MESCİD-İ NEBÎ (Mescid-i Resûl - Mescid-i Seâdet) - kainatingunesi.com

Peygamber efendimizin, hicretten sonra Eshâb-ı kiram ile birlikte Medîne-i münevverede inşâ ettiği mescid, cami. Mescid-i Nebî, Mescid-i Resûl, Mescid-i Seâdet ve Mescid-i Şerîf adlarıyla da bilinir. Bu mescid, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Medine’ye hicret ettiği zaman devesinin ilk çöktüğü yerde inşâ edilmiştir.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevvereye geldiğinde ilk iş olarak Eshâbını yetiştirecek, cemâatle namaz kılacak bir mescidin yapılmasını arzu ediyordu. Bu sırada Cebrail aleyhisselâm gelerek; “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ sana kendisi için taş ve kerpiçten bir beyt (mescid) yapmanı emr ediyor” dedi. Habîb-i ekrem efendimiz, Medine’ye gelişte Kusvâ adlı devesinin ilk çöktüğü Neccâroğullarından Amr’ın oğulları Sehl ve Süheyl’e ait arsayı satın almak istedi. Bu arsanın sâhibleri; “Yâ Resûlallah! Biz onun bedelini ancak Cenâb-ı Hak’dan bekleriz. Orayı size Allah rızâsı için hediye ederiz” diyerek bağışlamayı çok arzu ettiler. Buna rağmen Peygamber efendimiz kabul buyurmayıp hazret-i Ebû Bekr’in hediye ettiği para ile ücretini fazlasıyla ödeyerek satın aldı. Bir taraftan mescidin arsası tesviye yapılıp düzeltilirken diğer yandan kerpiçler kesiliyor, taşlar çekiliyordu. Nihâyet bütün hazırlıklar yapıldıktan sonra temel atılmak üzere toplanıldı. Temele ilk tâşı Muhammed Mustafâ sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz mübarek elleriyle koydu ve; “Ebû Bekr, taşını benim taşımın yanına koysun! Ömer taşını Ebû Bekr’in taşının yanına koysun! Osman taşını Ömer’in taşının yanına koysun! Ali taşını Osman’ın taşının yanına koysun” buyurdu. Böylece Mescidin temelinin ve duvarlarının yapılmasına başlandı. İnşâatta kullanılacak çamuru, Yemâme halkından ve Benî Hanîf kabilesinden Talh bin Ali kardı. Peygamber efendimiz görüp işini beğendi ve; “Allah işini esirgesin! Sen bu işe devam et” buyurdu. Mescid-i Nebî’nin üç zrâ’ (1,5 metre) yüksekliğindeki taş temelinin inşâsından sonra üzerine kerpiç duvar yapıldı. Kerpiçler örülürken, önce birbiri üzerine sonra da enlemesine boylamasına konularak yâni birbirine bağlanarak örüldü. Yapıda çamurdan harç kullanıldı.

Mescidin yapılmasında başta sevgili Peygamberimiz olmak üzere bütün Eshâb-ı kiram durmadan, dinlenmeden çalıştılar. Mübarek sırtlarında taş ve kerpiç taşıdılar. Resûlullah efendimiz en ağır kayaları yüklenerek mübarek göğüsleri darala darala ustaların yanına götürürlerdi. Bu taşları ve kerpiçleri taşırken yapılan işin kıymetini, kavuşulacak nimetleri müjdeleyerek Eshâbını gayrete getirirdi. Yine bir gün kerpiç yüklenmiş götürüyordu. Eshâb-ı kiramdan birisi huzuruna yaklaşarak edeble; “Yâ Resûlallah! Kerpici benim taşımama müsâade eder misiniz?” dedi. Hâtem-ul-Enbiyâ efendimiz daha büyük bir nezâketle, kendisinin sevâb kazanmaya daha çok muhtaç olduğunu bildirerek vermedi ve gidip taş getirmesini tavsiye buyurdu. Efendimizin bu gayretini gören mü’minler büyük bir aşk ve şevkle çalıştılar. Mescidin duvarları kısa zamanda bitirildi ve kıble tarafına mihrâb yerine sıra ile hurma ağaçları dizildi. Kapıların yan söveleri de taştan örüldü. Dörtgen biçiminde olan mescidin Kudüs’deki Mescid-i Aksâ’ya bakan bir mihrabı ve üç kapısı vardı. Bu kapılardan birisi bugünkü kıble tarafındaki duvarda olup, cemâat bu kapıdan girer çıkardı. İkincisi Bâb-ı Âtike veya Bâb-ür-Rahme diye anılan kapı, üçüncüsü de bugün Bâb-ı Cibril diye bilinen, Peygamber efendimizin girip çıktıkları Âl-i Osman kapısı idi. Hicretin ikinci yılında kıble, Kudüs’deki Mescid-i Aksâ’dan Mekke’deki Kâbe-i muazzamaya çevrilince, Peygamber efendimiz birinci kapıyı kapattı. Onun yerine Şam (kuzey) duvarına şimdiki Bâb-üt-tevessül denilen kapıyı açtı. Cebrail aleyhisselâmın işaretiyle ve Kabe’yi gözleri ile görerek kıblenin cihetini tâyin etti. İkinci ve üçüncü kapılar değiştirilmedi. Bu mescidin kıble cihetinden geriye doğru uzunluğu 100 zrâ’ (50 metre), eni de 100 zrâ’ (50 m.) veya biraz eksiktir. Duvarların yüksekliği 3 zrâ (1,5 metre) taştan, üst tarafı kerpiçten olmak üzere 5-7 zrâ’ (2,5-3,5 m.) kadardı.

Mescidin yapımı tamamlandıktan sonra, doğu kısmına Peygamber efendimizin aileleri için kerpiçten iki oda yapıldı. Bu odaların üzerleri hurma kütüğü ve dallarıyla örtüldü. Hazret-i Âişe’nin odasının kapısı, mescidin yolu üzerinde idi. Hazret-i Sevde için yapılan odanın kapısı da mescidin şimdiki Bâbü Cibril kapısına doğru idi. Daha sonraki senelerde bu odaların sayısı dokuza kadar çıkarıldı. Hepsi mescidin doğusuna düşen kısımda yapıldı. Bunların dördü kerpiçten beşi taştandı.

İlk zamanlar mescidin üzeri açık idi. Müslümanlar güneşin hararetine dayanamayınca, mescidin üzerini gölgelemek için izin istediler. Peygamber efendimiz müsâade buyurdu. Hurma ağaçlarından direkler dikilip, onların üzerlerine de kalaslar atıldıktan sonra, hurma yaprakları ve ızhır otu serilerek örtüldü. Daha sonra yağmurdan damlamalar görülünce, Eshâb-ı kiram mescidin üzerini çamurla kapatmak için müsâade istediler. Peygamber efendimiz; müsâade etmeyip üzerini kamışlarla örttürdü. Bir gece yine yağmur yağmış, yerler ıslanmış, müslümanlardan birisi de namaz kılmak için elbisesi ile kum getirip altına sermişti. Namazdan sonra Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Bunu ne güzel yaptı” buyurdu. Mescidin tabanı kumlandı. Mescidin tabanının ilk defa hazret-i Ömer zamanında kumlandığı da rivayet edilir.

Peygamber efendimiz, Mescid-i Seâdetin ve odalarının inşâsı tamamlandıktan sonra, kıble değişmeden önceki mihrabının ön kısmına yâni kuzey tarafına, Mekke’den hicret edip, malı-mülkü ve kimsesi olmayan bekâr sahâbîlerin yatıp kalkacağı, Suffe denilen bir gölgelik yaptırdı. Resûlullah’ın namaz kıldığı yer, minber ile Hücre-i Seâdet’in ortasında olup, minber tarafına bir mikdâr daha yakındı.

Önceleri yatsı ve sabah namazı vakitlerinde mescid, içeride kuru hurma dal ve yapraklarıyla kabukları yakılarak aydınlatılırdı. Temîm-i Dârî (r. anh) Medine’ye gelirken bir veya iki kandil, fitil ve zeytinyağı getirdi. Kandilleri mescide astırıp, içine fitil ve zeytinyağı koydurdu. Karanlık basınca, kandilleri yaktırdı. Peygamber efendimiz mescide gelip, mescidin kandillerle aydınlandığını görünce, kimin yaptığını sordu. Temîm-i Dârî’nin yaptığını öğrenince; “Sen islâmiyet’i ve mescidini nûrlandırdın. Allah da seni dünyâda ve âhırette nûrlandırsın”buyurarak memnuniyetini izhâr etti.

Müslümanların gün geçtikçe artması üzerine mescid dar gelmeye başladı. Eshâb-ı kiram, Mescid-i Nebî’nin genişletilmesini teklif ettiler. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Mescidin yanındaki arsayı filanoğullarından satın alıp mescidi genişleten kişiye Cennet’te karşılığı var” buyurdu. Orayı hazret-i Osman satın alıp mescide bağışladı ve mescid genişletildi.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ilk zamanlar, Cum’a günleri mesciddeki Hannâne isminde bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe îrâd ederlerdi. Sonraları üç basamaklı bir minber yaptırdılar ve hutbeyi oradan îrâd buyurdular.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, kıble, Kâbe-i muazzamaya döndürülmeden önce Üstüvâne-i Âişe denilen direğin yerinde yâni şimdiki imamların namaz kıldıkları mihrabın kuzey tarafındaki bir yerde namaz kılarlardı. Bu mahal, Mihrâb-ün-Nebî’nin sol tarafında ve Ravza-i mutahheranın ortasında bulunan yerdir. Peygamber efendimiz, kıble değiştirildikten sonra, on gün kadar burada namaz kıldıklarından dolayı buradaki Üstüvâne-i Âişe denilen direğe Üstüvânet-ün-Nebî de denilmektedir. Bu direğin yerinde hâlen aynı isimle anılan ve değişik renkte olan mermer bir sütün mevcûddur.

Peygamber efendimizin ve Hulefâ-i Râşidîn’in devrinde bugünkü Mihrâb-ün-Nebî’nin yerinde mihrâb yoktu. Peygamber efendimiz, bugünkü Mihrâb-ün-NebÎ’nin yerinde cemâate namaz kıldırırdı. Hulefâ-i Râşidîn de, Peygamber efendimizin namaz kıldırdığı yerde imâm olup, namaz kıldırdılar. Ancak Peygamberimizin namaz kıldırdığı yerin zamanla unutulmaması için buraya direk dikildi. Emevî halîfesi Ömer bin Abdülazîz’e gelinceye kadar böyle devam etti. Ömer bin Abdülazîz, Velîd bin Abdülmelik’in halîfeliği sırasında âlimleri toplayıp istişare etti ve Peygamber efendimizin namaz kıldırdığı yere bir mihrâb yaptırdı. Mescid-i Nebî’nin eski duvarlarından bir taş çıkartıp, onun yerine direğini koyarak mihrabı tamamladı.

Peygamber efendimizin vefatından sonra halîfe olan hazret-i Ebû Bekr (radıyallahü anh) zamanında irtidâd yâni dinden dönme hareketleri başgösterdiğinden, onlarla uğraşması sebebi ile Mescid-i Seâdefin genişletilmesine vakit bulamadı. Ancak onun zamanında ahşap çatının çürüyen kısımları, hurma ağacı gövdeleri ve dallarıyla yenilendi.

Hazret-i Ömer zamanında Mescid-i Nebî, cemâati almaz oldu. 638 (H. 17)’de hazret-i Ömer, Peygamber efendimizin amcası Abbâs’a (radıyallahü anh) başvurarak, mescidi genişletmek için onun evini ve avlusunu satın almak istedi. Hazret-i Abbâs ise, satmağı kabul etmeyip Allah rızâsı için mescide bağışladı. Hazret-i Ömer, Mescid-i Nebî’yi batıdan 8 metre, kuzeyden 17 metre daha genişletti. Zevcât-ı tâhirâtın odaları olduğu için doğu tarafını genişletmedi. Yeni duvarları eskisi gibi kerpiç ve hurma ağaçlarından yaptırdı. Mescidin çürüyen direklerini de değiştirdi. Peygamber efendimizin cemâate namaz kıldırdığı mihrabın sağından, solundan ve kuzey duvarından ikişer kapı açtırarak Mescid kapılarının sayısını altıya çıkardı. Peygamber efendimizin girip çıktıkları Bâb-ı Âtıke’yi değiştirmedi. Böylece hazret-i Ömer’in yaptığı genişletmeden sonra, Mescidin doğu-batı duvarları 50 metre, kuzeygüney duvarları 59 metre, duvar yükseklikleri ise 5,5 metre oldu. “Peygamberimizin; “Mescidimi genişletmek lâzımdır”emrini işitmeseydim genişletmezdim” buyurdu.

Hazret-i Osman halîfe olunca, Mescid-i şerîfi kıble ve batı tarafından genişletti. Genişlettiği kısmın kıble cihetine bir mihrâb yaptırdı. Duvarlarını ve direklerini yontma nakışlı taşlarla ve kireç harçla yaptırdı. Üzerini de sert ve dayanıklı olan saç ağacı ile tavanlattı. Mescid-i Nebî’ye, hazret-i Ömer devrinde olduğu gibi yine altı kapı koydurdu. Yapılan genişletme çalışmalarından sonra, Mescidin boyu yâni doğu-batı duvarları 76 metre, eni yâni kuzeygüney duvarları 71,5 metre oldu. Hazret-i Osman, Mescid-i Nebî’yi yıkıp yeniden yaptırmağa başladığı sırada, Eshâb-ı kiramdan bâzıları îtirâz ettiler. Bunun üzerine Osman (radıyallahü anh); “Ben Resûlullah’ın; “Her kim Allahü teâlânın rızâsını umarak bir mescid yaparsa, Allahü teâlâ da ona Cennet’te benzerini yapar” buyurduğunu işittim” diyerek, bu vazifeyi tamamladı. Hazret-i Ali devrinde herhangi bir genişletme ve yenileme çalışması olmadı. İlk Emevî halîfesi olan Muâviye (radıyallahü anh), Minber-i Nebî’yi basamaklar ilâve ederek yeniledi. Emevî halîfesi Mervân bin Hakem de, Minber-i Nebî’nin Peygamber efendimizin oturduğu kısmını başkalarının oturmasından korumak için abanoz ağacından bir levha ve üzerine de bir kubbe koydurdu. Diğer basamakların yanlarında abanoz ağacından parmaklıklar yaptırdı. Ayrıca müezzin ve hafızlar için renkli ve nakışlı taşlardan ilk olarak mahfil yaptırdı.

Emevî halîfesi Velîd bin Abdülmelik halîfe olunca, mescidin dar geldiğini gördü ve genişletmeye karar verdi.

Bizans ve Mısır’dan getirttiği ustaları ve bir çok kıymetli malzemeyi 706 (H. 88)’de Medîne valisi olan Ömer bin Abdülazîz’e gönderdi. Mescidin yıkılarak yeniden yapılmasını emr etti. Bu iş için kâfi mikdârda ustayı, renkli tepe camlarını ve yeterli parayı da gönderdi. Peygamber efendimizin zevcelerine ait odalar ve Sahâbe-i kirama ait olan etraftaki diğer evler ve mescidin duvarları yıktırıldı. Mescidi doğuya ve kuzeye genişletti. Mescidin temelleri taşla, duvarları da birbirine uygun yontma nakışlı taşlarla örüldü. Yapıda kireçli harç kullanıldı. Mescidin tavanı da saç ağacı kerestesinden yapıldı va altın suyu ile yaldızlandı. Direkleri taştan yapılıp, demirle birbirlerine kenetlendi. Hücre-i Seâdet’in dört duvarı da yıkılıp temelden yontma taşlarla yeniden yapıldı. Temel açılırken, hazret-i Ömer’in bir ayağı görüldü. Hiç çürümemişti. Hücrenin etrafına ikinci bir duvar daha yapıldı. Hiç kapısı yoktu. Hücre-i Seâdet’in tavanı mescidden yarım metre kadar yüksek idi. Yapılan değişikliklerden sonra, Mescid-i Nebî’nin uzunluğu 100 metre, eni 90 metre kadardı. Bir yıl içerisinde renkli tepe camları yapılıp takıldı. Vali olan Ömer bin Abdülazîz ilk olarak mihrâb ve mescidin dört köşesine, üç senede dört minare yaptırdı. Bu minarelerden birisinin boyu 30 metre, ikisinin 27,5 metre, diğerininki de 26,5 metre idi. Bunlardan Bâb-üs-selâm kapısının köşesindeki minare, 709 (H. 91)’de Süleyman bin Abdülmelik tarafından yıktırıldı.

Abbasî halîfelerinden Mehdî, Velid bin Abdülmelik’in genişletmesinden elli beş sene sonra, 776 (H. 160) senesinde hacca gelince, önce Medîne’ye uğrayıp, Mervân bin Abdülmelik tarafından yaptırılan maksûre’yi tamir ettirdi. 777 (H. 161)’de Mescid’in enini ve boyunu uzatarak genişletti. Kuzey tarafına on beş direk ilâve ederek genişletti. Mescidin boyu 150 metre, eni 100 metreye çıkarıldı. Halîfe Me’mûn da 819 (H. 104)’de biraz, genişletti. Bâzı yerlerini süslü bir şekilde tamir ettirdi. Abbasî halîfesi Mütevekkil, 860 (H. 246)’da mescidin tamir edilmesini emr etti. Bir çok renkli tepe camları ilâve edildi. Bu iş bir senede tamamlandı. Diğer Abbasî halîfeleri de Medîne valilerine zaman zaman tahsisat gönderip, Mescid-i Nebî’yi tamir ettirdiler. Nasır Lidînillah halîfe olunca, mescidin tamir ve bakımı için hersene bin altın ve yeterli usta göndermeyi usûl hâline getirdi. Sonra gelen Abbasî halîfeleri de bu usûle devam ettiler.

1254 (H. 654) senesinde bir kaza sonucu meydana gelen yangında, Mescid-i Nebî tamamen yandı. Abbasî halîfesi Musta’sım billah yeniden inşâ edilmesi için emir verdi. İnşâata başlandığı sırada Moğol istilâsı başgösterip, iş yarıda kaldı. Medîne ahâlisi birleşerek mescidin bâzı kısımlarını inşâ ettiler. Diğer İslâm devletlerine de müracaat edip, yardım istediler. Memlûklü sultânı el-Mensûr Nûreddîn Ali, ihtiyâç olan malzeme ve parayı gönderdi. Yemen Meliki el-Melik Muzaffer Şemseddîn de yardımda bulundu. El-Mensûr Nûreddîn Ali zamanında yeniden inşâ çalışması devam etti. Onun yerine geçen el-Muzaffer Seyfeddîn Kutuz zamanında, inşâat biraz durakladı. Daha sonra teşvikler üzerine inşâata yeniden başlandı. Fakat 1260 (H. 657) senesinde bu hükümdarın da öldürülmesinden sonra, Memlûk sultânı olan ez-Zâhir Rükneddîn Baybars, çok gayret sarfetti ve Mescid-i Nebî 1263 (H. 662) senesinde tamamlandı. El-Mensûr Seyfeddîn Kalâvûn, 1279 (H. 678) yılında Mescid-i Seâdet’in gerekli tâmiratını yaptırdı ve Hücre-i Seâdet üzerine bugünkü Kubbe-i hadrâ’yı ilk defa inşâ ettirip kurşun ile kaplattı. Zaman zaman tamir ve tezyîn edilen Mescid-i Nebî, 1481 (H. 886) senesinin Ramazân ayında minaresine düşen yıldırım sonucu çıkan yangında, ortadaki büyük kubbe dışında, tamamen yandı. Memlûklü sultânı El-Eşref Seyfeddîn Kayıtbay tarafından 1483 (H. 888)’de Mescid-i Nebî yeniden inşâ edildi.

Mısır ve Hicaz’ın Osmanlı hâkimiyetine girmesinden sonra, Osmanlı sultânları Mescid-i Nebî’nin yenilenmesi, tamir ve tezyinine husûsî îtinâ gösterdiler. Kendisine Hâdim-ül-Haremeyndenilmesini istiyen Yavuz Sultan Selim Hân, sürre alayları ile her sene, Medîne ahâlisine dağıtılmak ve Mescid-i Seâdet’in tamir ve tezyîni için çok mikdârda altın ve yiyecek maddesi gönderdi. Birçok tamir ve tezyîn çalışmaları yaptırdı. Kanunî Sultan Süleyman Hân pâdişâh olunca, Mescid-i Nebevî’ye mermerden, gayet süslü Mihrâb-ı Süleymânî diye anılan bir mihrâb inşâ ettirdi. Birinci Sultan Ahmed Hân, Mescid-i Nebî’ye asılmak üzere gayet süslü ve kıymetli taşlardan yapılmış kandil gönderdi. Sultan Üçüncü Murâd Hân da gayet süslü bir minber ve mermerden müezzin mahfeli yaptırdı. 1615 (H. 1024)’de 80.000 hâlis altın kıymetinde iki parça elması, Hücre-i Seâdet’in yanına asılmak üzere gönderdi. Kabr-i Seâdet’in etrafına altın yaldızlı gümüş şebeke yaptırdı. İkinci Mustafa Hân, pâdişâh olunca, Mescid-i Nebî’de bâzı tamirlerde bulundu. İkinci Ahmed Hân, Birinci Mahmûd Hân zamanlarında da tamire muhtaç yerler onarıldı. Üçüncü Mustafa Hân, altıgen şeklinde çok kıymetli bir zümrüdü Mescid-i Nebî’ye asılmak üzere gönderdi.

İkinci Mahmûd Hân-ı Adlî de Mescid-i Nebî’nin ve Hücre-i Seâdet’in harâb yerlerini tamir ettirdi. Medine’deki pek çok Eshâb-ı kiramın türbe ve mescidlerini yeniden yaptırdı. Abdülmecîd Hân, pâdişâh olunca, Mescid-i Nebî’nin tamir ve tezyîni için 750.000 Osmanlı altını sarf etti. Mescid-i Nebî’nin bulunduğu yerin ve arka kısmındaki revakların sütunlarını ve kubbelerini gayet müzeyyen bir şekilde yaptırdı. Hazret-i Fâtıma’nın hücresini ve onun bitişiğindeki Ezvâc-ı tâhirâta ait dokuz hücrenin yerlerini tamir ve tezyîn ettirdi. Sultan Abdülazîz Hân da, Mescid-i Nebevî’nin tabanına serilen kıymetli halıları hediye etti ve beşinci minareyi yaptırdı. Bu yüzden bu minareye Aziziye minaresi adı verilmiştir. Sultan İkinci Abdülhamîd Hân da, Haremeyn’e pek çok hizmetlerde bulundu. Peygamber efendimizin Kabr-i Seâdetlerinin üzerinde bulunan ku bbenin oturduğu direkleri ve bu direkler arasındaki köprüleri, Mescid-i Nebî’nin tamire muhtaç yerlerini tamir ettirdi. Kabr-i Seâdet’in üzerinde bulunan kubbeyi kurşunla kaplatıp, boyaveyafdızları yeniden yaptırdı. Ravda-i mutahhera’ya kandiller ve avizeler gönderdi. Mescid-i Nebiye serilmek üzere Hereke halı fabrikasında dokunan kıymetli halılar hediye etti. Mescid-i Nebî’de Kur’ân-ı kerîm, Buhârîy-i Şerîf, Şifâ-i Şerîf, Salevât-ı Şerîfe ve Delâil-i hayratokumak üzere 157 kişiyi maaşlı olarak vazifelendirdi.

Medîne-i münevverenin Osmanlıların elinden çıkmasından sonra, Mescid-i Nebî”ye gerekli hürmet gösterilemez oldu. En son Suûdoğullarından Abdülazîz, Osmanlıların hizmetlerini gizlemek, Osmanlıların gözleri kamaştıran kıymetli eserlerini yok etmek için 1949 (H. 1368)’de Mescid-i Nebî’yi genişletme teşebbüsüne girişti. Bu genişletme çalışması 1955 (H. 1375)’de tamamlandı. Mescid-i Nebî’nin kuzey tarafında bulunan ve Osmanlılar tarafından yapılan gayet san’atlı ve süslü revaklar ve buradaki minareler yıktırılarak yerine hiç bir mîmârî özelliği olmayan revaklar yaptırıldı. İlâve edilen kısımlardaki duvar ve sütunların temelleri beş metre derinliğe indirildi. Kuzeydeki bu ilâve kısma, 70 metre yüksekliğinde iki minare yaptırıldı. Bu genişletmeyle Mescid-i Nebî’nin alanı 11. 648 metrekare oldu. Bundan evvel 9.000 metrekare idi. Doğu ve batı duvarlarının uzunluğu 128 metre, kuzey duvarının uzunluğu 91 metre oldu.

Mescid-i Nebî’nin içindeki kısımlar şunlardır:

1-Hücre-i Seâdet: Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer’in kabr-i şerîflerinin bulunduğu oda. Peygamber efendimizin sağlığında bu odada hazret-i Âişe validemiz ikâmet etmekte idi. Peygamberimiz burada vefat etti. “Peygamberler vefat ettikleri yere defnolunurlar” hadîs-i şerîfi mucibince buraya defn edildi. Burası yeryüzündeki ilk İslâm türbesidir. Daha sonra hazret-i Ebû Bekr’le hazret-i Ömer de bu türbeye defn edildiler. Bu oda üç metre yüksekliğinde, üç metre genişliğinde ve dört buçuk metre uzunlukta kerpiçten yapılmıştı. Biri batı, biri kuzey duvarında iki kapısı vardı. Hazret-i Ömer halîfe iken Hücre-i Seâdetin etrafına kısa bir taş duvar çekti. Abdullah bin Zübeyr de (radıyallahü anh) halîfe iken bu duvarı yıkıp, ziyah taş ile yeniden yaptı. Bu duvarın üstü açık olup, kuzey tarafında bir kapısı vardı. 669 (H. 49)’da hazret-i Hasen’in vefatından sonra bu duvarın ve odanın kapısı kapatıldı. Emevî halîfesi Velîd, Medîne valisi iken bu taş duvarı yükseltti ve üzerini küçük bir kubbe ile örttü. Halîfe olunca da Medîne valisi olan Ömer bin Abdülazîz’e emir vererek 707 (H. 88) senesinde Mescid-i Nebî’yi genişletirken bu duvarın etrafına ikinci bir duvar yaptırdı. Hiç kapısı olmayan bu duvar beş köşeli ve üstü kapalı idi. Irak’da zengilerin idare ettiği Atabekler Devleti’nin veziri ve Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin amcasıoğlu Cemâleddîn-i İsfehânî, 1189 (H. 584) senesinde Hücre-i Seâdetin dış duvarı etrafına sandal ve abanoz ağaçlarından mescidin tavanına kadar ulaşan bir parmaklık yaptırdı. Bu parmaklıklar 1289 (H. 688) senesinde demirden yapılıp yeşile boyandı. Bu parmaklığa Şebeke-i Seâdet, doğu tarafına Kadem-i Seâdet, batı duvarına Ravda-i mutahhera, kuzey tarafına ise Hücre-i Fâtıma denir. Ravda-i mutahherada kıbleye dönen kimsenin sol tarafında Hücre-i Seâdet bulunur. 874 (H. 232) yılında Şebeke-i Seâdetin bulunduğu yer ile dış duvarların arasına ve bu yerin dışına mermer döşendi. Bu mermerler zaman zaman değiştirildi. Son olarak Osmanlı pâdişâhı Abdülmecîd Hân döşetti.

Hücre-i Seâdetin beş köşeli duvarları yapılırken üzerine Kubbet-ün-Nûr denen küçük bir kubbe yapılmıştı. Osmanlı pâdişâhlarının gönderdikleri Kisve-i şerîf bu kubbe üzerine örtülürdü. Kubbet-ün-Nûr üzerine gelen Mescid-i Seâdetin büyük yeşil kubbesine Kubbet-ül-hadrâ denir. Şebeke-i Seâdet denilen parmaklığın dış tarafına örtülen kisve, Kubbe-i hadrâ altındaki kemerlere asılırdı. Bu iç ve dış perdelere Settâre denir. Şebeke-i Seâdetin doğu, batı ve kuzeyinde birer kapısı vardır.

2-Ravda-i mutahhera: Mescid-i Nebî içinde bulunan Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem “Kabrimle minberim arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir” buyurarak medh buyurduğu yerdir. Buraya Ravda-i mukaddere de denir. Mescid-i Nebî içinde Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberi arasında 26 m. uzunluktaki yerdir. Yüryüzündeki en kıymetli yer olan, Kâbe-i muazzama ve bunun etrafındaki Mescid-i Harâm’dan sonra en kıymetli yerdir. Ravda-i mutahhera, Mekke şehrinden üstündür. Burada yapılan ibâdetlerin kabul edilmesi daha çok ümid edilir. Hacca giden müslümanlar Mekke’de hac vazîfelerini îfâ ettikten sonra Medîne-i münevvereye gelirler. Mescide girmeden önce gusl abdesti alınır. Kabr-i Nebî’yi ziyarete niyet edilir. Salevât-ı şerîfe ve dua okuyarak Mescid-i Nebî’ye gelinir ve minber yanındaki Ravda-i mutahherada iki rekat tahiyyet-ül-mescid, iki rekat da şükür namazı kılınır. Duadan sonra kalkılıp edeble Hücre-i Seâdet’e gelinip, yüzü Peygamberimizin kabri tarafına dönerek sırası ile Peygamberimizin, hazret-i Ebû Bekr’in ve hazret-i Ömer’in kabirleri ziyaret edilip dua edilir.

3-Minber-i Şerîf: Peygamber efendimizin Cum’a gününde hutbe okudukları, ilk defa üç basamaklı olarak yapılan minberdir. Eshâb-ı kiramdan birisi Peygamber efendimize gelerek; “Size Cum’a günü üzerine dikilebileceğiniz, halkın sizi görebileceği ve hutbelerinizi işitebileceği bir yer yapsak olmaz mı?” diye sordu. Peygamber efendimiz kabul edince Ilgın ağacından üç basamaklı bir minber yaptılar. Bu minberin üçüncü basamağına otururdu. Peygamberimiz üçüncü basamağa kadar çıkar, oraya oturur, ayaklarını ikinci basamağa koyardı. Hazret-i Ebû Bekr, halifeliği zamanında, Peygamber efendimize hürmeten ikinci basamağa oturur, ayaklarını birinci basamağa koyardı. Hazret-i Ömer, birinci basamağa oturur, ayaklarını yere koyardı. Hazret-i Osman ve hazret-i Ali de hazret-i Ömer gibi yaptılar. Hazret-i Muâviye halîfe olunca bu üç basamağın altına altı basamak daha ilâve ederek basamak sayısını dokuza çıkardı. Abbasîler devrinde minberin birinci ve ikinci basamakları dört tarafından ince abanoz tahtası ile kaplandı.

Üçüncü basamağa oturulmaması için abanozdan tahta bir levha geçirilip üzerine bir de kubbe yapıldı. Minber bu şekilde uzun zaman devam etti. 1256 (H. 654)’de Mescid-i Nebî yanınca bu mübarek minber de yandı. Yemen hükümdarı Muzaffer, 1258 (H. 656)’da sandal ağacından minber yaptırıp Peygamberimizin minberinin bulunduğu yere koydurdu. Mısır Memlûklü hükümdarı Zahir Rükneddîn Baybars, 1267 (H. 666)’da eski minberi söktürüp yerine dokuz basamaklı bir minber yaptırdı. 1394 (H. 797)’de Memlûklü hükümdarı Zahir Berkûk eskidiği için onu söktürüp yerine kendi yaptırdığı minberi koydurdu. Mısır Memlûklü hükümdarı el-Müeyyed Seyfeddîn Şeyh, 1417 (H. 820) veya 1419 (H. 822)’de yeni bir minber yaptırıp gönderdi. Bu minber de Mescid-i Nebî’nin 1481 (H. 856)’da ikinci yanışında yok oldu. Sonra halk, kerpiçten bir minber yaparak dışını alçı ile sıvadılar.

Mısır Memlûklü sultânı El-Eşref Seyfeddîn Kayıtbay, 1483 (H. 888)’de bu kerpiç minberin yerine taştan bir minber yaptırdı. Osmanlı pâdişâhı Sultan Üçüncü Murâd Hân, İstanbul’da mermerden gayet müzeyyen on iki basamaklı bir minberi yaptırıp Mescid-i Nebî’ye gönderdi. Buradaki minberi de Kuba mescidine naklettirdi. Hâlen Mescid-i Nebî’de bulunan minber, Sultan Üçüncü Murâd Hân’ın yaptırdığı minberdir. Üçüncü Murâd Hân’ın yaptırdığı bu minberin üç basamağı kapının dşında dokuz basamağı da içindedir. Kubbesi yaldızlı olan bu minberin alemi gümüşten, örtüsü kırmızı çuhadan, kapısının perdesi de yeşil atlastandı.

Mescid-i Seâdetin direkleri: Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem zamanında Mescid-i Nebî’nin sekiz direği vardı. Sonra zamanla sayıları çoğaltıldı. Bu sekiz direk şunlardı:

1-Üstüvâne-i Muhallaka: Mescid-i Nebî’de Peygamberimizin namaz kıldığı yerin alâmeti olan direktir. Terkibinin çoğu safran olan güzel bir koku ile kokulandırıldığı için bu isim verilmiştir. Peygamber efendimizin hutbe okuduğu esnada yaslandığı hurma ağacı bu direğe bitişikti. Sevgili Peygamberimiz burada namaz kılarlardı. Mihrâb-ı Nebî’nin bitişiğinde olan bu direğin üzerinde, Hâzel-üstüvânet-ül-Muhallaka yazılı olup, bu yazıyla diğer direklerden ayrılır.

2-Üstüvâne-i Âişe: Ravda-i mutahheranın ortasında bulunan ve Peygamber efendimizin kıble değiştirildikten sonra on gün kadar dibinde namaz kıldırdıkları ve dayanarak Eshâb-ı kirama nasihat buyurdukları direktir. Üstüvâne-i Muhacirin adıyla da bili nen bu direğin dibinde Ebû Bekr, Ömer, Abdullah bin Zübeyr, Âmir bin Abdullah bin Zübeyr (radıyallahü anhüm) gibi Sahâbe-i kiramın ileri gelenleri namaz kılmayı îtiyât hâline getirmişlerdi. Peygamber efendimizin; “Benim mescidimde bir yer vardır ki, eğer oranın kıymetini ve meziyetini bilseler orada namaza durmak için kur’a çekerlerdi” buyurarak medh buyurduğu yerin bitişiğindeki bu direğe Üstüvâne-i Buk’a da denir. Bu hadîs-i şerîfi Âişe (radıyallahü anhâ) validemiz haber verdiği, bu direği ve etrafındaki yeri işaret ettiği için de Üstüvânet-ül-Âişe (radıyallahü anhâ) ibaresi yazılıdır.

3-Üstüvâne-i Tevbe: Bu direğe Üstüvâne-i Ebû Lübâbe de denir. Ebû Lübâbe bin Abdülmünzir, Hendek gazasında müşriklerle iş birliği kuran ve müslümanlara olan ahidlerini bozan, Benî Kureyzâ yahûdîleriyle görüşmek azere gönderilince, söylenmemesi gereken bir hususu onlara ifşa ettiğine pişman oldu. “Bu hareketimle Allahü teâlâya ve Resûlüne karşı iyi bir iş yapmadım” diyerek çok üzüldü. Gözlerinden akan yaşlar sakalını ıslattı. Oradan dönüp, Mescid-i Nebî’ye girdi.

Kendisini direğe bağlattı. Allahü teâlâ hakîkî bir tövbe nasîb edip, tövbe edinceye kadar yerinden ayrılmayacağını ve Resûlullah’ın yüzüne bakamıyacağını söyledi. Bu direğe bağlı olarak altı gece kaldı. Enfâl sûresinin yirmi yedinci ve Tevbe sûresinin yüz ikinci âyet-i kerîmeleri nazil olup, tövbesi kabul olduğu bildirildi. Ebû Lübâbe’nin kendini bağlattığı bu direk Ebû Lübâbe direği diye meşhûr oldu.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem nafile namazları burada kılarlar ve her sabah namazından sonra bu direğe dayanıp Eshâb-ı kiramla sohbet ederler, bu direğin yanında îtikâfa girerlerdi.

Bu direkle Kabr-i Seâdet arasında bir direk daha vardır. Üstüvâne-i Ebû Lübâbe, Üstüvâne-i Âişe ile Hücre-i Seâdet şebekesine bitişik olan direğin arasındadır. Zamanımızda Minber-i Şerîf tarafından dördüncü, Kabr-i Seâdet tarafından ikinci, kıble tarafından üçüncü, kuzey tarafından beşinci direktir. Bu direğin üzerinde Hâzih’i Ustüvânetü Ebû Lübâbe ve taarrufû bit-tevbeibaresi yazılıdır.

4-Üstüvâne-i Şerir: Peygamber efendimizin oturduğu hurma ağacından yapılmış Şeriri (divânı) umumiyetle bu direğin dibinde bulunduğu için bu isim verilmiştir. Bu direk, Kabr-i Seâdetle, Ravda-i mutahhera kandilleri arasında Üstüvâne-i tevbe’nin doğusunda ve Kabr-i şerîfin şebekesine en yakın olan direktir. Direğin üzerinde Hâzihî Üstüvânen-üs-Serîr ibaresi vardır.

5-Üstüvâne-i Muharriş: Üstüvâne-i tevbe’nin kuzeyinde ve Hücre-i Seâdetin karşısındaki direktir. İlk zamanlarda Medîne-i münevverenin ileri gelenleri namaz kılmak için bu direğin yanında toplanırlardı. Hazret-i Ali bu direk dibinde namaz kılar, geceleri Peygamber efendimizi düşmanların hîle ve tuzaklarından korumak için bu direğin dibinde dururdu. Bu sebeple Üstüvâne-i Muharriş veya Üstüvâne-i Ali bin Ebî Talib denilmiştir. Üzerinde Hâzihî Üstüvânet-ül-Haresi ibaresi yazılıdır.

6-Üstüvâne-i Vüfud: Üstüvâne-i Muharrişin kuzeyinde olup, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Arab kabilelerinden gelen elçileri bu direğin yanında kabul ederdi. Bu direk ile Üstüvâne-i Muharriş arasında bulunan kapıya da Bâb-ül-Vüfûd denir.

Üstüvâne-i Muharriş ve Üstüvâne-i Vüfûd direklerinin yerleri hakkında başka rivayetler de vardır.

7-Üstüvâne-i Murabbaa-i Kabr: Makâm-ı Cibril denilen yerin yâni Hücre-i Seâdet şebekesinin kuzeybatı köşesi bitişiğinde bulunan bir direktir.

Üstüvâne-i Vüfûd ile Üstüvâne-i Murabbaa-i Kabr-i Şerîf arasında, Hücre-i Seâdet şebekesi yanında diğer bir direk daha olduğundan, Üstüvâne-i Vüfûd birinci, Üstüvâne-i Murabbaa-i Kabr üçüncü direk olmaktadır.

Peygamber efendimiz, Üstüvâne-i Murabbaa-i Kabr’in bulunduğu yerde bulunan hazret-i Fâtıma’nın kapısını açar, hâl ve hatırını sorar; Hasen ve Hüseyn’i (radıyallahü anhümâ) namaza kaldırmasını işaret buyururdu. Bu direk ile isimsiz olan diğer direk, daha sonraki devirlerde Hücre-i Seâdet içine alınmış olup, ziyaret edilememektedir.

8-Üstüvâne-i Teheccüd: Sevgili Peygamberimiz bu direğin yanında teheccüd namazı kıldıkları için bu isimle anılmştır. Eshâb-ı kiram aleyhimürrıdvân yatsı namazından sonra evlerine gidince, Peygamberimiz bu direğin dibine hasırdan bir seccade serip, gece namazı kılarlar; Ramazan ayının son on gününde buraya hasır bir çadır kurarak içinde îtikâfa çekilirlerdi.

Eshâb-ı kiramdan bâzıları Peygamber efendimizin burada gece namazı kıldığını görüp, O’na uyarak gece namazı kılmağa başladılar. Bunları gören diğer Eshâb-ı kiram da gece namazı kılmak üzere bu cemâate dâhil oldular. Cemâat git gide çoğalınca, Peygamber efendimiz bir gece yere yaydıkları seccadeyi kaldırıp Hücre-i Seâdetlerine girdiler. Peygamber efendimizi üzdüklerini zanneden Eshâb-ı kiram bu hâlin hikmetini sordular. Bunun üzerine; “Gece namazının size farz olmasından korktum. Zira sizin gece namazını eda etmeye gücünüz yetmez” buyurdu.

Üstüvâne-i Teheccüd; hazret-i Fâtıma’ya âid odanın kuzey tarafında olup, daha sonra buraya bir mihrâb yapılmıştır. Şimdi bu mihrâb, Şebeke-i Seâdet içine alınmıştır. Şebekenin dışında kalan, mihrabın arka tarafındaki bu mihrabın üzerinde Hazâ Mütehecced-ün-Nebî ibaresi yazılıdır. Bu mihrâb zaman zaman tamir edilmiş ve yenilenmiştir.

Suffe yeri: Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmmdan olup, vakitlerini ilim ve ibâdetle geçiren kimsesiz müslümanların, (Bkz. Eshâb-ı Suffe) o zamanki Mescid-i Nebî’nin bitişiğinde kaldıkları yerdir. İlk zamanlar Mescid-i Nebî dışında olan bu kısım, Mescid-i Nebî genişletilirken içine dâhil edilmiştir.

Suffe yeri, Peygamber efendimizin Medine’ye hicretten sonra yaptırdığı ilk Mescid-i Nebî’nin kuzey tarafında idi. Kıble, Kudüs’deki Mescid-i Aksâ’ya doğru olduğu sırada Peygamber efendimizin mihrabının bulunduğu yerde idi. Kıble, Mekke’deki Kâbe-i muazzamaya döndürülünce, bekâr ve kimsesiz muhacirlerin kalmaları için, bu kısma bir gölgelik yapıldı.

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) burada kalan ve kendilerine Ehl-i Suffe denilen kimselerdendi, Bunların sayıları, on ile dört yüz arasında idi.

Peygamber efendimizin teheccüd namazı kıldıkları yerde yaptırılan mihrâb-ı teheccüdün kuzey tarafında bulunan bu kısımla, mihrâb-ı teheccüdün arasından geçilerek Bâb-ı Cibril’e gidilse, Mihrâb-ı teheccüd sağ, Suffe yeri ise sol tarafta kalır. Suffe yeri, etrafı yarım arşın kadar yükseklikte parmaklıklarla çevrilmiştir.

Hücre-i Hazret-i Fâtıma: Hazret-i Âişe’ye ait odanın bitişiğinde, Peygamber efendimizin kızı Fâtıma (radıyallahü anhâ) için yapılan oda idi. Bu iki oda arasında küçük bir kapı vardı. Bu kapıyı Peygamber efendimiz daha sonra kapattırdı. Bu oda, Hücre-i Seâdetin kuzeyine Üstüvâne-i teheccüd direğinin kıble tarafında idi. Bu kısmın etrafı bir ara parmaklıkla çevrilip, maksure şeklinde kaldı ve bilâhere Şebeke-i Seâdet içine alındı.

Bugün bu kısım, Üstüvâne-i Murabbaa-i Kabr ile Üstüvâne-i teheccüd direklerinin arasında bulunmaktadır. Peygamber efendimiz, seferden döndüğü zaman ilk önce Mescid-i Nebî’ye girer, iki rekat namaz kıldıktan sonra hazret-i Fâtıma’nın odasını ve sırasıyla zevcât-ı tâhirâtının odalarını ziyaret ederek hâl hatır sorardı.

Mescid-i Nebî’nin kapıları: Peygamber efendimiz zamanında Mescid-i Nebî’nin etrafında evi bulunan Sahâbe-i kiramın evlerinin bir dış kısma, diğeri Mescid-i Nebî’ye bakan ikişer kapıları vardı.

Bu evlerde bulunan Sahâbe-i kiram ne zaman isterlerse Mescid-i Nebî’ye girerler ve ibâdet ederlerdi. Peygamber efendimiz, vefat etmeden beş gün önce Minber-i Seâdete çıkıp; “Allahü teâlâ bir kulunu dünyâda kalmak ile, Rabbine kavuşmak arasında serbest bıraktı. O kul Rabbine kavuşmak istedi. Ey Eshâbım! Dîn-i islâm yolunda sıdk ve ihlâs ile malını feda eden Ebû Bekr’den çok razıyım. Âhır et yolunda arkadaş edinmek olsaydı, onu seçerdim. Onun kapısından başka mescidime bakan kapıların hepsini kapatmanızı emr ve tavsiye ediyorum” buyurdu. Peygamberimizin emriyle hazret-i Ebû Bekr’in kapısından başka kapılar kapatıldı. Zâten Mescid-i Nebî tarafına açılan tek kapısından başka girilecek yeri olmayan hazret-i Ali’ye âid kapı da kapatılmadı.

Daha sonraki devirlerde sekizi batı, sekizi doğu ve dördü kuzeyde olmak üzere yirmi kapı açıldı. Ayrıca kıble cihetinde, ileri gelenlerin girip-çıktığı, belli zamanlarda açılan ve kapanan dört kapı daha vardı. Abbasî halîfelerinden Mehdî tarafından bu kapıların yirmisi kapatılıp dördü bırakıldı. Osmanlı sultanlarından Abdülmecîd Hân devrinde bir kapı daha ilâve edilerek beşe çıkarıldı. Bu kapılar şunlardır:

1-Bâb-ı Osman: Hazret-i Osman’ın evinin karşısında bulunması sebebiyle bu isimle meşhûr olmuştur. Peygamber efendimiz, Cennet-ül-Bakî’ yolu üzerinde bulunan hazret-i Osman’ın evini ziyaret etmek için bu kapıdan girip çıkmayı âdet edindikleri için bu kapıya Bâb-ün-Nebî de denir. Şimdi bu kapıya Bâbü Cibril denilmektedir. Peygamber efendimiz Kureyzâ yahûdîleri üzerine sefer düzenlediği zaman, Cebrail aleyhisselâm Peygamber efendimize yardım için geldiğinde bu kapı önünde beklediği için bu ismi almıştır.

Doğu taraftaki diğer kapılardan büyük ve süslü bir şekilde yapılan bu kapı, Mescid-i Nebî’nin doğu duvarındaki kapıların kıble tarafına en yakın olanıdır. Bâbü Cibril’den çıkıp iki metre kadar doğuya gidilince, Mescid-i Şerîf duvarının zemîninde, bir karış yükseklikte büyük bir taşa rastlanır. Bu taşın, Asr-ı Seâdette Cebrail aleyhisselâmın üzerinde durduğu taş olduğu rivayet edilir. Hattâ bu kapının kıble tarafındaki pencereye Pencere-i Cibril denilir.

2-Bâb-ı Rabta: Mescid-i Seâdetin ikinci kapısı olup, Abbasî Devleti’nin kurucusu Ebü’l-Abbâs Seffâh’ın kızı Rabta’nın evinin karşısında olduğundan bu isimle anılmıştır. Peygamber efendimiz; “Ben bu kapıyı kadınlar için ayırdım” buyurdukları için, kadınların giriş ve çıkışlarına mahsûs olan bu kapıya bugün Bâb-ün-Nisâ denilmektedir. Bu kapı, Mescid-i Nebî’nin doğusunda bulunan ve kıbleden îtibâren Bâbü Cibril’den sonraki ikinci kapıdır.

3-Bâb-ür-Rahme: Mescid-i Nebî’nin üçüncü kapısıdır. Hazret-i Muâviye’nin torunu olan Abdullah’ın kızı Âtike’nin evinin karşısında olduğu için Bâbü Âtike denilmiştir. Bu kapı, Peygamber efendimiz zamanında Bâb-üs-Sûk diye bilinirdi. Peygamber efendimiz, bir Cum’a günü hutbede iken bu kapıdan gelen bir kimse; “Yâ Resûlallah! Susuzluktan hayvanlarımız, aile ve çocuklarımız perişan oldu. Bizim için cenâb-ı Hakk’a dua edin de yağmur ihsan buyursun” deyince, Peygamber efendimiz mübarek ellerini kaldırıp dua buyurdular. Bu sırada Sel’ dağının üzerinde rahmet (yağmur) işaretleri belirip, yağmur yağdı. Bu sebeple bu kapıya Bâb-ür-Rahmedenildi. Bu kapı Mescid-i Nebî’nin batısında olup, batı duvarının kuzey kısmındadır.

4-Bâb-üs-Selâm: Emevî halîfelerinden Mervân bir Hakem’in evinini karşısında olduğu için Bâbü Mervân diye de anılan bu kapı, Mescid-i Nebî’nin batısında ve kıbleye yakın olanıdır. Bu kapı, Mescid-i Nebî’nin beş kapısının en büyük ve en ziynetlisidir. Bâb-üs-Selâm ile Bâb-ür-Rahme arasında üç küçük kapı daha vardır. Peygamber efendimiz vefatından önce Eshâb-ı kiramın evlerinden mescide açılan kapıların kapatılmasını emir buyurduğu sırada, sâdece Ebû Bekr-i Sıddîk’ın (r. anh) kapısının kapatılmamasını istemişti. Bu kapılardan Bâb-üs-Selâm’ın sol tarafından üçüncü küçük kapı Bâb-üs-Sıddîk adıyla bilinir.

5-Bâbü Tevessül: Mescid-i Nebî’nin kuzeyinde bulunan kapıdır. Bu kapı, Osmanlı sultanlarından Abdülmecîd Hân tarafından yaptırılmış olduğundan Bâbü Mecîdî de denir. Mescid-i Nebî’nin kumluk kısmının gerisinde bulunan revaçların iç kısmındaki kapıya Bâbü Mecîdî, dış kısımda bulunan kapıya Bâbü tevessül denilmektedir.

Mescid-i Nebî’nin bu büyük kapılarından başka küçük kapıları da vardı. Osmanlılardan sonra Mescid-i Nebî’nin genişletilmesi sırasında bâzı değişiklikler yapılmıştır.

7-Makâm-ı Cibril: Murabbaa-i Kabr-i şerîfin kuzey tarafında bulunan ve Hücre-i Seâdetten sayılan bu makamda ekseriye Cebrail aleyhisselâm, Peygamber efendimize vahy getirirdi.

Mescid-i Nebî’nin minareleri: Asr-ı Seâdette mescidin minaresi yoktu. Bilâl-i Habeşî, Neccâroğullarından mescide yakın olan birinin evinin üzerine çıkarak ezan okurdu. Hulefâ-i Râşidîn devrinde de böyle oldu. Ömer bin Abdülazîz zamanına kadar Mescid-i Nebî’nin minareleri yoktu. İlk olarak Mescid-i Nebî’nin dört köşesine dört minare yaptırdı. Bu minarelerin kıble tarafında bulunanları diğerlerinden yüksek idi. 709 (H. 91) senesinde Süleyman bin Abdül-melik, Bâb-üs-Selâm minaresini bir bahane ile yıktırdı. Mescid-i Nebî, 615 sene kadar üç minareli olarak kaldı. 1306 (H. 706) senesinde Muzafferi Harîrîtarafından Bâb-üs-Selâm minaresi yeniden yaptırıldı. Bu minare diğer minarelerden yüksek oldu. Memlûklü sultânı Kayıtbay, Reîsiyye minaresini 1485 (H. 890)’da tamir ettirdi ve yüksekliğini arttırdı. Osmanlı sultânı Abdülmecîd Hân zamanında bu minarelerin hepsi tamir edildi. Sonradan Osmanlı sultânı Abdülazîz Hân, Bâb-ür-Rahme yanında bir minare daha yaptırdı. Böylece Mescid-i Seâdetin beş minaresi oldu. Bu beş minare şunlardır:

1-Reîsiyye minaresi: Bu minare, Muvâcehe-i Seâdetin penceresi karşısında ve kıble duvarının doğu köşesindedir.

2-Bâb-üs-Selâm minaresi.

3-Bâb-ü-Rahme minaresi.

4-Mecidiyye minaresi: Sincâriyye minaresi de denir.

5-Azîziyye minaresi: Habeşe minaresi de denir.

Mescid-i Nebrnin beş mihrabı vardır:

1-Mihrâb-ün-Nebî: Peygamber efendimizin namaz kıldırdığı yerde Ömer bin Abdülazîz tarafından yaptırılan mihrâbdır.

2-Mihrâb-ı Osmânî: Hazret-i Osman’ın halîfeliği zamanında kıble tarafında yapılan genişletme esnasında yapılan mihrâbdır.

3-Mihrâb-ı Süleymânî: Minber-i Nebî’nin batı tarafında, Kanunî Sultan Süleyman’ın, Hanefî mezhebinde olan imamların efdâl vakitlerde namaz kıldırmaları için yaptırdığı mihrâbdır.

4-Mihrâb-ı Teheccüd: Peygamber efendimizin teheccüd namazı kıldıkları yerde teberrüken yaptırılan mihrâbdır.

5-Mihrâb-ün-Nisâ: Bâb-ün-Nisâ kapısının iç kısmında, Mescid-i Seâdetin sol tarafında, kadınların namaz kılması için yeşil kafeslerle ayrılan yeri tâyin maksadıyla Mescid-i Nebî’nin, Sultan Abdülmecîd Hân devrindeki tamiri sırasında yaptırılan mihrâbdır.

Mescid-i Seâdetin önceki devirlerde ve Osmanlılar zamanında yapılan kısmının içinde 423 direk; 10 tanesi büyük, 16’sı beyaz, 64 orta, gerisi de küçük olmak üzere 242 kubbesi vardır. Osmanlılardan sonra Mescid-i Nebî’ye yeni ilâveler yapılmış, minarelerden ikisi yıkılarak mîmârî özelliği olmayan yeni minareler yapılmıştır. Genişletme çalışmaları hâlen devam etmektedir.

Mescid-i Nebî’nin fazileti: Yeryüzünde Kâbe-i muazzamadan ve etrafındaki Mescid-i Harâm’dan sonra en mübarek yer olan Mescid-i Nebî hakkında Peygamber efendimiz; “Ben peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi mescidim de peygamberlerin mescidlerinin sonuncusudur” ve “Minberimle Âişe’nin hücresi (kabr-i seâdet) arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir” ve “Yalnız üç mescide ziyaret için gidilir. Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî, Mescid-i Aksa” ve “Benim mescidimde kılınan namaz, Mescid-i Haram müstesna başka mescidlerde kılınan namazlardan bin kat daha sevâbdır.”

“Kabrimi ziyaret edene şefaatim vâcib oldu” buyruldu. Bu hadîs-i şerîfi İbn-i Huzeyme ve Bezzâr ve Dâre-Kutnî ve Taberânî haber vermektedir. Bezzâr hazretlerinin bildirdiği başka bir hadîs-i şerîfde; “Kabrimi ziyaret edene şefaatim helâl oldu” buyruldu. Müslim-i şerîfdeki ve Ebû Bekr bin Mekkârî’nin Mu’ceme kitabında bildirilen hadîs-i şerîfde; “Bir kimse beni ziyaret etmek için gelse ve başka bir şey için niyyeti olmasa, kıyamet günü, ona şefaat etmemi hak etmiş olur” buyruldu. Bu hadîs-i şerîf, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemi ziyaret etmek için Medîne-i münevvereye gelenlere, şefaat edeceğini haber vermektedir.

İmâm-ı Taberânî’nin ve Dâre Kutnî’nin ve diğer hadîs imamlarının bildirdikleri hadîs-i şerîfde; “Hac edip kabrimi ziyaret eden kimse, beni diri iken ziyaret etmiş gibi olur” buyruldu. Dâre Kutnî’nin haber verdiği başka bir hadîs-i şerîfde; “Hac edip de, beni ziyaret etmeyen kimse, beni incitmiş olur” buyruldu. Bu hadîs-i şerîfi İmâm-ı Mâlik de bildirmiştir. Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem ziyaret olunmak istemeleri, ümmetinin, bu yoldan dasevâb kazanmaları içindir. İmâm-ı Beyhekî’nin haber verdiği hadîs-i şerîfde; “Bir kimse bana selâm verince, Allahü teâlâ, ruhumu geri verir. Onun selâmına cevâb veririm.” buyruldu. İmâm-ı Beyhekî, bu hadîs-i şerîfe dayanarak, Peygamberler mezarlarında diridirler buyurdu, Mübarek ruhunun geri verilmesi demek, yüksek makamında ve en değerli nîmetler arasında, bunlara dalmış iken, bunları bırakıp selâm verene cevâb verir demektir.

Peygamberlerin, mezarlarında diri olduğunu bildiren ve birbirlerini kuvvetlendiren hadîs-i şerîf pek çoktur. Meselâ; “Kabrimin yanında, benim için okunan salevâtı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar da bana bildirilir.” buyrulmuştur. Bu hadîs-i şerîfi Ebû Bekr bin Ebî Şeybe bildirmiştir. Bu ve bunun gibi hadîs-i şerîfler, altı büyük hadîs imamının kitâblarında vardır.

Sakın terk-i edebden, kûy-i mahbûb-ı Hudâdır bu,
Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâdır bu!

Murâ’ât-i edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha.
Metâf-i kudsiyândır, bûsegah-i Enbiyâdır bu!