FEZÂİL-İ ESHÂB BAHSİ - kainatingunesi.com

FEZÂİL-İ ESHÂB BAHSİ

Bütün Sahâbenin içinde, Resûlullahın dört halîfesi diğerlerinden üstündür. Cümlesinin hilâfet müddeti, otuz senedir. [Eshâb-ı kirâmın hepsinin Cennete gidecekleri bildirildi. Hiç birine dil uzatmak câiz değildir.]

Ve dahî, Evliyânın kerâmeti haktır, doğrudur.

Cümle Velîlerin eftali, en üstünü, Hz. Ebû Bekr-i Sıddîktır. Hilâfeti haktır. Onun birinci halîfe olduğu, ümmetin icmâ’ı ile sâbittir. Resûlullahın kayın babasıdır. Kızı Âişe anamızı, Resûlullaha tezvîc eylemiştir. Hakîkat ilminde mâhirdir. Cümle malını hak yoluna sarf etti. Tâ ki, bir habbesi kalmadı. Beline, hurma lifinden örtü giydi. Cebrâîl dahî onun giydiği gibi giyerek, Resûlullaha geldi. Resûl, onu bu hâlde görünce, (Yâ karındaşım Cebrâîl! Ben seni, bu hâlde hiç görmemiştim. Bu hâl ne acebdir) diye buyurdukta, Cebrâîl: [Yâ Resûlallah! Şimdi sen beni bu hâlde gördün, ne kadar melekler var ise, cümlesi bu hâldedir. Bunun sebebi odur ki, Allahü azîm-üş-şân, hitâb etti ki, (Ebû Bekr kulum cümle emlâkini, benim rızam için, benim yoluma sarf eyledi. Şimdi hurma lifinden örtü giyindi. Ey benim meleklerim, sizler dahî, onun gibi giyininiz) diye emreyledi. Cümle melekler, şimdi bu hâldedirler] diye buyurdu. Ve kendisine, onun için, Sıddîk denildi.

Onun ardınca, Evliyânın eftali, Hz. Ömerdır. Hilâfeti, ümmetin icmâ’ı ile sâbittir. İslâm ilimlerinde mâhirdir. Birgün, Resûlullah hazretlerine, bir münâfık ile bir yahudi, davâ ile geldiler. Resûlullah hazretleri, davâlarını hükm etti. Hak, yahudinin elinde çıktı. O münâfık râzı olmayınca, Resûlullah o vakit, onlara: (Ey kişiler! Ömere varın, sizin davânızı görsün!) diye buyurdu. Onlar, Hz. Ömere geldiler. Neye geldiniz? dedi. Münâfık, bu yahudi ile, davâm vardır, dedi. Hz. Ömer buyurdu ki, sâhib-i islâmiyet var iken, ben bu davâyı, nasıl göreyim? Münâfık etti: Biz Resûlullah e vardık, davâyı yahudiye hükm eyledi. Ben râzı olmadım! Hemen Ömer onlara siz bekleyin, ben davânızı, şimdi fasl edeyim dedi ve içeriye gitti. Biraz sonra, eteğinin altında, bir satırla, bunların yanına geldi, satırı çektiği gibi o münâfıkın kellesini uçurdu ve (Resûlullahın hükmüne râzı olmayanın hâli budur) dedi. İşte bundan dolayı, kendisine Ömer-ül-Fârûk denildi.

Resûlullah hazretleri, (Hak ile bâtılı ayırd edici, Ömerdir) buyurdu.

Onun ardınca, Evliyânın eftali Hz. Osman-ı Zinnûreyndır. Hilâfeti haktır, doğrudur. Ümmetin icmâ’ı ile sâbittir. Resûlullah, ona birbiri ardınca, iki kızını vermiştir. İkinci kızı vefât ettikte, (Bir kızım daha olsaydı, verirdim!) buyurmuştur.

İkinci kızını verdikte, Hz. Osmanı gayet medh etmişti. Tezvîc ettikten sonra kızı: (Ey benim gözümün nûru babam! Hz. Osmanı gayet medh eylediniz. Buyurduğunuz kadar değil!) dedikte, Resûlullah hazretleri kızına: (Ey benim kızım! Hz. Osmandan gökteki melekler hayâ ederler!) buyurdu.

Resûlullah ona iki kızını verdiğinden ötürü, Osman-ı Zinnûreyn denildi. Zinnûreyn, iki nûr sahibi demektir. Marifet ilminde mâhirdir.

Onun ardınca, Evliyânın eftali, Ali dir. Hilâfeti, ümmetin icmâ’ı ile sâbittir. Resûlullahın dâmâdıdır. Kızı Hz. Fâtıma anamızı, ona tezvîc etmiştir. Tarîkat ilminde mâhirdir. Bir gulâmı var idi. Birgün, gulâmı murâd eyledi ki, şu efendimi tecrübe edeyim. Vaktâ ki, Hz. Ali, dışarıda idi. Gulâmın yanına gelip bir hizmet buyurdu. Gulâm sükût eyledi. Ondan sonra, Hz. Ali gulâma, yâ gulâm! Ben sana ne yaptım ve hâtırın neden münkesir oldu ve benim neyimden incindin, dedikte, gulâm, sen bana bir şey yapmadın. Ben senin kulunum. Murâdım seni tecrübe etmekti. Hakkiyle Velîsin, dedi.

[Eshâb-ı kirâmın hepsini sevenlere ve onların yolunda olanlara (Ehl-i sünnet) denir. Bir kısmını severiz deyip çoğunu sevmiyene (Şî’î) denir. Eshâb-ı kirâmın hepsine düşman olanlara (Râfizî) denir. Eshâb-ı kirâmın hepsini severiz diyen, fakat bazı şeylerde hiç birine uymıyan kimseye (Vehhâbî) denir. Sapık din adamı Ahmed ibni Teymiyyenin fikirleri ile, ingiliz câsûsu Hempherin yalanlarının karışımına (Vehhâbîlik) denir. Bu inanışlarına uymıyan, Ehl-i sünnet olan müslümanlara kâfir diyorlar.

Vehhâbîlik düşünceleri, 1150 [m. 1737] senesinde Arabistân yarım adasında ingilizler tarafından ortaya çıkarıldı. İngiliz plânlarını yaymak için, çok müslüman kanı akıttılar. Şimdi de, her memlekette (Râbitatül-âlemil islâmî) dedikleri merkezler kurarak ve sayısız altın saçarak, câhil din adamlarını avlıyor. Bunlar vâsıtası ile müslümanları şaşırtıyorlar. Bindörtyüz senedir islâmiyeti savunmuş olan Ehl-i sünnet âlimlerini ve bunların hâmileri olan Osmanlıları kötülüyor. Bu âlimlerin naslardan çıkardıkları doğru bilgilere yanlış diyorlar.

Vehhâbîlerden bazısı, (Biz de Ehli sünnet mezhebindeyiz. Hanbeli mezhebindeyiz) diyorlar. Bu sözleri, Mu’tezile sapık fırkasında olanların, (Biz de, Ehl-i sünnetiz. Hanefî mezhebindeyiz) demelerine benzemektedir. Ehl-i sünnet olmıyanların Cehenneme gideceklerini bildikleri için, böyle söylüyorlar. Hâlbuki, yalnız amellerinin, yalnız işlerinin bir mezhebe uygun olması, o mezhepten olmak değildir. Bir mezhebe tâbi olmak için, hem îtikatın, hem de amelin, o mezhebe uygun olması lâzımdır. Dört mezhebin îtikadı, birbirlerinin aynıdır. Dördü de, Ehl-i sünnet îtikatındadır. Bir kimsenin hanefî veya hanbelî mezhebinde olabilmesi için, evvelâ Ehl-i sünnet îtikatında olması lâzımdır. Vehhâbîler Ehl-i sünnet îtikatında değildirler.]