ANA-BABAYA İTÂ'AT FASLI - kainatingunesi.com

ANA-BABAYA İTÂ’AT FASLI

147 – Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Bir kimse, ana-babasına karşı gelirse, onun dilini kes ve herhangi bir azasiyle ana-babasını gücendirirse, o azasını kes!) Ana-babasını râzı eden kimse için, Cennette iki kapı açılır. Ana-babası râzı olmıyan kimse için de Cehennemde iki kapı açılır. Bir kimsenin ana-babası zâlim dahî olsalar, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak câiz değildir.

Hak teâlâ buyurdu ki: (Yâ Mûsâ! Günahlar içinde bir günah vardır ki benim indimde çok ağır ve büyüktür. O da, ana-baba evladını çağırdığı zaman, emrine muvâfakat etmemesidir.) Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terk edip, derhal ana-babanın emrine koşacaksın! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın duâsını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve bed-duâ etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazablarını teskin eyle! Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Zîrâ senin saadetin ve felaketin, onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyâr ise, onlara yardım et! Saadetini onlardan alacağın hayr duâda bil! Eğer onları incitip, bed-duâlarını alırsan, dünya ve âhıretin harap olur. Atılan ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayatta iken, kıymetini bil!

Allahü teâlânın rızası, dînine bağlı olan ana-babanın rızasında, Allahü teâlânın gazabı, dînine bağlı olan ana-babanın gazabındadır. Habîb-i kibriyâ bir hadis-i şeriflerinde buyurdu ki: (Cennet ana-babanın ayağı altındadır.) Yâni, sana dînini, îmanını öğreten ananın-babanın rızasındadır. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma dedi ki: (Yâ Mûsâ! Ana-babasını râzı eden, beni râzı etmiş olur. Ana-babasını râzı edip bana âsi olan kimseyi dahî iyilerden sayarım. Ana-babasına âsi olan, bana mutî’ olsa bile, onu fenalar tarafına ilhâk ederim.)

Îmanı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan anasının, babasının islâmiyete uygun olan emirlerine âsî olanlardır.

148 – Peygamberimiz buyurdu ki: (Ana-babaya iyilik etmek, nâfile namaz, oruç ve hac [ve ömreye gitmek] fazîletlerinden daha fazîletlidir. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara âsî olanların ömrleri bereketsiz ve kısa olur. Anasına-babasına âsî olan mel’ûndur.)

Hasen-i Basrî Kâbeyi ziyâret ve tavâf ederken bir zat gördü ki, arkasında bir zenbil ile tavâf eder. O zata dönüp dedi ki: Arkadaş, arkandaki yükü koyup öylece tavâf etsen daha iyi olmaz mı? O zat cevaben dedi ki, bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şâmdan yedi kere buraya getirip tavâf eyledim. Çünkü, bana dînimi, îmanımı bu öğretti. Beni islâm ahlâkı ile yetiştirdi, dedi. Hasen-i Basrî hazretleri ona dedi ki, kıyâmet gününe kadar böylece arkanda getirip tavâf eylesen, bir kere kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet havaya gider ve yine bir defa gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukâbil olur.

149 – Peygamberimize bir kişi geldi ve dedi ki, yâ Resûlallah ! Benim anam-babam ölmüştür. Onlar için ne yapmam lâzımdır? Peygamberimiz buyurdu ki, (Onlara dâimâ duâ eyle! Onlar için Kur’an-ı kerim oku ve istigfâr et!)

Eshâb-ı kirâmdan biri dedi ki, yâ Resûlallah, bundan fazla yapılacak bir şey var mı? Buyurdular ki, (Onlar için sadaka verin ve hac eyleyin!) Biri çıkıp dedi ki, anam-babam çok şefkatsızdırlar, onlara nasıl itaat eyleyeyim? Resûlullah buyurdu ki: (Anan seni dokuz ay karnında gezdirdi. İki sene emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmetlere katlanarak seni besledi. İdâre ve maişetini te’mîn eyledi. Sana dînini, îmanını öğrettiler. Seni islâm terbiyesi ile büyüttüler. Şimdi nasıl olur da, şefkatsız olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?)

150 – Ana-baba hakkında hikâye olunur ki, Hz. Mûsâ aleyhisselâm, Tûr-i sînâda Hak teâlâ hazretleri ile mükâleme ederken, (Yâ Rabbî! Âhırette benim komşum kimdir?) diye sordu. Hak teâlâ buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Senin komşun, falan yerde, falan kasabdır!) Mûsâ aleyhisselâm kasabın yanına giderek beni misafir eder misin dedi. Yanında misafir oldu. Yemek zamanı gelince, kasab, bir parça et pişirdi. Duvardaki asılı zenbili aşağı alarak, orada bulunan ve sâdece kemiklerden ibâret bir kadına et verdi ve suyunu da verdi. Üstünü başını temizleyip, zenbile koydu. Mûsâ ‘aleyhisselâm” sordu, bu senin neyindir? Kasab, annemdir. İhtiyâr olup bu hâle girdi; işte her sabah, akşam kendisine böyle bakarım dedi. Kasab annesine yemek verirken, o zayıf ve âciz annesi, oğluna duâ ederek, yâ Rabbî! Oğlumu Cennette Mûsâ aleyhisselâma komşu eyle dediğini Mûsâ aleyhisselâm dahî işitmiş. Bunun üzerine kasaba, Mûsâ aleyhisselâm müjde ederek, seni Allahü teâlâ affederek, Mûsâ aleyhisselâma komşu etmiş, demiştir.

151 – Gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbini kırarsan, derhâl onların rızasını almaya çalış, yalvar, minnet eyle ve her ne yaparsan yap, onların gönlünü al! Ana-babanın evlat üzerinde hakları çok büyüktür. Bunu dâimâ göz önünde tutarak, ona göre hareket eyle!

Tenbîh: Anaya, babaya ve hocaya ve hükümete isyân etmek, karşı gelmek câiz değildir. İslâmiyetin yasak ettiği birşeyi emrederlerse, ısyân etmemeli, suç ve günah işlememelidir.

Şemsül-eimme-i Serâhsînin [483 de vefât etti] (Siyer-i Kebîr) şerhi tercümesi 83.  sayfasında diyor ki: Ana-babaya iyilik etmek, onları zarardan ve sıkıntıdan korumak farz-ı ayndır. Cihâda gitmek ise, farz-ı kifâye olduğundan, ana-babadan izin olmadıkca harbe gitmek helâl olmaz. Ana-baba kâfir de olsalar, onlara iyilik etmek, hizmet etmek farzdır. Ticâret, hac ve ömre için ana-babadan izinsiz sefere gitmek câizdir. İlm öğrenmek için gitmek de öyledir. Zîrâ bunlarda, harp gibi, ölüm tehlikesi olmadığından, ayrılık hüznleri, kavuşmak Ümidi ile zâil olur. Ana-babanın ve hocanın günaha sokacak olan emirlerine itaat lâzım değildir. Meselâ, hırsızlık için veya birini öldürmek için veya yol kesicilik için veya zinâ için bir kadını bir yere gönderirlerken, orada buna mani olabilecek bir adam bulunsa, fakat bu adamın mani olmasına anası-babası müsâ’ade etmese, bunları dinlemeyip mani olması lâzımdır. Zîrâ, günaha mani olmak farz-ı ayndır. Ana-babaya itaat ise, günah olmıyan emirleri için, farzdır. Ana-babanın farzı terk ettirmesi günah olduğundan bu emirleri yapılmaz. Nisâ sûresi ellidokuzuncu âyetinde meâlen, (Ey müminler! Peygamberime ve sizden olan, âmirlerinize itaat ediniz!) buyuruldu. Günah olmıyan emirlere itaat lâzımdır. Peygamberimiz bir yere ufak bir askerî birlik göndermişti. Başlarına da bir kumandan tâyîn etmişti. Âmirleri, bunlara kızıp, büyük bir ateş yaktırdı ve bu ateşe giriniz, bana itaat farzdır dedi. Askerlerin bazısı girelim, dedi. Bir kısmı da biz ateşten kurtulmak için müslüman olduk, girmeyelim, dedi ve girmediler. Peygamberimiz bunu haber alınca: (Eğer itaat edip girselerdi, Cehennemde ebedî kalırlardı) buyurdu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Üzerinize âmir tâyîn edilen müslüman, her kim olursa olsun, haram ile emretmedikçe, ona itaat ediniz! Haram olan emirlerine itaat etmeyiniz!) İtâ’at etmemek başkadır. İsyân etmek, karşı gelmek başkadır. Bu iki şeyi birbirine karıştırmamalıdır.

[Siyer-i kebîrden, buraya kadar yazılanlardan anlaşılıyor ki, ananın babanın, hocanın ve hükûmetin haram olan şeyleri emretmeleri hâlinde, bunlara isyân edilmez. Karşı gelinmez. Bu emirleri, dinde günah olmıyacak ve devletin kanûnunda suç olmıyacak şekilde yapılır. Meselâ bir adama anası evlenme derse veya falanca kızı almıyacaksın veya âileni bırakacaksın derse veya falanca âlime gidip dînini öğrenmiyeceksin derse, bu sözleri islâmiyetin Îcap ettirdiği bir sebep ile değil ise, itaat Îcap etmez. Fakat, yine sert söylemek, karşılık vermek câiz değildir.

Kâfir olan âmirlerin, din düşmanlarının islâmiyete uygun olan emirleri, islâmiyete uymak niyeti ile yapılır. İslâmiyete uymıyan emirleri karşısında müşkil vaziyete düşerse, kanûnî yollardan hakkını arar.

Ananın, babanın, hocanın, itaat lâzım olmıyan emirleri yapılmadığı zaman özr, behâne anlatmalı ve hafîf ve yumuşak söylemelidir. Yâni, emri yapmamak, isyân ve hakâret şeklinde olmayıp, kusur ve kabahat şekli verilerek fitneye sebep olmamalıdır. Mısrlı Hasen Bennâ ve bunun yetiştirmelerinden Seyyid Kutb gibi mezhepsiz, cahil din adamları, (Cihâd, zulmedenlere ve zâlimlere karşıdır) âyet-i kerimesini ileri sürerek, hükûmete isyân ettiler. Hasen 1368 [m. 1949] de, Seyyid Kutb da 1386 [m. 1966] isyânında idam edildi. Aldattıkları binlerce genç de, zındanlarda senelerce işkence çektikten sonra öldürüldüler. (İhvân-ı müslimîn), yâni müslüman kardeşler denilen bu gençler, 1982 de Sûriyedeki zâlim Es’ad hükûmetine de isyân ederek, Hama şehrinin yakılıp yıkılmasına ve on binlerce müslümanın feci şekilde öldürülmesine sebep oldular. Hâlbuki, zâlim, hattâ kâfir hükümetlere karşı isyân etmeği, fitne çıkarmağı, dînimiz yasak etmektedir. Böyle fitne çıkarmak, cihâd değil, ahmaklıktır. Büyük günahtır. Yukarıdaki âyet-i kerime, Hac sûresinde olup, Medînede yeni kurulan islâm devletinin, Mekkedeki kâfirlerle cihâd yapmasına izin vermektedir. Bu âyet-i kerime, islâm devletinin, zâlim, kâfir diktatörlerle cihâd etmesine izin vermektedir. Yâni cihâdı, devlet yapar. Devletin ordusu yapar. İnsanın öteye, beriye saldırmasına, hükûmete karşı gelmesine cihâd denmez. Eşkıyâlık denir ki, büyük günahtır. Ehl-i sünnet âlimleri, kâfir, zâlim hükûmete bile ısyân etmeyi yasak etmiştir. Mezhepsiz, câhil din adamları, Ehl-i sünnet âlimlerinin yüksekliklerini bilmedikleri için ve tefsîr, fıkh kitaplarının mânalarını anlamadıkları için, kendilerini âlim sanıyorlar. Âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden yanlış, bozuk mânalar çıkararak, islâm dînine ve müslümanlara çok zarar yapıyorlar.]

152 – Sana dînini öğreten hocana hurmet, saygı ve tâzîm eyle! Hoca hakkı ana-baba hakkından daha üstündür. Çünkü, ana-baba evladı büyütür, bakar. Kötülükten, haramlardan korur. İbâdete alıştırır. Muallim ise, evlada hem dünya ve hem de âhıret hayatını kazandırır, din ve diyânetini, Ehl-i sünnet îtikatını, farzları, haramları sana öğretir. Dînini, îmanını öğreten ana-babanın hakkı, hocanın hakkından da üstündür.

Hocanı gördüğün zaman hurmet ve saygı ile karşıla.

153 – Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (İnsânlar, kendilerine ihsân, iyilik edenleri sever. Bu sevgi, insânın yaratılışında vardır.) Yapılan ihsân, ne kadar kıymetli ve ne kadar çok olursa, sevgi de o kadar fazla olur. Bunun için, herkes anasını, babasını, hocasını, ustasını, hükümetini, vatanını, din kardeşlerini çok sever. Bir müslümanın mürşidi, yâni hocası, kendisine, din ve dünya bilgilerini, îmanını, Allahını, Peygamberini, güzel ahlâkı öğrettiği için, onu herkesten, çok sever. Bu sevgi, cibillîdir. İnsanın doğuşunda vardır. Bu sevgiden mahrum olan kimse, hakîkî insan değildir. Hayvan gibidir. Çok sevilen kimse, insânın kalbinden, hâtırından çıkmaz. Onun şekli, kalbine yerleşir. Bu hâle (Râbıta) denir. Bir insânın kalbinde, bir Mürşidin, bir Velînin râbıtası hâsıl olursa, onun kalbine, kendi mürşidlerinden gelmiş olan (Feyz)ler, bunun kalbine de akar. Feyz, kalbden kalbe gelen, insâna Allahü teâlânın râzı olduğu şeyleri yaptıran nûrdur, bir kuvvettir. Feyzler, Resûlullahın mübârek kalbinden yayılmakta, Evliyânın kalbleri vâsıtası ile, Evliyâyı çok seven kalblere gelmektedir. Şeriat ve fen bilgileri, düşünmek, hesap yapmak, akıl ile olur. Akıl dimâgda bulunur. Îman, muhabbet ve marifet ve birşeyi hâtırlamak yeri kalbdir. Feyze kavuşan bir insanın kalbi, ilimler, marifetler, kerâmetler hazînesi olur. Bu insana (Velî) ve (Mürşid) denir. Bu saadete kavuşmak için, Ehl-i sünnet îtikatında olmak ve şeriate tâbi olmak ve Mürşidi sevmek şarttır. Bedeni besliyen rızklar ve kalbi temizliyen feyzler, ezelde takdîr ve taksîm edilmiştir. Fakat, bunlara kavuşmak için, âdet-i ilâhiyyeye uymak, sebeplerini aramak, bulmak için çalışmak lâzımdır. Şartlarına uyarak çalışana, elbet verilir. Dilediğine, çalışmadan da, ihsân eder.

Tenbîh 2: Hocan öldükten sonra, onun ruhuna, Kur’an-ı kerim oku! Onun için sadaka ver, ona duâ et! Bunların sevapları onun ruhuna gider. Faydasını görür. Eshâb-ı kirâm, bütün müslümanların hocasıdır. Onların da haklarını unutma! Resûlullah efendimizin, o beyaz, nurlu yüzünü görmekle şereflenen müslümanlara Eshâb denir. Eshâb-ı kirâmın hepsi, onun mübârek kalbinden fışkıran nûrlarla tertemiz oldu. Ruhlara şifâ olan sözlerini dinleyerek, güzel ahlâkı ile ahlâklanarak, onun ilim deryasından nasip alıp, âlim olarak zâhiri ve bâtınî kemâlâta kavuştular. Dünyanın her yerinde, her zaman gelmiş ve gelecek insanların hepsinden daha üstün ve daha kıymetli oldular. Dîn-i islâmı sonra gelenlere anlattılar. Allahü teâlânın dînini, yeryüzüne bunlar yaydı. Bütün müslümanların ilk üstâdları, muallimleri oldular. Her müslümanın Eshâb-ı kirâmı sevmesi, onların hocalık haklarını gözetmesi lâzımdır. Eshâb-ı kirâmın hepsini sevenlere, herbirine saygı gösterenlere, (Ehl-i sünnet) denir. Bir kısmını beğenip, bir kısmını sevmiyenlere (Şî’î) denir. Eshâb-ı kirâmın hepsine düşman olana (Râfızî) denir. Abdüllah bin Sebe’ yahudisinin yolundadırlar. İslâm düşmanıdır.

Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki, (Eshâb-ı kirâmı çok sevmek, tâzîm ve hurmet etmek lâzımdır. Bunun için, ismlerini yazarken, okurken ve işitince, demek müstehabdır). Bunlar, (İbni Âbidîn) beşinci cilt, 480.ci sayfasında ve (Birgivî vâsıyyetnâmesi)nin Kâdı-zade şerhinde ve (Se’âdet-i Ebediyye) kitabımızda yazılıdır.

Râfizîler, müslümanları aldatmak için, (Eshâb çok yüksektir. Yüksekliklerini bildirecek bir kelime yoktur. İsmlerinin yanına demek, onlara hakâret olur. Böyle şeyler söylememelidir) diyorlar. Râfizîlere aldanmamalıyız!

154 – Küçük kardeşin varsa ona islâm harfleri ile Kur’an-ı kerim okumasını ve ilim öğret ve ona îmanı ve Ehl-i sünnet îtikatını, Allahü teâlânın emirlerini ve haramları öğret. Kötü kimselerle görüştürme. Fena arkadaş çok zararlıdır. Tatlı sözle nasihat eyle. Ona şefkat ile muâmele eyle ve himâye ederek koru! Şâyed kardeşin senden büyük ise, ona tâzîm ederek emirlerini tut!

Âhıret kardeşi ittihâz eyle! Peygamberimiz buyurdu ki, (Allah için âhıret kardeşliği yapan adam, âhıret gününde ana-baba kardeşinden daha faydalı yardımları, o âhıret kardeşinden görür. Bir kimse, âhıret kardeşini ne kadar çok severse, Allahü teâlâ da, o kimseyi o kadar çok sever.) [Bir erkeğin yabancı kadınla âhıret kardeşi olması câiz ise de, âhıret kardeşi, kendi kardeşi gibi mahrem olmaz. Yabancılar gibidir. İslâmiyette, erkeğin kız ile arkadaş olması, konuşması câiz değildir.]