koyunun nisâbı kırkdır. Kırkdan az koyunu olan zekâtını vermez. Kırkdan yüzyirmiye kadar koyunu olan yalnız bir koyun verir. Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye kitabında bu mevzu geniş anlatılmıştır.

2- Altın ile gümüş. (Dürr-ül-müntekâ)ının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, (Altın ile gümüşün oniki ayârdan ziyâdesi, para olarak kullanılsın, kadınların süsü gibi, halâl olarak kullanılsın, erkeklerin altın yüzük takması gibi, harâm olarak kullanılsın, ev, yiyecek, kefen satın almak için saklanılsın, kılınç [ve altın diş] gibi ihtiyâç eşyası olsalar da, zekât nisâbının hesabına katılacaklardır).

Altın ile gümüşün ağırlığı ve ticâret eşyasının mal oluş kıymeti, nisâb mikdârı oldukdan i’tibâren, bir hicrî sene, ya’nî arabî sene [354 gün] elde kalırsa, yıl sonunda elde bulunanın kırkda birini, zekât niyyeti ile ayırıp, müslimân fakirlere vermek farzdır. Acele edip, hemen vermek vâcibdir. Özrsüz gecikdirmek mekruh olur. Verirken dört mezhebde de niyyet etmek ve zekât olduğunu söylemek lâzım değildir.

Altınının nisâbı (96) gram , gümüşün ki (672) gramdır.

Âlimlerin çoğuna göre, altın ile gümüş her ne hâl ve şekilde olursa olsun ve her ne niyyet ile saklanırsa saklansın, zekâtı verilir. Şâfi’înin sahih kavlinde ve Hanbelî mezhebinde, kadınların zînet olarak kullandıkları altının ve gümüşün zekâtı verilmez.

3- Ticâret için alınıp, ticâret için saklanılan (Ticâret eşyası). İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, zekâtın sebebini ve şartını bildirirken, buyuruyor ki, (Eşyânın ticâret niyyeti ile satın alınması lâzımdır. Uşr vermesi lâzım gelen topraklardan hâsıl olan ve mîrâs olarak ele geçen veyâ hediyye, vasıyyet gibi kabul edince mülk olan şeylerde, ticârete niyyet edilse de, bunlar ticâret malı olmaz.

Çünki, ticâret niyyeti, alış verişde olur. Meselâ, tarlasından buğday alıp uşrunu veren veyâ mîrâsdan eline urûz geçen kimse, satmak niyyeti ile saklasa, nisâb mikdârından fazla olsa ve bir seneden fazla kalsa, zekâtlarını vermek îcâb etmez). Urûz, altın ve gümüşten başka canlı cansız her çeşit mala denir. Ticâret niyyeti ile [ya’nî satmak için] satın aldığı buğdayı tarlasına ekse veyâ ticâret için aldığı hayvanı, kumaşı kendi kullanmağa niyyet etse, ticâret malı olmakdan çıkarlar. Sonra bunları satmağa niyyet ederse, ticâret malı olmazlar. Bunları satınca veyâ kiraya verince, eline geçen mal ticâret malı olur. Kullanmak için satın aldığı malı, aldıkdan sonra ve mîrâs olarak eline geçen urûzu veyâ hediyye, vasıyyet, sadaka gibi kendinin kabul etmesi ile mâlik olduğu malı alırken veyâ tarlasından aldığı buğdayı satmağa niyyet etse, ticâret malı olmazlar. Bunları satsa ve satarken semenleri (bedelleri) olan urûzu ticâretde kullanmağı niyyet etse, bu bedelleri ticâret malı olurlar. Çünki ticâret bir işdir. Yalnız niyyet ile olmaz. Başlamak da lâzımdır. Ticâreti terk etmek ise, yalnız niyyet ile olur. Herşeyi terk etmek, yalnız niyyet ile olur. Altın ve gümüş eşya ve kâğıd paralar, her ne suretle ele geçerse geçsin, zekât malı olurlar.

Canlı, cansız her mal, meselâ yerden, denizden çıkarılmış tuzlar, oksidler, naft, ya’nî petrol ve benzerleri, ticâret yapmak için, ya’nî satmak için satın alındıkları zemân, (Ticâret eşyası) olurlar. Altın ile gümüş her ne niyyet ile olursa olsun, hep ticâret eşyâsıdır.

Ticâret eşyasının kıymeti, ya’nî nisâb hesâb edildiği vaktdeki alış fiyâtı, alış verişde kullanılan altın veyâ gümüş paradan hangisi ile nisâb mikdârı oluyorsa, onun ile hesâb edilir. İkisi ile de nisâb mikdârı oluyorsa, fakirlere daha fâideli olanı ile hesâb edilir. Para olarak kullanılmayan altın ve gümüş ile hesâb edilmez. Hükümet tarafından damgalı altın veyâ gümüş paralardan kıymeti en az olanı ile hesâb edilir. Hangisi ile hesâb edildi ise, yine onun ile zekât farz olduğu gündeki, ya’nî nisâb üzerinden bir sene geçdikden sonraki piyasaya göre, yeniden hesâb edilen kıymetinin, ya’nî alış fiyâtının veyâ eşyânın kendisinin kırkda biri verilir.

Ticâret için olmıyan, ya’nî satılık olmıyan evlerin, apartmanların, san’at âletlerinin, motör, tezgâh, kamyon ve gemilerin ve ne kadar çok olursa olsun evde kullanılan eşyanın zekâtı verilmez. San’at sâhibleri, sanâyı’cılar, i’mâlâtcılar, ham ve işlenmiş, ma’mûl eşyanın zekâtını verirler. Demirbaş eşyanın zekâtı verilmez. Ticâret eşyasından evde kullanılmak için ve ticâret olunan gıdâdan bir senelik ev ihtiyâcı için ayrılmış olanların da verilmez. Ya’nî bütün bunlar ve ödenecek borçlar, nisâb hesabına katılmaz. Bütün bu eşyayı ve yiyecek, içecek ve giyecek ve barınacak ev gibi lüzumlu nafakayı satın almak için sakladığı altın, gümüş ve kâğıd paranın hepsi nisâb hesâbına katılır. Ya’nî zekâtları verilir.

Hülâsa: Ticâret eşyası bulunmıyanlar, kâğıd paralarının zekâtını altın olarak vermelidir. Verilecek kâğıd parayı altına çevirmek, altın bulmak her zemân kolaydır. Zîrâ, altının lira olması şart değildir. Dartarak, bilezik, yüzük veyâ herhangi bir sekldeki altın verilebilir. Bunlar da, her yerde, kuyumcularda bulunur. Bulunduğu yerde hiç altın bulunmıyan bir zengin, ticâret eşyası da yoksa, altın bulunan bir şehrdeki bir müslimânı vekîl edip, buna kâğıd para gönderir. Bu vekîl de, kâğıd paraları altına çevirip, fakire altın verir. Doğrudan doğruya, fakîri de vekîl edebilir. Fakîr, zenginden veyâ vekilinden uzak yerde ise ve fakirin bulunduğu yerde altın yoksa, fakîrin ta’yîn edeceği vekiline de altın teslim olunabilir. Hattâ zengin, zekâtı olan altını, fakirin emri ile, fakîrin alacaklısına teslim ederek, fakiri borcdan kurtarabilir. Burada, alacaklı zekâtı almakda, fakirin vekili olmakdadır. Fekat, fakîrin rızâsı, ya’nî önceden vekîl etmesi şartdır.

Zekât, kâğıd para olarak verilemez demek, zekâtı kâğıd para olarak vermemelidir demek değildir. Kâğıd para, şerî’ate uygun verilmelidir demekdir.

4 – Yağmur suyu veyâ nehr, dere suyu ile sulanan bütün topraklardan ve vakf toprakdan çıkan şeyler. Bunların zekâtına (Uşr) denir. Uşr vermek, Kur’ân-ı kerîmde, En’âm sûresinin yüzkırkbirinci âyetinde emr edilmiş, onda birinin verilmesi de hadîs-i şerifde bildirilmişdir. Uşr, mahsûlün onda biridir. Kul borcu olan, borcunu düşmez. Uşrunu tam verir.

Uşr vermek de farzdır. Toprakdan alınan mahsûlün zekâtına (Uşr) denir. Borcu olanın da uşr vermesi lâzımdır.

İmâm-ı a’zam buyuruyor ki: (Her sebze ve meyve, az olsun, çok olsun, mahsûl toprakdan alındığı zemân, onda birini, veyâ kıymeti kadar altın veyâ gümüşü, müslimân fakîrlere vermek farzdır). Hayvan gücü ile veyâ dolap, motör ile sulanan yerdeki mahsûl elde edilince, yirmide biri verilir. İster onda bir, ister yirmide bir olsun, hayvan, tohum, âlet, gübre, ilâç ve işçi masraflarını düşmeden evvel, vermek lâzımdır. Bir sâ’dan (3500 gramdan) az mahsûlün uşru verilmez. Toprağın sâhibi çocuk, deli, köle olsa da, uşru verilir. Ne kadar olursa olsun, ev bahçesindeki meyve ve sebzeler için ve odun ve ot ve saman için uşr verilmez. Balın [fennî te’sîsât ve masraflar yapılsa dahî], pamuğun, çayın, tütünün, dağdaki ağaç meyvelerinin [meselâ zeytinlerin, üzümlerin] onda biri, uşr verilir. Zift, petrol ve tuz için uşr yokdur. Uşru verilmiyen mahsûlü yimek haramdır. Yidikden sonra da, vermek lâzımdır.

(İbni Âbidîn) buyuruyor ki: (Meyvenin ve ekinin uşru, İmâm-ı A’zama ve İmâm-ı Züfere göre, bitki üzerinde meydâna geldikleri ve çürümekden emin oldukları zemân farz olur. Toplanacak hâle gelmese de, fâidelenecek, yinecek hâle gelince uşrunu vermek farz olur. İmâm-ı Ebû Yûsufe göre olgunlaşınca, toplamadan önce farz olur. İmâm-ı Muhammede göre ise, hasâddan sonra, ya’nî hepsini toplayınca farz olur. Hasâddan önce, yerinden koparıp yimesi veyâ başkasına yidirmesi câizdir. Fekat, İmâm-ı A’zama göre bunun uşrunu da sonra verir. İki imâma göre, bunun uşrunu vermesi lâzım olmaz. Fekat, mahsûlün beş vesk (1250 litre) olması için, bu da hesaba katılır. Olgunlaşdıkdan sonra koparmış ise, İmâm-ı Muhammede göre, yine uşrunu vermek lâzım olmaz. Hepsini topladıkdan sonra telef olanın ve çalınanın uşrunu vermek lâzım olmaz). Fakîr olanlar, uşrlarını iki imâma göre hesâb edip verir. Zenginler, İmâm-ı A’zama göre vermelidir.

(İmâd-ül-islâm) kitabı, ikiyüzyirmibeşinci sahîfede diyor ki, (Çift sürmekle hâsıl olsun, bağdan hâsıl olsun, mahsûlün onda birini fakîr müslimâna vermeden önce yimek haramdır. Eğer ölçü ile çıkarıp, ölçü ile yidikden sonra, yidiğinin de uşrunu hesâb edip verirse, önce yimiş olduğu halâl olur.

On kile buğday alan, bir kilesini müslimân fakire vermezse, yalnız o bir kilesi değil, on kilenin hepsi haram olur. Sâhibinin rızâsı yok iken, onun yerini ekip mahsûl alan kimseye, elde etdiği mahsûlden yalnız masrafı, sermâyesi kadarı halâl olup, fazlası harâm olur. Fazlasını fakirlere sadaka vermesi lâzımdır).

İmâm-ı Ebû Yûsuf ile İmâm-ı Muhammede göre uşr vermek için, toprakdan çıkan mahsûlün, bir sene dayanıklı olması ve mikdârının beş veskden çok olması lâzımdır. Ya’nî iki imâm, uşr için binikiyüzelli litre nisâb olduğunu bildirmekdedir. Fekat fetvâ İmâm-ı A’zâm’ın ictihadına göre verilmişdir.

Zekât Kimlere Verilir ?

Zekât, yalnız aşağıda yazılı, yedi sınıfda bulunan müslimânlara verilir. Sekizinci sınıf, (Müellefet-ül-kulûb) idi. Ya’nî, azılı kâfirlerin şerlerini def için bunlara zekât verilirdi. Ebû Bekr “radıyallahü anh” zemânında buna lüzum kalmadı.

1 – (Fakîr): Nafakasından fazla, fekat nisâb mikdârından az malı olana fakir denir. Ma’âşı kaç lira olursa olsun, evini idarede güçlük çeken her fakir me’mûr, îmânı var ise, zekât alabilir ve kurban kesmesi, fıtra vermesi lâzım olmaz.

2 – (Miskîn): Bir günlük nafakasından fazla birşeyi olmıyan müslimâna miskîn denir. Din adamı olarak tanıtılan Hamîdullah (İslama giriş) kitabında, miskîn, gayr-i müslim vatandaş demekdir diyor. Bu fikri yanlışdır. Dinde reform yapmakdır. Müslimân olmıyana zekât vermek câiz değildir.

3 – (Âmil): Sâime hayvanların ve toprak mahsûllerinin zekâtlarını toplayan (Saî) ile, şehr dışında durup rastladığı tüccardan ticâret malı zekâtını toplıyan (Âşir), zengin dahî olsalar, işleri karşılığı zekât verilir. (Mevkufât) kitabında buyuruyor ki: (Yılın yarıdan fazlasında parasız çayırda otlıyan hayvanlar, üretmek için, [sütü için] olursa, bunlara (Sâime) hayvan denir.

4 – (Mükâteb): Ya’nî efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince, âzâd olacak köle.

5 – (Münkatı’): Cihâd ve hac yolunda olup, muhtâç kalanlar. (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, din bilgilerini öğrenmekde ve öğretmekde olanlar da, zengin olsalar bile, çalışıp kazanmağa vakitleri olmadığı için zekât alabilirler. İbni Âbidîn bunu açıklarken buyuruyor ki, (Câmi-ul-fetâvâ)da bildirilen hadîs-i şerîfde, (İlm öğrenmekde olanın kırk yıllık nafakası olsa da, buna zekât vermek câizdir) buyuruldu.

6 – (Medyûn): Borcu olan ve ödeyemeyen müslimânlar.

7 – (İbnüs-sebîl): Kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı varsa da, alamayıp muhtâç kalan.

Kimlere Zekât Verilmez?

Anaya, babaya ve dedelerin, ninelerin hiçbirine ve kendi çocuklarına ve torunlara zekât verilmez. Bunlara, sadaka-i fıtr, adak ve keffâret gibi vâcib olan sadakalar da verilmez. Fakir iseler, nâfile sadaka verilebilir. Zevceye de zekât verilmez. İmâm-ı A’zam buyurdu ki, kadın da, fakîr olan zevcine zekât veremez. İmâmeyn ise, fakîr zevcine zekât verir dediler. Fakîr olan gelinine, dâmâdına, kayın vâlideye, kayınpedere ve üvey çocuğuna zekât verilir. Zimmîye sadaka ve hediyye verilir.

Zekât verilebileceğini soruşdurup anlıyarak, zekâtını verdikden sonra, bunun zengin veyâ zimmî olan kâfir veyâ ana, baba, evlâd veyâ kendi zevcesi olduğu anlaşılsa, zararı olmaz. Ya’nî kabûl olur. (Nehr-üI-Fâik)da diyor ki, (Zekât verilecek olan kimse, fakîrler arasında bulunuyor ve onlar gibi ise yâhud fakîr olduğunu söyleyip, zekât istemiş ise, bu kimsenin zekât almağa hakkı olup olmadığını araşdırmağa lüzum yokdur. Buna zekât verince, soruşdurarak, araşdırarak vermiş sayılır).

Fıtra Nedir ?

İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisâbı kadar malı, parası bulunan her hür müslimânın, Ramezân bayramının birinci günü sabâhı, tan yeri aydınlanırken, (Fıtra) vermesi vâcib olur. Dahâ evvel ve dahâ sonra vâcib olmaz.

Fıtra ve kurban nisâbı hesâbına katılacak malın ticâret için olması şart olmadığı gibi, elinde bir yıl kalmış olması da lâzım değildir. Bayramın birinci günü sabâh nemâzı girdiği ânda, nisâb mikdârı kadar mala mâlik olmak şartdır. O ândan sonra nisâba kavuşanın, dünyâya veyâ imâna gelenin fıtra vermesi vâcib olmaz.

Misâfir olanın da fıtra vermesi lâzımdır. Ramezân-ı şerîfde veyâ Ramezândan önce ve bayramdan sonra vermesi de câizdir.

Bir kişinin fıtrası, bir fakîre veyâ birkaç fakîre verilebildiği gibi, bir fakîre birkaç kimsenin fıtrası da verilebilir. Küçük çocuğun ve delinin malları varsa, bunların fıtraları da, mallarından verilir. Velîleri vermezse, çocuk büyüdükde, deli iyi oldukda, eski fıtralarını da kendileri verir. Baliğ olmıyan çocukların malı yoksa, bunların fıtrasını babaları, kendi fıtrası ile birlikde verir. Ya’nî kendi zengin ise verir. Zevcesi için ve büyük çocukları için vermez. Fekat verirse sevâb olur.

Nisâba mâlik oldukdan sonra, ya’nî fıtra ve kurban vâcib oldukdan sonra ve hac farz oldukdan sonra mal elinden çıkarsa, afv olmazlar. Hâlbuki, zekât ve uşr, malın elden çıkması ile afv olur. Fekat, elden çıkarılması ile bunlar da afv olmaz.

Fıtra ve kurban nisâbına mâlik olana zengin denir. Bunun fıtra vermesi vâcib olur.

2- Fıtra Hangi Mallardan Verilir ?

a-) Fıtra olarak, yarım sâ’ buğday veyâ buğday unu verilir.

b-) Yâhud bir sâ’ arpa veyâ hurma veyâ kuru üzüm verilir.

Hanefî mezhebinde, buğday, arpa ve un bol olduğu zemânlarda bunların kıymetini altın veyâ gümüş olarak vermek dahâ iyidir. Kıtlık zemânında bunların kendilerini vermek dahâ sevâbdır. Yarım sâ’ ölçek yerine, Binyediyüzelli [1750] gram buğday vermek, ihtiyâtlı olur. Ya’nî biraz fazla verilmiş olur. Buğday, un vermek de güç olursa, bunların kıymeti kadar, ekmek veyâ mısır verilebilir. Ekmek ve mısır verirken, ağırlığa değil, parasına, kıymetine bakılır.

Zekât ve Fıtra Vermiyenlerin Cezâsı Nedir ?

(Riyâd-un-nâsıhîn) kitabının sahibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki; Emîrülmü’minîn Ali “kerremallahü vecheh” buyuruyor: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, vedâ’ haccında buyurdu ki, (Malınızın zekâtını veriniz! Biliniz ki, zekâtını vermiyenlerin, nemâzı, orucu, haccı ve cihâdı ve îmânı yokdur). Ya’nî, zekât vermeyi vazife bilmez, farz olduğuna inanmaz, vermediği için üzülmez, günâha girdiğini bilmezse, kâfir olur. Senelerle zekât vermiyenlerin zekât borçları birikerek, bütün malını kaplar. Malı kendinin sanıp, müslimânların o malda hakkı olduğunu, hâtırına bile getirmez. Kalbi hiç sızlamaz. Bu mala sımsıkı sarılmışdır. Böyle kimseler, müslimân olarak tanınır. Fekat bunlardan, îmânını kurtaran pek nâdir olur. Zekât vermek, Kur’ân-ı kerimin otuziki yerinde, nemâzla birlikde emr edilmekdedir. Tevbe sûresi, otuzdördüncü âyet-i kerîmesi, böyle kimseler için olup, meâl-i şerifi, (Malı, parayı birikdirip zekâtını, müslimân fakîrlerine vermeyenlere çok acı azâbı müjdele!)dir. Bu azâbı, bundan sonraki âyet-i kerîme bildirmekde olup, meâl-i şerifinde: (Zekâtı verilmiyen mallar, paralar, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sâhiblerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi basdırılacakdır) buyurulmuşdur.

Ey mağrûr zengin! Dünyânın çabuk geçip, gidici malı, parası, seni aldatmasın! Bunlar, senden önce, başkalarının idi. Senden sonra da, başkasının olacak. Cehennemin şiddetli azâbını düşün! Zekâtını ayırıp vermediğin o mal, uşrunu vermediğin o buğday, hakîkatde zehrdir. Malın hakîkî sahibi, Allahü teâlâdır. Zenginler, Onun vekilleri, me’mûrları, fakîrler de, ailesi, akrabâsı demekdir. Vekillerin, Allahü teâlânın borcunu fakîrlere vermesi lâzımdır. Zerre kadar iyilik eden iyiliğini bulacakdır. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, iyilik edenlere, karşılığını elbette verecekdir) buyuruldu. Haşr sûresi, dokuzuncu âyet-i kerîmede, (Zekâtını veren, elbette kurtulacakdır) müjdelendi. İmrân sûresinde, yüzsekseninci âyet-i kerîmede meâlen, (Allahü teâlânın ihsân etdiği malın zekâtını vermeyenler, iyi etdiklerini, zengin kalacaklarını sanıyor. Hâlbuki, kendilerine kötülük yapmış oluyorlar. O malları, Cehennemde azâb âleti olacak, yılan şeklinde boyunlarına sarılıp, başdan ayağa kadar onları sokacakdır) buyurulmuşdur. (Elbasît) ve (Vasît) tefsîrlerinde böyle yazılıdır.

Kıyâmete ve Cehennem azâbına inanan zenginlerin, mallarının zekâtını, tarla mahsûllerinin, meyvelerin uşrunu vererek, bu azâblardan kurtulmaları lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Zekât vererek, malınızı zarardan koruyunuz!) buyuruyor.