MÜSLİMÂNLIĞI SEÇENLER Dr. BENOİST [ALİ SELMÂN] (Fransız) - kainatingunesi.com

 

MÜSLİMÂNLIĞI SEÇENLER

Dr. BENOİST [ALİ SELMÂN] (Fransız)

Ben bir doktorum ve koyu katolik bir âileye mensûbum. Fakat doktorluğu meslek olarak seçmem ve pozitif, tecribî, tabî’î ilimlerle meşgûl olmam, bende hıristiyanlığa karşı büyük bir nefret uyandırmıştı. Din husûsunda âile fertlerim ile aynı fikirde değildim. Evet, büyük bir Hâlık [yaratıcı] vardı ve ben de Ona, yâni Allahü teâlâya inanıyordum. Fakat hıristiyanlığın, bilhâssa katoliklerin bu büyük yaratıcı etrâfında meydana getirdikleri türlü türlü garîb ilahlar, oğullar, Ruh-ul-kudsler, Îsâ aleyhisselâmın Allahın oğlu olduğunu isbât için akıl almaz uydurmalar ve daha bir takım hurâfeler, âyinler, türlü türlü merâsimler, beni Allahü teâlâya yaklaştırmıyor, aksine Ondan uzaklaştırıyordu.

Ben, bir tek Allahın varlığına inandığımdan, hiç bir zaman teslîsi (üç tanrıyı) kabûl etmedim ve Îsâ aleyhisselâmı hiç bir zaman Allahın oğlu olarak tanımadım. Demek oluyor ki, ben daha islâmiyeti tanımadan evvel, Kelime-i şehâdetin yarısı olan (Lâ ilahe illallah) kısmını çoktan kabûl etmiştim. İslâm dîni ile meşgûl olmaya başladığım ve Kur’an-ı kerimde rastgeldiğim meâl-i şerifi, (Söyle ki, Allahü teâlâ birdir, doğmamıştır ve doğurmaz ve Ona benzer hiç bir varlık yoktur) olan İhlâs sûresini okuduğum zaman, (Aman Allahım, işte ben tam buna inanıyorum) dedim ve içimde büyük bir ferahlık duydum. İslâmiyeti daha derinden tedkîk etmenin çok lüzûmlu olduğunu gördüm. İslâmiyeti inceledikce, bu dînin benim düşüncelerime tamamen uygun olduğunu hayret ile görüyordum. İslâmiyet, din adamlarını, hattâ Peygamberleri bizim gibi insanlar olarak kabûl ediyor, onlara ilahlık vasfı vermiyordu. Hele, bir papazın günahları affedebileceğini, aslâ kabûl etmiyordu. İslâm dîninde, hiç bir hurâfe, akla uymıyan bir hükm, anlaşılmıyan bir bahs yoktu. İslâm dîni, tâm benim istediğim gibi, mantıkî bir dindi. Katolikler gibi insanların günahkâr olarak dünyaya geldiklerini kabûl etmiyordu. İnsanlara ruh ve beden temizliği emrediyordu. Tıbbın esas kâidesi olan temizlik, islâm dîninde, Allahü teâlânın bir emriydi. İbâdete temiz olarak gelmeyi emrediyordu ki, başka hiç bir dinde buna rastlamamıştım.

Hıristiyanlıkta, hıristiyan dînine girerken ve âyinlerde Îsâ aleyhisselâm ile, hâşâ tanrı ile birleşebilmek için papazın Îsânın eti diye verdiği ekmeği yimek ve kanı diye verdiği şarapı içmek gibi âyinlerin, puta tapan en ibtidâî kavmlerin bir âdeti olduğunu görüyor ve bunlardan nefret ediyordum. Benim pozitif ilimlerle inkişâf eden aklım, böyle çocukça ve hakîkî bir dîne yakışmıyan saçma merâsimleri, şiddet ile red ediyordu. Diğer taraftan, islâmiyette bunların hiç biri yoktu. İslâmiyette yalnız hakîkat, sevgi ve temizlik vardı.

Artık kararımı vermiştim. Müslüman dostlarıma gittim ve müslüman olmak için ne yapmak lâzım geldiğini sordum. Bana (Kelime-i şehâdet) söylemesini ve mânasını öğrettiler. Ben yukarda da söylediğim gibi, bunun yarısını, yâni (Bir tek Allah vardır) kısmını müslüman olmadan evvel kabûl etmiştim. Geri kalan (Muhammed aleyhisselâm Onun resûlüdür) kısmını da kabûl etmek hiç güç olmadı. Artık İslâm dîni hakkında neşrolunmuş ciddî eserleri incelemeye başladım. Bunların arasında Melek Bennâbînin çok güzel bir eseri olan (Le Phéne Coranique)i okuduğum zaman, Kur’an-ı kerimin ne muazzam bir eser olduğunu hayret ve takdîr ile gördüm. Bundan ondört asır önce indirilmiş bu Allah kitabında yazılı olanlar, bugünki ilmî ve fennî araştırmaların netîcelerine tamamiyle uymaktadır. Hem ilim ve fen ve hem de ictimâ’î faaliyetler bakımından, Kur’an-ı kerim, yalnız bugünün değil, aynı zamanda yarının da kitabıdır.

1953 senesi 20 Şubat günü Paris câmiine giderek orada müftî efendinin ve şâhitlerin huzurunda İslâm dînini resmen kabûl ettim ve Ali Selmân ismini aldım.

Bu yeni dînimi, çok seviyorum. Çok bahtiyârım ve sık sık kelime-i şehâdet getirerek ve mânasını düşünerek, islâm dînine olan îmanımın kuvvetini açıklıyorum.