İsrâiloğulları Tih sahrasında - kainatingunesi.com

İsrâiloğulları Tih sahrasında

 İsrailoğulları her ne kadar Fır’avn’ın zulmünden kurtulup hürriyetlerine kavuşmuşlar ise de ne garibdir ki, bir şüphe, tereddüt, itâatsizlik ve disiplinsizlik içinde idiler. Kendisine tâbi oldukları Hz Mûsâya itâatte, sözlerine uymakta gevşek davranıyorlarıdı.

İsrâiloğulları aralarında başta Mûsâ aleyhisselâm olmak üzere, Hârûn ve Yûşa’ (aleyhisselâm )gibi peygamberler bulunduğu için; çok rahmet, bol nîmetlere, rahata huzur ve saâdete kavuşuyorlardı. Fakat bütün bunlara rağmen, nankörlük ve edebe riâyetsizlik hâlleri devam ediyordu. İsrâiloğullarının bu garib hâli unutulmamış, asırlarca insanlara ders ve ibret olarak söylenip anlatılmıştır.

Kaynak eserlerde bildirildiğine göre, İsrâiloğulları Mısır’dan kurtulduktan sonra, Tih sahrasına düştüler. Burada hoşnutsuzlukları devam eden İsrâiloğulları, Mısır’da gördükelri zulmü unutmuş gibi, Hz. Mûsâya dediler ki:”Bizi şehirlerden, mamur yerlerden çıkarıp, gölge ve örtülü olmayan bir sahraya getirdin.” Bunun üzerine Allahü teâlâ onların üzerlerine, yâğmur bulutlarına benzemeyen, beyaz, hafif bir bulut gönderdi. Bu bulut yâğmur bulutundan daha açık, hafif, hoş ve serin olup onlara gölgelik yapar, hareket ettiklerinde başlarının üzerinde birlikte giderdi. Kondukları (konakladıkları) zaman başları üzerinde dönüp durur, onları çölün hararetinden korurdu.

İsrâiloğullarına ihsân edilen nîmetlerden biri de, gökyüzünde ay görülmediği zaman, geceleri onları aydınlatan bir ışık sütunudur. Bunun üzerine İsrâiloğulları;”Gölge ve ışık tamam, ama yiyecek yok “dediler. Hz. Mûsâ’nın duâsı bereketiyle Allahü teâlâ onlara men (kudret helvası) indirdi. Kudret helvasının ne olduğunda âlimlerden muhtelif rivâyetler gelmiştir.

Demişlerdir ki, Allahü teâlâ bu menden (kudret helvasından )her gece yapraklar üzerine, her kişi için yetecek kadar bir miktarda yâğdırırdı.

İsrâiloğulları; “Ey Mûsâ, tatlı yemekten usandık. Allahü teâlâya duâ et de bize yiyecek et versin “ dediler. Mûsâ aleyhisselâm duâ etti. Allahü teâlâ onlara selvâ (bıldırcın eti) indirdi.Âlimler selvânını ne olduğunda da ihtilaf ettiler. İbn-i Abbas (r. anh ) ve birçok âlimler, bıldırcına benzeyen bir kuştur dediler. İkrime (r. anh), Hındistan’da bulunan, serçeden büyük bir kuştur dedi.

Böylece Allahü teâlâ onlara devamlı men ve selvâ indirdi. Her kişi, bir gece ve gündüzde yiyeceği kadar alırdı.İsrâiloğulları bunun da kıymetini bilmediler ve Mûsâ aleyhisselâma;”Helva ile etten bıktık. Bakla soğan gibi şeyler isteriz” diyerek nîmete şükretmediler. Allahü teâlânın İsrâiloğullarına verdiği nîmetlerden biri de şudur: Sahrada susadıkları zaman;”Ey Mûsâ, nereden su içeceğiz?” dediler. Mûsâ aleyhisselâm onlar için su istedi. Bakara sûresinin 60. âyet-i kerîmesinde bildirildiğine göre; Allahü teâlâ, ona, “Asân ile taşa vur” buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, taşlık bir yerde asâ ile bir taşa vurdu. Her bir boy için, yâni on iki sıbt için on iki pınar kaynayıp aktı ve her boy kendi suyundan içti.

Mûsâ aleyhisselâmın, asâsını vurduğu ve on iki pınarın çıktğı yer, Süveyş şehrinin doğusunda “Uyun-ü Mûsâ” ismiyle meşhurdur. Bu gün bu pınarların suyu kurumuş, bâzılarının ise suyu azalmıştır. Bu su, hurma yetiştirilmesinde çok kullanılmıştır. Mûsâ aleyhisselâmın asâsını taşa vurması birkaç defâ vukû bulmuştu.

İsrâiloğullarına verilen nîmetlerden biri de; sahrada iken, “Ey Mûsâ! Biz nereden giyecek bulacağız.”dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ elbiselerini devamlı eyledi. Elbiseleri zamanla eskiyecek yerde yenilenir, güzelleşir, eskimez, dökülmez ve çürümezdi. Uzun zaman bu hâl üzere kaldılar.

Bu husûslarla alakalı olan âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki:

“Biz Tih sahrasında sizin üzerinde bulutla gölge yaptık. Size men ve selvâ gönderdik ve dedik ki: “Size rızık olarak verdiğimiz bu helâl, güzel şeylerden yiyin. (Fakat sonrası için biriktirmeyin” dedik. Buna rağmen biriktirmeye kalktılar. Biriktirdikleri ise kurtlandı, yiyemediler. Böyle yaparak itâatsizlikte bulunmakta) onlar bize zarar vermediler, bize zulmetmediler. Bilakis kendi nefislerine zulmettiler.” (Bakara sûresi. 57)

“Ey İsrâiloğulları ! biz size düşmanınız olan Fır’avn ve kavminden kurtuluş verdik ve size Tûr’un sağ tarafını vâdettik. Tûr dağının, Mısır’dan Şam’a gidecek kimselere göre, sağ tarafta bulunan mevkini Hz. Mûsâ için bir münâcât mahâlli ve Tevrât’ın nâzil olması için bir mekan olarak tayin eyledik.) (Tih sahrasında size men ve selvâ indirdik ve; “Size pak ve helâl olarak verdiğiniz rızkı yiyin. Siz verdiğiniz şeyde birbirinize taşkınlık etmeyin. (Onu biriktirmek ve küfran-ı nîmette bulunmakla haddinizi aşmayın. Şâyet böyle yaparsanız) gadabın üzerinize lâzım olur, iner. Her kime ki, azâbın lâzım olmuştur o kimse muhakkak helâk olmuştur ve uçuruma yuvarlanmıştır.

Bununla berâber, şüphesiz ki, şirkden tövbe ve îmân eden (tasdîk edilmesi icabeden her şeyi tasdîk eden), sâlih ameller işleyen (emredilen ibâdetleri yapan ), sonra da hidâyet üzere olan (Ehl-i sünnet yolunu tutan ve bu doğru yolda sebât gösterip, ölünceye kadar ayrılmayan ) kimse için ben çok mağfiret ediciyim. “ (Tâhâ sûresi 80-82)

“Biz İsrâiloğullarını on iki kabîleye, o kadar ümmete ayırdık. Tih sahrasında, susayan kavmi kendisinden su istediği zaman, Mûsâ’ya (a.s.); “Asânı taşa vur!” diye vahyettik. Assasını taşa vurunca, o taştan hemen on iki pınar kaynayıp akmaya başladı. Her kabîle su alacağı yeri bildi ve belledi. Bulutu da üzerlerine gölgelik yaptık. Kendilerine men ve selvâ indirdik. Onlara;       “Size pak ve helâl olarak verdiğimiz rızkı yiyin”dedik. ( Fakat onlar nîmete nankörlük ettiler. Böyle yapmakla ) onlar bize zarar vermediler, bize zulmetmediler. Bilakis kendi nefislerine zulmettiler.” (A’raf sûresi:160)