HEVÂY-İ NEFİS - kainatingunesi.com

 

HEVÂY-İ NEFİS

7 – Kalb hastalıklarının, yâni kötü huyların yedincisi, (nefsin hevâsı)na, şehvetlerine, isteklerine, lezzetlerine tâbi olmaktır. Bunun kötü olduğu, âyet-i kerimelerde açıkça bildirilmiştir. Nefsin arzularının, insanı Allah yolundan saptırıcı oldukları, Kur’an-ı kerimde haber verilmiştir. Çünkü nefis, dâimâ Allahü teâlâyı inkâr, Ona inat, isyân etmek ister. Her işte, nefsin arzularına uymak, nefse tapınmak olur. Nefsine uyan, küfre veya bid’at sahibi olmaya yâhut fıska yâni haram işlemeye başlar. Ebû Bekr Tamistânî diyor ki, (Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nîmetlerinin en büyüğüdür. Çünkü nefis, Allahü teâlâ ile kul arasındaki perdelerin en büyüğüdür). Sehl bin Abdüllah Tüsterî [283 h. Basrada] diyor ki, (İbâdetlerin en kıymetlisi, nefse uymamaktır). İslâm bin Yûsüf Belhî, Hâtem-ül-esam’a [237 h.] bir şey hediye etti. Hâtem bunu kabûl edince, bunu kabûl etmek nefsin arzusuna uymak olmaz mı dediler. Kabûl etmekle kendimi zelîl, onu azîz eyledim. Red etseydim, kendim azîz, o zelîl olurdu. Nefsimin hoşuna giderdi dedi. Resûlullah, uzun bir hadis-i şerifin sonunda buyurdu ki, (İnsanı felakete sürükleyen şeyler üçtür: Hasîslik, nefse uymak, kendini beğenmek.) İmâm-ı Gazâlî buyurdu ki, Allahü teâlânın insana yardımına mani olan perdelerin en kötüsü, (Ucb)dur. Yâni ayblarını görmeyip, ibâdetlerini beğenmektir. Îsâ aleyhisselâm buyurdu ki, (Ey havârîler! Rüzgâr, çok ışıkları söndürmüştür. Ucb da, çok ibâdetleri söndürmüş, sevaplarını yok etmiştir.)

Hadis-i Şerifte, (Ümmetimin iki kötü huya yakalanmalarından çok korkuyorum. Bunlar, nefse uymak ve ölümü unutup, dünya arkasında koşmaktır) buyuruldu. Nefse uymak, islâmiyete uymaya mani olur. Ölümü unutmak, nefse uymaya sebep olur.

Hadis-i Şerifte, (Aklın alâmeti, nefse gâlib ve hâkim olmak ve öldükten sonra lâzım olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alâmeti, nefse uyup, Allahdan af, merhamet beklemektir) buyuruldu. Nefse uyup da, tevbe ve istiğfâr etmeden, af ve Cennet beklemek ahmaklık olmaktadır. Sebebine yapışmadan birşey beklemeye (Temennî) denir. Sebebine yapıştıktan sonra, beklemeye (Recâ) denir. Temennî, insanı tembelliğe götürür. Recâ ise, çalışmaya sebep olur. Nefsin sevdiği, istediği şeylere (Hevâ) denir. Nefis, yaratılışında kötülükleri, zararlı şeyleri sevici ve isteyicidir. (Nefsinden sakın dâim. Ona güvenme aslâ. Yetmiş şeytandan daha, fazla düşmandır sana) beyti, tâm yerinde söylenmiştir. Nefsin, insanı haramlara ve mekruhlara sürüklemesinin zararları meydandadır. İstekleri hep hayvânî arzulardır. Hayvânî arzular ise, hep dünyadaki ihtiyaçlardır. İnsan bu arzuları peşinde olduğu kadar, âhıret ihtiyaçlarını hazırlamakta geri kalır. Çok mühim olan bir şey de, nefis mubâhlarla doymaz. Mubâhları kullanmağı arttırdıkca, isteklerini arttırır. Yine de, doymaz. İnsanı haramlara sürükler. Bundan başka, mubâhları aşırı kullanmak, elemlere, dertlere, hastalıklara sebep olur. Böyle insan, hep mi’desini, zevkini düşünür. Hasîs ve rezil olur.

[İmâm-ı Rabbânî buyuruyor ki, (Bütün varlıkların aslı, (Adem)dir, yokluktur. Herşey yok iken, Allahü teâlâ, bunları yoklukta biliyordu. İlmindeki bu ademlere, kendi sıfatlarından aks ettirdi, yansıttı. Varlıkların aslları hâsıl oldu. İlmdeki bu aslları, hârice çıkardı. Varlıklar hâsıl oldu. Elma çekirdeğinin, elma ağacına asl olması gibi. İnsanın yapısını anlamak için, birşeyin aynadaki hayâlini düşünelim. Aynadaki bu görüntü, o şeyden gelen ışınların, aynadaki yansımalarıdır. Ayna adem gibidir. İnsanın kalbi ve ruhu bu ışınlara benzer. Ayna, insanın bedenine, camın parlaklığı ise, nefse benzer. Yâni, nefsin aslı, ademdir. Kalb ile ruh ile ilgisi yoktur). Nefse uyan kimse, hep islâmiyetin dışına çıkar. Hayvânlarda akıl ve nefis olmadığı için, ihtiyaçlarını bulunca kullanırlar. Yalnız bedenlerine zarar veren, kendilerini inciten şeylerden kaçarlar. İslâm dîni, rahat ve huzur içinde yaşamak için lâzım olan şeylerden ve dünya lezzetlerinden faydalı olanları yasak etmiyor. Bunların elde edilmesinde ve kullanılmasında, akla ve dîne uymağı emrediyor. İslâm dîni insanların dünyada da, âhırette de rahat ve huzur içinde yaşamasını istiyor. Bunun için, akla uymağı emrediyor. Nefse uymağı yasak ediyor. Akıl yaratılmasaydı, insan hep nefsine uyar, felaketlere sürüklenirdi. Nefis olmasaydı, insan, yaşaması ve üremesi için ve medenî hayat için lâzım olan şeyleri kazanmak için çalışmasında kusur ederdi ve Nefis ile cihâd sevabından mahrum kalırdı. Meleklerden daha üstün olmak yolu kapalı kalırdı. Hadis-i Şerifte buyuruldu ki, (Âhırette olacaklardan, sizin bildiklerinizi hayvanlar bilselerdi, yimek için et bulamazdınız!) Yâni, hayvanlar âhıretteki azâbların korkusundan dolayı, yimekten, içmekten kesilirlerdi. Bir deri, bir kemik kalırlardı. İnsanlarda nefis olmasaydı, hayvanlar gibi, korkudan, yiyemez, içemez, yaşıyamazlardı. İnsanların yaşıyabilmeleri, nefslerinin gafleti ve dünya lezzetlerine düşkün olması iledir. Nefis, iki tarafı keskin bıçak gibidir. Hem de, zehirli ilâc gibidir. Tabîbin tavsiyesine göre kullanan, bundan fayda kazanır. Aşırı kullanan helâk olur. İslâmiyet, nefsin helâk edilmesini, yok edilmesini değil, terbiye edilmesini, ondan istifâde edilmesini emretmektedir.]

Nefsin islâmiyetin dışına taşmasını önlemek için, onunla iki cihâd vardır: Birincisi, ona uymamak, onun arzularını yapmamaktır. Buna, (Riyâzet) çekmek denir. Riyâzet, verâ ve takvâ ile olur. (Takvâ), haramlardan sakınmaktır. (Verâ) haramlardan ve mubâhları ihtiyaçtan fazla kullanmaktan da sakınmaktır. Cihâdın ikincisi, onun istemediği şeyleri yapmaktır. Buna (Mücâhede) denir. Bütün ibâdetler mücâhededir. Bu iki cihâd, nefsi terbiye eder. İnsanı olgunlaştırır. Ruhları kuvvetlendirir. Sıddîkların, şehitlerin ve sâlihlerin yoluna kavuşturur. Allahü teâlâ kullarının tâatlarına, ibâdetlerine muhtaç değildir. Kullarının günah işlemesi Ona hiç zarâr vermez. Kullarının nefslerini terbiye etmek, nefsle cihâd etmek için bunları emretmiştir.

İnsanlarda nefis olmasaydı, insanlık kalmaz, meleklik hâsıl olurdu. Hâlbuki, beden birçok şeylere muhtaçdır. Yimek, içmek, uyumak, istirâhat etmek lâzımdır. Süvâriye hayvan lâzım olduğu gibi, insana da beden lâzımdır. Hayvâna bakmak lâzım olduğu gibi, bedene hizmet etmek de lâzımdır. İbâdetler beden ile yapılmaktadır. Birisinin geceleri uyumayıp, hep namaz kıldığı söylendikte, (İbâdetlerin kıymetlisi, az olsa da devamlı yapılanlardır) buyuruldu. İbâdetin devamlı yapılmasında, kulluğa alışmak vardır.

Niyet ederek şeriate uymaya (İbâdet) etmek denir. Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına (Şeriat) ve (Ahkâm-ı ilâhiyye) denir. Emredilenlere (Farz), yasak edilenlere (Haram) denir. Hadis-i şerifte, (İbâdetleri tâkat getireceğiniz kadar yapınız. Neşe ile yapılan ibâdetin kıymeti çok olur) buyuruldu. Beden istirâhat edince, ibâdetler zevk ile yapılır. Beden ve zihin yorgun iken yapılan işten usanç hâsıl olur. Yorgunluğu gidermek için, arasıra mubâh olan şeylerle, bedene neşe getirmelidir. İmâm-ı Gazâlî buyuruyor ki, (Çok ibâdet yapınca, beden yorulur. Hareket etmek istemez. Bu zaman uyumakla veya sâlihlerin hayat hikâyelerini okumakla yâhut mubâh olan eğlencelerle bedeni neşelendirmeli. Böyle yapmak, usanarak ibâdet yapmaktan eftaldir.) İbâdet yapmaktan maksat, hem mücâhede yaparak, nefsi terbiye etmek, hem de, kalbe ferahlık getirmek, kalbi Allaha bağlamak içindir. (Namaz, insanı kötü ve çirkin işler yapmaktan korur) buyuruldu. Severek, neşe ile kılınan namaz böyle olur. Bu neşeyi hâsıl etmek için, nefsin mubâhlardaki arzularını, ihtiyaç olduğu kadar, yerine getirmek lâzım olur. Böyle yapmak, islâmiyete uymak olur. İbâdetlere sebep olan mubâhlar da ibâdet olur. (Âlimin uykusu, câhilin ibâdetinden hayrlıdır) hadis-i şerifi, bu sözümüzün şâhididir. Uyuklıyarak, terâvîh namazı kılmak mekruhtur. Uykulu hâl gidince, neşe ile kılmalıdır. Uyuklıyarak kılınan namazda gevşeklik ve gaflet olur.

[Yukarıdaki yazıları yanlış anlamamalıdır. Yorgunluk ve usanç hâsıl olduğu zaman ibâdet te’hîr edilir, terk edilmez. Farzları özürsüz terk etmek büyük günahtır. Kaza etmek farz olur. Vâcibleri de kaza etmek vâcib olur. Sünnetleri terk eden, bunların sevabından mahrum kalır. Özrsüz terk etmeyi âdet ederse, bu sünnetlere mahsûs olan şefaattan mahrum kalır. Yorgun, hâlsiz, neşesiz olmak, farzları vaktinden sonraya bırakmak için özr olmaz. Vaktinden sonraya bırakmak günahından ve azâbından insan kurtulamaz. Şeriate, yâni farzlara ve haramlara önem vermemenin küfür olduğu akâid kitaplarında bildirilmiştir. İslâm düşmanları bu noktadan da gençleri aldatmaya, islâmiyeti içerden yıkmaya çalışıyorlar. Bunlara aldanmamak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları fıkh ve ilmihâl kitaplarını okuyup, farzları, haramları iyi öğrenmekten başka çâre yoktur.]