ZİYARET - kainatingunesi.com

ZİYARET

Mısır evliyâsından Ali Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) dost ve akrabâ ziyâretine çok dikkat ederdi ve; “Allah için kardeşini ziyâret etmeye gidecek bir kimsenin yürümeye gücü varken, binecek bir vasıta bulmak için ziyâreti geciktirmesi doğru değildir.” buyururdu.

Ziyâret eden, ziyâret ettiği kimsede gördüğü ayıp ve kusurları kim­seye söylemeyip, onda gördüklerini saklayabilecekse, ziyârete gitmesi edebdendir. Eğer gördükleri ayıp ve kusurları muhâfaza edemeyip baş­kalarına söyleyecekse, ziyâreti terketmesi daha iyidir.

Ziyâretçinin, ziyâret ettiği kimseyi ziyâreti, Allahü teâlâ ile meşgûli­yetine mâni olacaksa, gitmemesi, Allahü teâlâya karşı olan edebdendir.

Irak evliyâsından Ali bin Heytî hazretleri, Abdülkâdir-i Geylânî (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretlerine çok hürmet ve saygı gösterirdi. Abdül- kâdir-i Geylânî hazretlerini ziyârete gitmeden önce gusl abdesti alır, talebelerine de aldırır ve derdi ki: “Kalblerinizi temizleyiniz, zikirleri­nizi, kötü şeylerden koruyunuz. Çünkü sultânın huzûruna gidiyoruz.” Oraya varınca elbisesine çeki düzen verip, kapıda beklerdi. İçeriden Abdülkâdi- r-i Geylânî hazretleri;

“Ey kardeşim, buyurunuz!” deyince, huzûruna varır, yanında titreye­rek otururdu. Titrediğini görünce;

“Niçin titriyorsun. Sen Irak’ın emniyet âmiri ve âsâyiş memurusun!” buyururdu. O da;

“Ey efendim! Siz sultansınız. Beni korkunuzdan râhata erdirir misi­niz? Eğer korkunuzdan bana güven verirseniz ancak emîn olurum.” der, Abdülkâdir-i Geylânî de; “Ey kardeşim, sana korku yok!” buyururdu.

Nakşibendî büyüklerinden Alvarlı Muhammed Lütfi (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamanında Mübârek Ramazan Bayramı, Erzurum mes’ûd ve bahtiyar günlerinden birini yaşamaktadır. Herkes birbirinin bayramını tebrik etmekte, hastalar ziyâret edilmekte, çocuklar sevindirilmektedir. Efe hazretlerinin dergâhının önü de sanki ana baba günü. Elini öpüp, hayır duâsını almak isteyenler yarış hâlindeler. Bu sırada Efe hazretleri­nin, bayramını tebrik edenlere karşı söylediği sözler yıllar yılı herkesin dilinde tatlı bir nağme gibi söylene geldi.

 

Mevlâ bizi affede

Bayram o bayram olur

Cürm ü hatâlar gide

Gör ne güzel ıyd olur.

 

Tâbiînin meşhurlarından olan Amr bin Meymûn Evdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Mescidler, Allahü teâlânın evidir. Ziyâret edi­lenin, ziyâret edene ikrâmda bulunması şânındandır.”

Halep bölgesinde yetişen velîlerden Şeyh Ebû Bekr bin Ebû Vefâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında Halep âlimlerinden Şeyh Ömer Faradî, talebeleri ile mantık ilmini anlatan Şerhüşşemsiye isimli kitabı okutuyordu. Mevzû karışık hükümler olup, mantık ilminin en zor konula­rından idi. Şeyh Ömer bir yere gelince durakladı, uzun müddet düşündü. Sonra talebelerine; “Birlikte Şeyh Ebû Bekr’in ziyâretine gidelim de gön­lümüz, zihnimiz açılsın.” dedi. Talebeleri ile berâber Şeyh Ebû Bekr’in huzûruna gitti. Şeyh Ömer daha bir şey sormadan Şeyh Ebû Bekr bir şeyler anlatmaya başladı. Şeyh Ömer başı önünde anlatılanları dinledi. Şeyh Ebû Bekr’in konuşması bitince, Şeyh Ömer talebeleri ile berâber medreseye döndü. Talebelerine; “Şeyhin anlattıklarını anladınız mı?” diye sordu. Talebeler anlamadık deyince; “Şeyh Ebû Bekr bana takıldı­ğımız dersi anlattı. Karışık kâidelerin şekillerini açıkladı.” dedikten sonra onun anlattıklarını talebelerine îzâh etti.

En büyük velîlerden İmâm-ı Ebû Yûsuf (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine Hârûn Reşîd bir gün “Sen beni ziyârette ihmal ediyorsun. Yâni seyrek geliyorsun. Halbuki benim seni çok sevdiğimi, aradığımı, sohbetine doymadığımı bilirsin.” dedi. Ebû Yûsuf hazretleri; “Ey Halîfe-i müslimîn! Arasıra ziyârete gelirsem, daha iyi olur. Ama sık sık gelirsem kıymeti olmaz.” buyurdu. Halîfe bu sözü beğenip ikrâm ve ihsânlarda bu- lundu.

Endülüste’te ve Mısır’da yetişmiş olan büyük velîlerden Mâlikî mez­hebi fıkıh âlimi Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri her hâliyle İslâmiyetin bildirdiği güzel ahlâk ile hareket eder, yanına ziyâ­rete her gelen kimse, kendisinden memnun ayrılırdı. Talebelerine; “Ziyâ­retimize bir kavmin büyüğü gelirse, bizi haberdar ediniz! Onlarla alâka­dâr olalım.” derdi. Böyle kimseler, gelip ziyâret ettikten sonra ayrılırlar­ken, dışarıya kadar çıkarak onları uğurlar; “Onlar, uzaklardan bizi ziyâ­rete geliyorlar. Biz ise onları ziyâret edemiyoruz. Hiç olmazsa bu şekilde yapalım.” buyururdu. Kendisine gelenler yanından ayrıldıkları zaman, onlara duâ eder. Müslümanın, müslüman kardeşinin gıyâbında, arkasın­dan yaptığı duânın kabûl olacağını bildirirdi.

Musul âlimlerinden ve Evliyânın büyüklerinden Feth-i Mûsulî (rah- metullahi teâlâ aleyh) hakkında Ebû Abdullah bin Cellâ anlatır: “Sırrî-yi Sekatî’nin evindeydim. Gece yarısından sonra giyinip, ridâsını (cübbe- sini) üzerine aldıktan sonra dışarı çıktı. “Nereye gidiyorsun?” de­yince; “Feth-i Mûsulî’yi ziyârete.” dedi. Evden dışarı çıkar çıkmaz zaptiye çavu- şu kendisini yakalayıp hapse attı. Gündüz, gece yakalanan bütün tutukluların kırbaçlanması emredildi. Sırrî-yi Sekatî’yi kırbaçlamak için elini kaldıran celladın eli havada kaldı. “Niçin vurmuyorsun?” diye sor­dukla- rında; “Bir şahıs karşımda durup: Sakın vurma! diyor. Bu yüzden elime hâkim değilim.” dedi. Baktıkları zaman bu şahsın Feth-i Mûsulî ol­duğunu gördüler. Sırrî-yi Sekatî’yi onun yanına götürüp salıverdiler.”

Hirat’ta yetişen âlim ve büyük velîlerden Molla Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini çok sevenlerden biri anlattı: “Mevlânâ Abdurrah- mân (Molla Câmî) ile hacca berâber gitmiştik. Bağdât’a geldi­ğimizde hastalandım. Her geçen gün hastalığımın arttığını hissediyor, öleceğimi sanıyordum. Mevlânâ hazretleri de ziyâretime hiç gelmemişti. Bunun için de ayrıca üzülüyordum. Aradan günler geçtiği hâlde, yataktan kalkamı- yordum. Birgün arkadaşımızın biri koşarak yanıma gelip; “Mevlânâ Câmî seni ziyâret için geliyor.” diyerek müjdeledi. Bu sevinçli haber, bende ya- tağımdan doğrulacak kadar bir kuvvet meydana getirdi. Yatağın içine o- turup beklemeğe başladım. Derken odama girdi. Onun girmesiyle, loş odam birden aydınlanıverdi. Yatağımın kenarına oturdu. Hâlimi, hatırımı sordu. Buna cevap olarak; “Âşıkların ümid içinde yüz yıl bile bekliyece- ğini.” bir şiirle anlattım. Başını önüne eğip, gözlerini yumdu ve bir müd- det murâkabeye vardı. O ânda benden bir ter boşanmaya başladı. Başı- nı kaldırıp bana; “Terlemeğe başladınız, yatağa giriniz. İnşâallah tez za- manda iyi olacaksınız.” buyurdu. Odamdan ayrılıp gittik­ten sonra, yatağa girdim. Yatakta beni şiddetli bir ter bastı. Terimi kuru­lamak için doğrul- duğumda, hiçbir şeyimin kalmadığını gördüm. Mevlânâ Câmî hazretleri- nin teveccühleri bereketi ile hastalıktan kurtuldum.”

Erbilli Muhammed Es’ad Efendinin talebesi Ramazanoğlu Mahmûd Sâmi (rahmetullahi teâlâ aleyh) Kur’ân ehline ve âlim kimselere karşı ayrı bir iltifât gösterir, meclislerinde onlara hemen yanıbaşında yer ve­rirdi. Bayramlarda onların gelmesini beklemeden, ziyâretlerine giderdi. Nitekim Ahıskalı Ali Haydar Efendi bir sohbeti sırasında Mahmûd Sâmi Efendi için; “Bu zâtın bizi sekizinci ziyâretidir. Biz henüz bir defâ bile gi­demedik. İşte Allah için ziyâret budur.” demişti.

Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on dör­düncüsü olan Seyyid Emîr külâl (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak nakledilir ki, bir defâsında Mekke-i mükerremeden ve Me­dî- ne-i münevvereden tasavvuf ehli olan kimseler, bir cemâat hâlinde Bu- hârâ’ya geldiler. Buhârâ’da Sûhârî köyüne gitmek istediklerini söyle­ye- rek, bu köyü sordular. Bunun üzerine kendilerine; “Siz nereden geli­yorsunuz ve bu köyü niçin soruyorsunuz?” dediler. Onlar da Mekke ve Medîne’den geldiklerini, Sûhârî köyünü sormalarından maksadlarının, o- rada ikâmet etmekte olan Emîr Külâl hazretlerini ziyâret etmek ve onunla görüşmek olduğunu söylediler. Buhârâ’da görüştükleri kimseler onlara; “Mâlesef, Emîr Külâl hazretleri vefât etti.” dediler. Bu maksadla Sûhârî köyüne gittiler. Emîr Külâl hazretlerinin oğulları, onlarla görşüp sohbet ettiler. Onlara; “Babamız Mekke ve Medîne’ye hiç gitmemişti. Siz onu nereden tanıyorsunuz?” dediler. Gelenler; “Biz de buralara hiç gel­medik. Fakat biz Emîr Külâl hazretlerini Kâbe’de gördük. İki-üç seneden beri hac mevsiminde bizimle berâber Kâbe’yi tavaf ederdi. Mekke ve Medîne’de pekçok kimse ona bîat edip talebe olmuştu. Fakat bu sene Kâbe’ye gelmedi. Merak edip, ona olan muhabbetimiz ve hasretimiz se­bebiyle görmeye gelmiştik, fakat nasîb olmadı.” dediler. Böylece, Emîr Külâl hazretlerinin, kerâmetle, her sene hac mevsiminde, bulunduğu beldenin halkı farkına varmadan Kâbe’ye gittiği anlaşıldı. Gelen ziyâret­çiler, daha sonra Emîr Külâl hazretlerinin kabrini ziyaret edip, duâ ettiler. Sonra da oğullarından müsâade alarak Sûhârî köyünden ayrıldılar.

Büyük ve meşhûr velîlerden Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkında Ebü’l-Abbâs bin Mesrûk hazretleri şöyle anla­tır: “Sırrî-yi Sekatî’yi hastalığında ziyârete gittik. Yanında uzun süre otur­duk. Halbuki karnında bir sancı vardı. Sonra Sırrî-yi Sekatî’ye yanından ayrılırken, “Bize duâ edin” dedik. Ellerini kaldırdı ve şöyle duâ etti: “Yâ Rabbî! Bunlara hasta ziyâretinin nasıl olacağını öğret!”

Büyük velîlerden Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: “Bir din kardeşin seni ziyârete geldiği zaman ona; “Yemek yer misin? Karnın aç mı? Bir şeyler getireyim mi?” diye sorulmaz. Hemen bir şeyler hazırlanıp getirilir yemezse kaldırılır.”

Meşhûr velîlerden Şeyh Hasan (rahmetullahi teâlâ aleyh) enbiyâ ve evliyâ kabirlerini çok ziyâret ederdi. Bu sebeple evliyâ türbelerinin çok bulunduğu bir yer olan Bağdat’a iki defâ gitti. Bir defâsında şöyle demiş­tir: “Allahü teâlâ Cennet’te bâzı kullarına lutfedip; “Ey kullarım! Siz dün­yâda iken enbiyâ kabirlerini ve evliyâyı ziyâret etmekten hoşlanırdınız. Şimdi size izin veriyorum Cennet’teki enbiyâ ve evliyâ makamlarını dola­şın.” buyurur. Ümîd ediyoruz ki, dünyâda ziyâret ettiğimiz gibi âhirette de onları ziyâret ederiz inşâallahü teâlâ.” buyurdu.