Şeyhâyn'ın Yaratılmaları - kainatingunesi.com

Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül Fârûkun “radıyallahü teâlâ anhümâ” menâkıbı:

Şeyhâyn’ın Yaratılmaları

Yirmiüçüncü Menâkıb:

Yine (Lübâb-ül-elbâb)da nakl olunmuşdur. Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Elbette Allahü teâlâ beni kendi nûrundan yaratdı. Benim nûrumdan Ebû Bekri, Ebû Bekrin nûrundan Ömeri ve Âişeyi yaratdı. Ömerin nûrundan, ümmetimin mü’min erkeklerini, Âişenin nûrundan da, mü’min kadınlarını yaratdı.) Sonra meâl-i şerîfi (Allahü teâlâ bir kimseye nûr vermez ise, o münevver olamaz!) olan, Nûr sûresinin kırkıncı âyet-i kerîmesini okudu. Yukarıdaki Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sözleri mutlaka doğrudur. Bütün insanlar işlerindeki dürüstlüğü ondan almışdır. Mubârek vücûdları devâmlı ibâdet ile meşgûl olduklarından, dâimâ temiz kalmışdır. Mubârek kalbleri, ismet [günâhsızlık] ve hidâyet üzere halk olunmuşdur. Delîlleri açıklamaları kuvvetli, mu’cizeleri müstekîmdir. (Elbette sen doğru yolu göstericisin!) [Şûrâ sûresi 52.ci âyet-i kerîme meâli.] buyurulmuşdur. Hadîs-i şerîfde buyurdu ki: Allahü tebâreke ve teâlâ beni kendi nûrundan yaratdı. Bu mutlak ve mücmel kelâmdır. Tafsîle [açıklamağa] muhtâcdır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” her ne buyurmuş ise, ekserî rümûz yolu ile buyurmuşdur. Kâide ve aslını beyân etmişdir. Şerhini, açıklamasını kendi ilmî vârislerine bırakmış, havâle etmişdir. Tefsîr ve te’vîlini, istinbât ve ictihâd ehllerine bırakmışdır. Eğer bütün söylediklerini açıklayarak buyursa idi, yüzbin kitâb onun şerh ve beyânına kifâyet etmezdi. Buyurduklarını yanlış anlamamalıdır. Şûrâ sûresi 11.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Ona benzer bir şey yokdur. O işitici ve görücüdür) buyuruldu. Hüdâ-i azze ve celle kadîmdir ve sıfatları da kadîmdir. Halk [yaratılanlar] ve yaratılanların sıfatları sonradan çıkmışdır, ya’nî yaratılmışdır. Ne kadîm muhdes olur. Ve ne muhdes kadîm olur. Hadîs-i şerîfin ma’nâsı şöyledir ki, Hak Sübhânehü ve teâlâ âlemi halk etmezden evvel, azîz ve latîf ve has bir nûr halk etdi. O nûrdan beni halk etdi. Toprakdan ve sudan Âdem alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm hazretlerini halk etdi. Ve ateşi halk etdi. Ve ateşden şeytânı yaratdı. Âdemden evvel rüzgârı (yeli) yaratdı. O yelden onu yaratdı. Ve o nûru yaratdı. O nûrdan melek yaratdı. Ondan Allahü teâlâ tekaddes hazretleri o nûru kendi zât-ı pâkine mudâf etdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini de, o nûra mudâf etdi. Teşrîfen ve tahsîsan, nice ki, Kâ’be-i mükerremeyi kendi zât-ı şerîfine mudâf etdi. Bu bâbda vârid olan âsârın zâhiri ki, Âdem ve Îsâ alâ nebiyyinâ aleyhimesselâm hazretlerinin hâdiseleridir [yaratılmalarıdır]. Allahü teâlâ hazretleri bir rûh yaratdı. Yaratılmış rûhu Âdem aleyhisselâmın mubârek bedenine üfürdü. Hicr sûresi 29.cu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Ona kendi rûhumdan üfürdüğüm zemân, secdeye varınız!) buyuruldu ki, Âdem aleyhisselâm içindir. Bir başka rûh da yaratdı. O rûhu mahlûku hazret-i Meryemin gömleğinin yakasına üfürdü. Tahrîm sûresi 12.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Biz ona rûhumuzdan üfürdük. O Rabbinin suhuflarına veyâ nâzil olan kitâblarına veyâ Peygamberlerine vahy etdiklerine veyâ levh-i mahfûzda yazılı olanlara inanıp, tasdîk etdi. Devâmlı itâ’at eden kimselerden oldu.) buyuruldu ki, hazret-i Meryem hakkındadır. Bunlar gibi, Allahü teâlâ hazretleri bir nûr yaratdı. O nûrdan Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek cesedini yaratdı. Bu kelâmı bu makâmda bu vech üzerine takdîr ve tafsîl etmek rûmun kostantiniyyesini feth etmekden mühim ve evlâdır.

        Şiir

 

Fârûk zehî adâlet âver,

adlîle cihâna verdi zîver.

Sıddîkdan sonra, efdal odur,

her müslim eder, bu kavli ezber.

Kisrâyı unutdu gitdi âlem,

ol mertebe oldu adle mazher.

Fethetdi cihânı, kıldı tathîr,

vaz’ etdi o şeh, hezâr menber.

Hurşîd-i hidâyet ile âlem,

vaktinde serâser oldu enver.

Tevhîd-i cenâb-ı Kirdigâre,

(Tâhâ)dan alıp haber o Dâver.

Bâtıldan edince, hakkı tefrîk,

Fârûk dedi, o şâha Server.

Fahrolsa sezâdır ehl-i dîne,

ol zât gibi güzîde gevher.