Vehib b. Verd Hazretleri
Zâhid bir zât idi! Şüpheli şeylere düşerim korkusuyla, mübâhların bile çoğunu terk’ederdi!..
Çok ibâdet eder ve hikmet dolu sözler söylerdi… Kendi evindekiler dahil hiç kimse, onun güldüğünü görmemiştir!.. Bir gün . sebebini sorduklarında, şöyle cevap buyurdu: “Kıyâmet günü, aynı yere toplanacakların ve Rabbi teâlâya hesâb vereceklerini bilenlerin; kalbleri nasıl sevinçli olabilir ve nasıl gülebilirler, anlamıyorum!”
İbrâhim b. Edhem, Bişr-i Hafi, îbn-i Mübarek ve Fudayl b. Iyâd gibi büyük zâtlarla sohbet ederdi. Süfyârı-ı Sevrîhazretleri; Mescid-i Harâm’da va’z-ü nasihatten sonra, ekseriyâ: “Haydi, şimde kalkınız!.. Tabibimiz, Hazreti Vehib’e gidelim. Onda nice hikmetli sözler, güzel haberler vardır!..” buyururdu… Yanına varınca sordular: “Sizdeki bu ‘Allah korkusuna’, nasıl kavuştunuz?”
Şöyle cevap verdi: “Bir zaman, bir dere kenarında bulunuyordum! Namazı bitirdikten sonra birisi, âniden kolumdan tutup dedi ki: ‘Ey Vehib! Rabbinin kudreti, seninkinden ne kadar ziyâde ise; sen de ondan, o kadar kork!.. Allahü teâlâ sana ne kadar yakın ise; sen de ondan, o derece hayâ et!..’ Bu zât ile, daha fazla konuşmak istedim. Lâkin gene, âniden kayboldu!”
Herkes geceleri uyurken Hazreti Vehib yatmaz, ibâdet ederdi!.. Yatsı abdestiyle, sabah namazı kılardı!.. Yakınların, dan biri sordu: “Niçin hiç uyumuyorsunuz?”
“Allahü teâlânın azabı hakkında okuduğum bir âyet-i kerîme, beni bu hale getirdi… O mübarek âyet, uykularımı kaçırdı. Ne ettimse, uyuyamadım!” dedi…
Bişr-i Hafi hazretleri buyurdu ki: “Allahü teâlâ zamanımızda 4 zâta, büyük ni’met ve dereceler ihşân etmiştir!.. Onlar îbrâhim Edhem, Yûsuf b. Esbât, Sâlimü ’l-Havvâs ve Vehib b. Verd (rh. aleyhim) hazretleridir…”
Bir gün kendisine sordular: “Ey Üstâd! Nasıl bu kadar, hikmetli söz söyliyebiliyorsunuz?”
Şöyle cevap verdi: “Hikmet söyliyenler buyurdu ki; ‘Hikmet 10 kısımdır. Bunun dokuzu susmak, sükût etmektir!..’”
Doğrular
Bir gün arkadaşı, Muhammed b. Münkedir hazretlerinin ziyâretine vardı. O vücûdundaki şiddetli bir ağrı sebebiyle, çok muzdarip hâldeydi… Hazreti Vehib elini, ağrıyan yere koydu ve: “Bismillahirrahmanirrahîm…” çekerek, buyurdu ki: “Eğer bu ‘Besmele-i şerife’ sıdk ile, bir dağın üzerine okunsa; dağ erir!”
Sonra, talebelerine, şu hadîs-i şerifi rivâyet etti: “Kim bir hastayı ziyâret edip, yanında bir miktar otursa!.. Allahü teâlâ o kimseye, bin sene göz açıp kapayıncaya kadar; hiç günâh işlememiş, hep ibâdet etmiş gibi sevâp yazar…”
Talebeleri sordular: “Hocam!.. Şeytân, insanlara nasıl musallat olur?” Cevâben, şu hikâyeyi anlattı: Yahyâ aleyhisselâm birgün, şeytâna rastgeldi. Ona dedi ki: “İnsanlara nasıl musallat olduğunu bana anlatır mısın?”
Şeytân, şeytanca gülerek şöyle anlattı: “Bize göre insanların hepsi, 3 kısımdır: Birinci kısım; sizlersiniz! Sizlere (yâni Peygamberlere); bizim hiç gücümüz yetmez!.. İkinci kısım olan insanlarla; çok uğraşırız! Ama sonunda, onları aldatırız. Fakat onlar, hemen tevbe ederler ve bizim uğraşmamız boşa çıkar!.. Ama, peşlerini bırakmayız. Yine bir hayli uğraşır, nihâyet aldatırız! Fakat onlar, gene tevbe ederler. Bizim bütün uğraşmamız, boşa gitmiş olur!.. Bu kısım insanlardan, ne memnûn kalırız! Ne de, ümid keseriz… Üçüncü kısımdaki insanlara gelince!.. Onlar bizim emrimizdedir. Ve onlara, her istediğimizi yaptınrırız” itirafında bulundu…
Birgün mescidde, Vehib b. Verd hazretlerine soruldu: “Üstâd! Siz; Allahü teâlâya kavuşmak için, hemen ölmeyi mi istersiniz? Yoksa ona ibâdet için; daha çok yaşamayı mı arzu edersiniz?”
Bu suâle cevab olarak: “Ben, hiç bir şey istemem!.. Allahü teâlâ hakkımda, neyi irâde buyurup, takdir etmişse; sâdece onu isterim.. Onu severim ve ondan râzı olurum!..” dedi. Mescidde bulunan, büyük âlim ve mutasavvıf Süfyan-ı Sevri hazretleri ayağa kalktı. Vehib b. Verd’i (rh. a.) alnından öptü ve: “En doğrusunu, sen söyledin!” buyurdu…
Helâl Lokma
Vehib b. Verd hazretlerinin naklettiğine göre: “…İsâ aley- hisselâm, havârilerinden biriyle yolda gidiyorlardı… Oralarda yaşıyan, çok meşhûr bir eşkıyâ mevcuttu. Yol kesip; aldığı malların haddi hesâbı yoktu!.. Eşkıyâ onları görünce, yüreğine ateş düştü! Allahü teâlâyı hatırlıyarak, yaptığı hırsızlık ve kötülüklere pişmân oldu!.. Hattâ kendi kendine teybe ederek, dedi ki: ‘Hazreti İsâ, Rabbimin Resûlüdür. Yanındaki de, havârisidir. Ey nefsim! Sen ise, insanların zorla yollarını kesip; mallarını gaspeden ve çok kan döken bir eşkıyâsın!’ Ve Hazreti İsâ ile havarisi, yaklaştıkları zaman: ‘Ben de, onlara arkadaş olayım!.. Hattâ kendileriyle, beraber gideyim!’ diye niyetlendi… Sonra gene, kendi kendine düşündü ki: ‘Ey şakı nefsim!.. Onlar kim, sen kimsin!.. Onlarla beraber olmaya, hiç lâyık mısın?.. Hatâ ve kusûrların o kadar fazla ki; ancak arkalarında yürüyebilirsin!’ itirafında bulundu… Ve arkaları sıra, sessizce yürümeye koyuldu… Epeyce yol aldılar. Sonra, İsâ aleyhisselâm’ın Havârisi: ‘Efendim!.. Bu eşkıyâ, bizim peşimiz sıra geliyor!’ diye, endîşesini belirtti…
Isa (Mesîh) aleyhisselâm ise: ‘Bırak gelsin!.. Allahü teâlâ o eşkıyâya, pişmanlık ve tevbe ihsân eyledi’ buyurdu…”
Hazreti Vehib harâm lokma yemediği gibi; şüpheli gördüğü birçok mübâhı da terketmişti!.. Arkadaşları dediler ki: “Çok incelersen, ekmek de yememek gerekir! Çünkü Mekke’deki tarlalar; kimsesi kalmayan, dul ve yetimlerin tarlalarıyla karışmıştır. Bu sebeple…” derken, Hazreti Vehib düşüp bayıldı!.. Arkadaşları, bu sözü söyleyene çıkıştılar: “onu öldürmek mi istiyorsun!..” dediler… O da: “Bir kastım yoktu” dedi… Az sonra ayılan, Hazreti Vehib şöyle kekeledi: “Bundan sonra, ekmek yemiyeceğim!”
Dediğini de yaptı ve sâdece sütle, kifâf-ı nefs eyledi…
Vefatı
Talebelerine buyurdu ki: “Kâbe-i muazzama yanındaki; ‘Hatim’ mevkiinde namaz kılıyordum. Namazı bitirince; Kabe’den doğru gelen, bir ses işittim!.. ‘Beni tavâf edenlerden bâzılarının, lüzûmsuz sözlerinden ve fâidesiz düşüncelerinden, çok rahatsız oluyorum. Eğer devam edecekler ise; öyle parçalanırım ki… Her parçam; nereden alınmışsa, oraya gider!..’ diyor ve bâzı hareketlerden, ne kadar rahatsız olduğunu açıklıyordu!..”
Talebeleri sordular: “Üstâd!.. Kalblerimizi, nasıl tedavi edebiliriz?”
“Anlıyarak ve mânâlarını düşünerek, Kur’ân-ı Kerîm’i okumaktan daha fazla, kalbleri rikkâte sevkeden bir şey yoktur!”
“Allahü teâlâ indinde, en makbûl amel, (hayırlı iş) hangisidir?”
Bir fıkıh âlimi, kendisinden daha yüksek olan; başka bir fıkıh âlimine aynı suâli sordu. Cevâbında şöyle buyurdu: “Allahü teâlâ indinde en makbûl amel: Emr-i bi’l-Mâ’ruf ve Nehy-i ani’l-Münkerdir!… (Allahü teâlânın emirlerini öğretmek ve yasak ettiklerinden, engellemektir).”
“Zühd nedir?”
“Dünyâ malına ait kayıplarına, üzülmemek!.. Eline geçen dünyâlıklar için de, şımarmamaktır!”
“Rızık için, hiç endişelendiğiniz oldu mu?”
“Bütün yerlerin, kalay olduğunu görsem!.. Göklerin de, bakır olduğunu anlasam!.. Rızkımdan; endîşe etmem!.. Eğer endîşeye kapılsam; Allahü teâlânın bütün mahlûkların rızkına kefil olduğuna, inanmamış olurum!”
“İnsanlara, nasıl va’z etmeliyiz?”
“İnsanlara va’z edeceğiniz zaman; onlara ibâdetin ehemmiyetinden bahs’edin… Zira, deniz yolculuğuna çıkanlar için (gemi) ne kadar mühimse; insanlar için ibâdet, o kadar ehemmiyetlidir!”
Bir seher .vakti, secdede çok ağladı ve: “Yâ RabbiL Şu günahkâr kulunu affeyle…” diye yalvardı ve gözyaşı döktü… Nihâyet bir ses işitti ki: “Yâ VehibL Seni affettik!..”
Nihâyet 770 (153 h.) yılında vefât etti. Rahmetullahi aleyh.